Bolu'da “Kur’an ve İnşa Süreci” Paneli
Özgür-Der mensubu öğrencilerin organizesiyle Bolu'da düzenlenen “Kur'an'ın İlk Muhataplarını İnşa Süreci” konulu panel; Kenan Alpay, Mehmet Pamak, Ahmed Kalkan ve Abdülhakim Beyazyüz'ün katılımıyla yapıldı.
Mehmet PAMAK, Ahmed KALKAN, Abdülhakim BEYAZYÜZ ve Kenan ALPAY'ın katılımıyla gerçekleşen panel, Müminun Suresinin ilk on bir ayeti okunarak başladı. Ardından bir sinevizyon gösterimi yapıldı ve hemen akabinde söz panelistlere bırakıldı.
Konuşmaya ilk olarak Diyarbakır ÖZGÜR-DER'den katılan Abdülhakim BEYAZYÜZ başladı. BEYAZYÜZ, ilk Kur'an neslinin Kur'an ayetlerine iyice sarılıp hayatlarını nasıl değiştirdiklerini belirterek bizim de bu doğrultuda Kur'an eksenli bir hayat tasavvurunu kuşanmamız gerektiğini belirterek özetle şunlara vurgu yaptı:
"İlk nesil Kur'an ayetlerini tam olarak anlayıp, iman amel bütünlüğü içinde hayatlarına uyguluyorlardı. Onlar Kur'an'ın şahsiyetlerini, hayatlarını inşa etmek üzere indirildiğinin bilinciyle vahye teslim olarak şahsiyet ve hayatlarının vahiyle inşa olmasını sağlıyorlardı. İbadet algıları da hayatı kuşatan bir içeriğe sahipti. İmanla birlikte, iman ettikleri değerleri hayata hakim kılmak üzere seferber olarak, hayatın bütününü ibadet kılmak üzere cehd ve gayret içine giriyorlardı. Doğru bir Kur'an ve ibadet algısıyla Kur'an ahlakını kuşanma ve hayatı ibadet kılma yolunda fedakârca çırpınanlara Allah rahmetiyle destek olmuştur.
Kur'an'ın ilk nesli Bilal'ı HABEŞ gibi Kur'an'a gönül bağıyla bağlanmış ve en ağır işkenceler altındayken bile Allah'ı birlemekte hiç çekinmemişlerdir. Gene bu değerli insanlar kendilerinin aciz, Allah'ın ise yüce olduğunu biliyor ve bu şekilde hareket ediyorlardı. İşte ilk nesil insanları, bu vb Kur'an'a muhalif olmayan birçok tavırlarıyla bize örneklik teşkil ediyorlar. Rabbimizin ilk nesil insanlarına merhamet ettiği gibi bize de merhamet etmesini istiyorsak bizim de Kur'an'ı ilk nesil gibi anlamamız gerekir ve nasıl ki onlar cihaddan cihada koşup yeryüzüne İslam'ı yaydılarsa bizim de aynen bu şekilde hareket etmemiz lazım. Bugünün insanının da Hz. Ebubekir gibi zenginliğini Allah'ın dini için ortaya koymaları gerekir. Bugünün insanlarının da, Hz. Yasir ve Sümeyye gibi hiç taviz vermeden direnmeleri lazım. Ancak böyle bir Kur'an algısı bizi şerefli kılacaktır."
