“Darbecilikle Hesaplaşma İradesi Var mı?”
Darbe belgesine “kağıt parçası” diyen Genelkurmay’a sert çıkan ÖZGÜR-DER, önemli bir soruya dikkat çekti: “Genelkurmay Başkanı kandırdı mı, kandırıldı mı tartışması ile ilgilenmiyor; Hükümet’in darbecilikle hesaplaşma iradesi var mı, yok mu sorusuna cevap
"İrticayla Eylem Mücadele Planı" belgesinin orijinalinin ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye'de kökleşmiş darbe düzenine dikkatleri çeken Özgür-Der, darbecilikle hesaplaşabilme iradesinin önemine vurgu yaptı.
Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya tarafından yapılan açıklamada "Yaşananlar ordunun her şeyiyle siyasetin içine gömüldüğünü, boğazına kadar darbe batağına saplandığını inkar edilemez biçimde ortaya koymakta. Bu aşamada Genelkurmay Başkanı'nın ne yapacağını, ne söyleyeceğini tartışanlar boşa kürek çekiyorlar, istifa bekleyenler hayal görüyorlar! Dün darbe belgesine 'kağıt parçası' diyen Başbuğ şimdi ne diyecekmiş? Zatıâlileri topraktan fışkıran yığınla silah ve bombayı 'silah değil, mühimmat'; lav silahını 'sadece bir boru' diye tanımladığında itiraz eden mi olmuştu? Poyrazköy'de ele geçirilen silahlarla ilgili olarak 'bizim envanterimizde eksik yok' deyip polisi adres göstermemiş miydi? Bilahare MKE raporuyla söz konusu silahların TSK'ya ait olduğu belgelendiğinde kimse çıkıp hesap sormuş muydu?" ifadelerine yer verildi. Açıklamada darbe planlarında adı geçen tüm askeri personelin görevden el çektirilerek yargılanmalarının önünü açılması gerektiği ifade edildi.
Özgür-Der Genel Merkezi'nden yapılan açıklamanın tam metni:
Genelkurmay Başkanı Kandırdı mı, Kandırıldı mı Tartışması İle İlgilenmiyor;
Hükümetin Darbecilikle Hesaplaşma İradesinin Bulunup Bulunmadığı Sorusuna
Cevap Bekliyoruz!
27 Ekim 2009
Bundan yaklaşık dört ay önce, 26 Haziran 2009 tarihinde Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ kameraların karşısına geçmiş, kamuoyunu sarsan darbe planı belgesi konusunda açıklamalar yapıyor, alışık olduğu üzere herkese haddini bildiriyordu. Karşımızda atanmış bir bürokrat değil de layüsel bir kral vardı adeta! Başbakan'ın soruşturmanın derinleştirilmesi çağrısına "dışarıdan müdahaleye gerek yok, gereğini kendimiz yaparız" üslubuyla cevap vermekten; sivil yargıya "belgenin doğru olup olmadığını değil, kimin ne maksatla hazırladığını bulun" talimatı yayınlamaktan çekinmiyordu.
Beklendiği üzere Başbuğlarının yönlendirmesiyle militarizmin siyaset ve medya kanadı atağa geçmiş ve sanki bu ülkede defalarca darbe yapılmamış, sayısız kez darbe hazırlıkları faş olmamış gibi ortaya çıkan belgenin sahte olduğu ve bu yolla "orduya komplo" kurulduğu yalanını koro halinde seslendirmeye başlamışlardı. İfşa olmuş darbe planını örtme ve sorumlularını gizleme çabası yargıya da sirayet etmiş ve belgenin altında imzası bulunan Albay Dursun Çiçek tutukluluğu 24 saati bulmadan salıverilmişti. Daha ilginci ise Ağustos başında yapılan YAŞ toplantısı neticesinde darbe belgesinin hazırlayıcısı olmakla itham edilen Albay Dursun Çiçek'in emekli edilmeyip, görevinin başında tutulması olmuştu. Hatta bununla da yetinilmemiş ve YAŞ açıklamasında Dursun Çiçek'in amiralliğe terfi etmeye hak kazandığı fakat kadro yokluğundan ötürü bu hakkından mahrum kaldığı dile getirilebilmiş, adeta iade-i itibarda bulunulmuştu.
Ve şimdi neredeyse unutturulmaya yüz tutmuşken, Genelkurmay Bilgi Destek Daire Başkanlığınca hazırlanmış darbe planı bir kez daha ve bu kez orijinal haliyle Türkiye gündeminde. Bu birimde görev yapmış bir subayın ihbar mektubu ile birlikte Ergenekon Savcılarına iletilen darbe belgesine ek olarak Genelkurmay karargahında hazırlanmış başka yasadışı belgeler de açığa çıkmış durumda. Ve bu kez tartışmanın odağında sadece Albay Dursun Çiçek yok; başta halen 1. Ordu Komutanlığı görevinde bulunan Org. Hasan Iğsız olmak üzere, bir dizi general ve subay var.
Yaşananlar ordunun her şeyiyle siyasetin içine gömüldüğünü, boğazına kadar darbe batağına saplandığını inkar edilemez biçimde ortaya koymakta. Bu aşamada Genelkurmay Başkanı'nın ne yapacağını, ne söyleyeceğini tartışanlar boşa kürek çekiyorlar, istifa bekleyenler hayal görüyorlar! Dün darbe belgesine "kağıt parçası" diyen Başbuğ şimdi ne diyecekmiş? Zatıâlileri topraktan fışkıran yığınla silah ve bombayı "silah değil, mühimmat"; lav silahını "sadece bir boru" diye tanımladığında itiraz eden mi olmuştu? Poyrazköy'de ele geçirilen silahlarla ilgili olarak "bizim envanterimizde eksik yok" deyip polisi adres göstermemiş miydi? Bilahare MKE raporuyla söz konusu silahların TSK'ya ait olduğu belgelendiğinde kimse çıkıp hesap sormuş muydu?
Kabul edelim ki, Türkiye gibi militarist geleneğin sistemin bütününe ve toplumsal kültüre kök saldığı bir ülkede darbe hazırlığı faş oldu diye Genelkurmay Başkanı istifa etmez! Nitekim Genelkurmay'dan ardı ardına yapılan açıklamalara bakıldığında suçluluk duymak bir yana suçlamaya girişildiği görülüyor. Yavuz hırsız misali konunun hesabını vermek yerine belgenin medyaya nasıl sızdırıldığı ve benzeri yan yollara saparak iz kaybettirme telaşı sergileniyor.
En tehlikelisi de askeri savcılığın soruşturma başlattığı haberi! Darbecileri koruma saikiyle askeri savcılığın ne tür hukuksuzluklara bulaştığını ihbar mektubunda görüyoruz. Aynı askeri savcılığın tekrar devreye girmesinin hangi neticeyi vereceğini tahmin etmek hiç zor değil! Ve bu noktada Hükümete, Adalet Bakanlığına ve başta Ergenekon Savcıları olmak üzere tüm yargı mensuplarına haklarında ağır ithamlar bulunan, suç delillerini karartma ve suçluları koruma şüphesi taşıyan askeri savcılığa tek bir belge dahi teslim edilmemesi gerektiğini hatırlatıyoruz.
Belge tartışmasının yoğunlaştığı günlerde Org. Başbuğ ordunun tepesindeki yönetici olarak demokrasiye şahsen kefil olduğunu ilan etmekteydi. Ordunun darbeci faaliyet ve yapılanmaların merkezi olma konumunu sürdürdüğüne dair bunca ifşaata rağmen, bırakalım net bir karşı tavrı, darbeciliği net ifadelerle lanetlemekten dahi kaçınan bir anlayış karşımızda. Ve arada bir "demokrasiye bağlılık" nakaratlarını tekrarlayarak herkesten kendisine güven duymasını talep ediyor. Oysa biz ise bugüne kadar gerçekleştirilen tüm darbelerin zaten "demokrasiyi korumak" gerekçesiyle yapıldığını iyi biliyoruz. Bu durumda halkın kaderini silahlı bürokrasinin insafına terk etmesini beklemekten daha saçma bir iş olamaz! Hukuk devletinde bürokratların şahsen güvence vermeleri söz konusu olamaz! Org. İlker Başbuğ'un şahsi kefaletiyle darbeye karşı güvence altına alınmış bir demokrasi komik olmaktan da öte, düpedüz saçma bir düzendir.
Kaldı ki gelinen yer itibariyle "şahsi kefalet"in boş çıktığı, iflas ettiği görülmüştür. Bu durumda halka daha fazla yalan söylenmemelidir. Yapılması gereken bellidir! Halktan aldığı yetkinin gereği olarak Meclis ve Hükümet TSK'nın konumunu netleştirmeli, darbeci eğilimleri besleyen ve hukuk dışı oluşumlara meşruiyet kaynağı olarak sunulan mevzuattaki düzenlemelerde gerekli değişiklikleri yapmalıdır. Ve sürecin kararlılık içinde yürütüleceğinin bir simgesi olarak da başta Genelkurmay Başkanı Başbuğ olmak üzere, darbe planlarında adı geçen tüm askeri personele görevden el çektirmeli ve yargılanmalarının önünü açmalıdır!
Özgür-Der