Oturumu yöneten Kenan ALPAY daha sonrasında sözü Ahmed KALKAN'a bıraktı. Sayın KALKAN, vahyin müminler üzerinde "BİZ" bilincini oluşturduğuna vurgu yaparak özetle şunları söyledi:
"Öyle bir Kitap ki değiştirdiği insanlar, otuz yıl gibi kısa bir sürede yeryüzünde adalet yayan bir sistem kurup bulundukları dönemde yeryüzünün iki süper gücünü ortadan kaldırıarak Allah'ın dinini hâkim kıldılar. Evet, bu öyle bir Kitap ki eğer insan istedi mi otuz yıl gibi kısa bir sürede bile ne gibi yerlere gelinebileceğinin en güzel kanıtıdır. Ancak bugün bizim Kur'an'dan uzaklaşmamız (Kur'an bizim için şifa kaynağı olmasına rağmen) bizi adaleti yayan insanlar olmaktan uzaklaştırdı. İslam, din kardeşliğini getirip kan kardeşliğinin üzerine oturttu. Kur'an insanlara ümmet bilincini aşılıyordu. Kur'an ezilenlerin elinden tuttu ve onları da oturmaları gereken yere oturttu. Duymuşsunuzdur cemaatle namaz kılmak 27 kat daha sevaptır diyen hadis, Buhari ve Müslim'de geçer. Bu hadis aslında bize şunu gösterir: Asr-ı saadet döneminde camiler 27 ayrı ibadeti içinde barındırıyordu. Ancak bugün camiler 27 ayrı bid'atin merkezi konumundadır.
İlk nesil, iman ettikten sonra sadece bireysel bir hayatı yaşamaya yönelmiyordu. Tam tersine akîde ortak paydasının oluşturduğu İslam kardeşlik hukuku çerçevesinde iman, sevgi, velayet, merhamet, yardımlaşma kavramlarını ete kemiğe büründüren muhteşem bir dayanışma örnekliği içinde cemaat olmaya, ilk Kur'an toplumunu ve ilk ümmet nüvesini biz bilinciyle inşa etmeye yöneliyorlardı. İşte bu imanî birlikteliğin, tevhidî vahdetin üzerine Rabbimiz rahmeti ve yardımıyla tecelli ediyor ve sonuçta bir avuç mü'min önemli bir güç olarak şirke, küfre karşı destansı bir direnişi gerçekleştiriyorlardı. Bugün bizler, "Hablullah" olan Kur'an'a topluca sarılıp tevhidî ümmet olma bilincini tam olarak kuşanmadığımız, "Kur'an'ı mehcur bıraktığımız" için bir milyardan çok fazla Müslüman nüfusa altı - yedi milyonluk İsrail kafa tutabiliyor. Bu zilletin sebebi tevhidî istikamette "BİZ" bilincini oluşturamamamızdan kaynaklanmaktadır. Bu zilletten kurtulabilmemiz, tevhidde vahdeti oluşturabilmemizle mümkündür. Yahudi ve Hıristiyanların bugün dinî liderleri olmasına karşılık biz Müslüman ümmetin bir halifesi yoktur. İmamesiz tespih taneleri gibiyiz. İşte Kur'an'dan kopmamız bizi bu hallere sürükledi. Bizim canlanmamız İlâhî usûle, nebevî usûle yönelmekle ve dosdoğru bir din algısı ile kendimizi ve çevremizi aydınlatmakla, tevhidî ümmeti yeniden inşa etmekle olacak bir şeydir. Bu tevhidî diriliş ve vahdet inşallah bizi güçlendirecek, Rabbimizin rahmetini ve yardımını üzerimize celbedecek, sonuçta da inşallah dünya ve ahiret mutluluğunu bizlere kazandıracaktır."
Kenan ALPAY ardından sözü Mehmet PAMAK'a bıraktı. PAMAK, Kur'an sureleri üzerinden Müslümanların nasıl bir metot izlemeleri gerektiği üzerinde durarak özetle şunları söyledi:
Son konuşmacı olan Mehmet Pamak ise, Kur'an'ın ilk muhatabı olan nesli şirk sistemi içinde nasıl bir yol ve yöntemi takibe yönlendirdiğini, "Şirk Sisteminden Beraat, Uzlaşmazlık ve İtaatsizlik" konusunu ele aldı. Kur'an'ın Mekke'deki ilk muhataplarını imani ve ameli hicretle cahiliye inanç ve amelinden uzaklaştırarak, fıtratla vahyi bütünleştirerek İslami şahsiyetler olarak ortaya çıkmaya ve bilahare cahiliye toplumundan yapısal planda da bir ayrışma yaşayarak alternatif İslami yapıyı oluşturmaya yönlendirdiğini Mekki surelerden çok sayıda ayetle hatırlattı. Kur'an hem mü'minleri, hem de bu İslami yapıyı, cahiliye inancı, toplumu ve sistemiyle zihni, imani ve ameli olarak ayrışmaya, uzlaşmamaya, onlara itaat etmemeye, onlara taviz vermemeye çağırdığını, hep alternatif kalmaya yönlendirdiğini ve bunu hayatın içinde temin ettiğini söyleyerek şu hususları vurguladı:
"Resulullah (s), sistemin tüm baskı ve takibatlarına, zulüm ve işkencelerine rağmen, sistem tarafından denetlenemeyen, yönlendirilemeyen, yıldırılamayan, mevcut toplumu ve sistemi dönüştürme iddiasından da vazgeçmeyen bir kimlik oluşturmuş ve sistemin alternatifi olarak küçük de olsa kendine yeter, bağımsız, dinamik bir yapı inşa etmiştir. İşte bu sistem dışı, sistemden bağımsız ve vahyin ilkeleri üzerinde yükselen yapı, varlığını sistem içi araçlara borçlu olmayan, Kur'an'la eğitilmiş, tevhidi esas alan dinamik ve üretken bir oluşum olarak ortaya çıkmıştı. Amacı yalnız Allah'a kulluk yapmak, yalnız O'na secde ve itaat etmek, insanları Allah'a kulluğa ve itaate çağırmak ve böylece Allah'ın rızasını kazanmaktı. Sadece Allah'a itaatle yükümlü tutulmuş, bu amaçla yaratılmış ve insanları da sadece Allah'a kulluk ve itaate çağırmakla, bu davetin şahidliğini yapmakla sorumlu kılınmış olanların, Allah'tan gayrısına, tağutlara, tağuti sistemlere, cahiliye sistemlerine, cahiliyenin ideoloji ve putlarına, kurumlarına, düzenlerine itaat etmeleri, cahiliye sistemi içine girip uzlaşmaları ve toplumu cahiliye ilkelerini esas alarak yönetmeleri düşünülemezdi. Mü'minlerin hak ile batılı karıştırarak ortak yönetimler bile oluşturamayacakları, hak ile batıl arasında tam bir ayrışma ve uzlaşmazlığın olması gerektiği, hakkın batılı zail etmek üzere indirildiği çok açık ve net bir biçimde ortaya konmuş, en zor şartlarda gelen cazip uzlaşma teklifleri bile onurlu bir biçimde reddedilmişti. İşte bu ilk nesil Kur'an'la böyle açık, net, uzlaşmaz, tavize yanaşmaz bir tutum almaya yönlendirilmişti. Böylece bu ilk nesil, cahiliyeye sığınıp eklemlenerek bir takım maslahatlar elde etmek için dininden tavizler vermekten uzak, ilkeli ve onurlu bir örneklik oluşturmuştu. Kulluk eksenli bir hayat tasavvuruna sahip bu ilk nesil, her türlü zorluğa rağmen yine kulluk eksenli bir mücadeleyi tavizsiz sürdürmeyi başarmıştı.
"Mekke'deki ilk Kur'an neslinin örnekliğinde İslam'ı yaşamak, yalnız Allah'a kulluk yapmak, içinde yaşanılan şartların kötülüğüne rağmen vahyi mesajın sosyalleştirilmesine çalışmak ve bunda ilkeli bir ısrarı sürdürmektir. İslam'ı yaşamak, şirk ve ifsad karşısında tevhidi mücadeleyi toplumsal şahidlikle yükseltebilmek, bireysel plandaki tevhidi değişimi yaygınlaştırarak, toplumsal dönüşüme vesile olma sorumluluğunu kuşanabilmektir. Cahili sistemlerinin kuşatması altında, İslami kimlik ibrazındaki niteliği yükseltmek ve vahyin şahidliğinde tavizsiz olmak temel esastır. İslami kimliğinden ve vahyin ölçülerinden taviz verip, sistemle uzlaşanlar, Allah'ın dinine hizmet edemez, onu bir adım ileriye taşıyamazlar. Bu sebeple, her çaba ve faaliyet eğer İslami kimlik altında ve Allah'ın koyduğu ölçüler referans alınarak ve sadece Allah öyle istediği için, O'nun rızası için yapılıyorsa İslami'dir, değerlidir, anlamlıdır ve ibadettir. Mücadelenin sonuç vermesi, başarılı olabilmesi, daha önemlisi Rabbimizin razı olacağı bir seyir izlemesi ve O'nun vaat ettiği yardımı celbedebilmesi için en gerekli ve en önemli mesele saf ve katışıksız bir İslami kimlikle ve İslami ölçüleri referans alarak mücadele sahasında yer alabilmektir. Gerek tağuti sistemlerin, kurum, kural ve yönlendirmelerinden, dayatmalarından bağımsız, gerek toplumun ve geleneğin cahili etki ve kalıplarından uzak olarak, uzlaşmacı, sentezci anlayışları, pratikleri bünyesinde bulundurmayan bir netlik ve tavizsizlikle, yalnızca vahyi ve Rasulullah'ın (s) vahyi uygulamasını belirleyici kılmak İslami bir mücadelede vazgeçilemeyecek esası teşkil eder.
"Eğer Peygamberler ve onlara ilk inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman" diyecek kadar darlanacakları büyük zulümleri, işkenceleri, ekonomik ve sosyal boykotları, doğup büyüdükleri topraklarını, akrabalarını ve mallarını terk ederek hicret etmek zorunda kalmayı göze almayıp, içinde yaşadıkları cahiliye toplumlarının putlarına ve onlara yapılan ibadetlere, cahiliye dininin törenlerine sessiz sedasız, sorun çıkarmadan katılıp, itaat etselerdi, bu toplumlara Hak dinin mesajını veremez ve onları cahiliye toplumundan ayrıştırarak tevhid ümmeti haline dönüştüremezlerdi. İşte zulme, şirke, ifsada karşı ıslah ehli mü'minlerin yükselttikleri bu itirazların, bu itaatsizliklerin, bu karşı koyuşların, bu ayrışma ve arınma çabalarının birikimi, sonuçta toplumsal inkılâba giden süreci ve zalimlerin, şirk sistemlerinin yıkılışına giden yolu inşa ediyordu. Kur'an'da "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek hale gelene kadar darlanan ve buna rağmen hiçbir şekilde taviz vermeden direnen mü'minlerin Allah yolunda ilkeli ve fedakâr çabalarla vaat edilen ilahi yardıma müstahak olmaları anlatılır. İşte böylece Allah'ın yardımcıları ve Hizbullah olmayı hak edenlere ilahi yardım ulaşmış, sonuçta onur ve galibiyet, nice büyük topluluklara karşı sayıca çok az olsalar da bu imanlı toplulukların olmuştur. Rabbimiz inşallah bize de bu tür, yardımına müstahak iman topluluklarından olmayı, Resulün ve ilk model neslin örnekliğinde aynı Rabbani yolda fedakarca yürüyerek çağımızın Kur'an toplumunu inşa etmeyi ve mübarek rızasını kazanmayı nasip etsin".
Oturumu yöneten Kenan ALPAY sonuçta yatığı değerlendirmede, konuşmacıların değindikleri önemli noktalara atıfta bulunarak, Kur'an'ın ilk muhataplarını nasıl yönlendirip inşa ettiğine dair nüzul sırasıyla Kur'an okumanın ve bu okumayı siyerle irtibatlandırarak ortaya çıkarılacak yoldaki işaretlerin, bugünün Müslümanlarını çok yakından ilgilendiren önemli yöntemsel ilkeler ve merhale fıkhını ortaya çıkaracak birikim sunduğunu ifade etti. Bu sebeple de, modern cahiliye ile kuşatılmış mü'minlerin Kur'an'ın, ilk inşa ettiği hayatla bağını kurarak ve bugünkü toplum ve hayatla da ilişkilendirerek hakkıyla okunması ve çıkarılacak ilkeler ışığında çağımızın Kur'an toplumunun inşa edilmesi ve bu amaçla tevhidi davet, eğitim çalışmaları yapılması, bütün toplumsal alanlarda doğru, ilkeli bir temsil ve adil şahidlikle vahyin sosyalleştirilmesi için seferber olunması gerektiğinin altını çizdi.