Ayetullah Cevâd Hâlisî'nin Özgür-Der Ziyaretinden Notlar
Irak’ın önemli İslâm âlimlerinden Ayetullah Cevâd Hâlisi 25 Aralık tarihinde Özgür-Der Genel Merkezi’ni ziyaret etti. Özgür-Der mensuplarıyla yaptığı sohbetten notları sizlerle paylaşıyoruz.
Ayetullah Cevâd Hâlisî özellikle İslam birliğine yönelik çabaları ve mezhebî tercihlerin değil İslami üst kimliğin ikame edilmesine yönelik pratikleriyle tanınıyor. Oldukça mütevazı görünümü ve samimi sohbetiyle sıcak atmosferde gerçekleşen buluşmada Ayetullah Cevâd Hâlisî, özellikle mezhep farklılıkları, Irak'taki iç çatışma ve işgal, Kürt sorunu ile ilgili soruları cevapladı.
Ayetullah Cevâd Hâlisî ile Özgür-Der ziyareti esnasında yapılan sohbetten notlar:
- Ümmetin birliği ve Filistin'in kurtuluşu Şii ve Sünni Müslümanların ana gündemi olmalıdır.
- Müslümanların Şiisi, Sünnisi, İbâdisi ve Zeydisi ile ortak noktaları yüzde doksan beş iken yüzde beşlik ihtilaf noktalarını sürekli gündemleştirmek sorunları çözmemekte, aksine daha da kangrenleştirmektedir.
- İslâmî mezhepler arasındaki itikâdi ve içtihâdî farklılıklar halk arasında gündemleştirilmemelidir. Çünkü böyle olunca halkın içinde cahil kesim bu farklılıkları birer çatışma vesilesi kılmaktadır. İlmî farklılıklar ilim adamları düzeyinde tartışılmalı ve tartışma ahlakına riayet edilmelidir.
- Müslümanlar, aralarındaki farkları ortak noktaları üzerinden konuşabilirlerse bu ihtilafları en aza indirebilirler. Örneğin Selefiler ve Şiiler bugün birbirlerine adeta düşman gözüyle bakıyorlar. Oysa Selefilerin çağrısı Selef-i Salihin'e dönmektir. Şiilerin imamlarının bir kısmı da Selefi salihindendirler. Ayrıca Şiilerin saygı duydukları Hasan-ı Basrî, İmam Zeyd gibi şahsiyetler de Seleftendir. Yine Şiiler, Ehl-i Beyt'in takipçisi olduğunu söylemektedir. Ehl-i Sünnet, İbadiyye ve Zeydiyye de Ehl-i Beyt'i sevdiğini açıkça ifade etmektedir. O halde bu kavramlar ve önderler arasındaki ortak noktaları tespit etmemiz gerekir. Ortaklıktan ihtilafların çoğunu çözebiliriz.
- İslâmî vahdet için yapılması gereken diğer bir husus ise, İslâmî ölçülerle felsefî-kelâmî yorumları ayrıştırmaktır. Örneğin Rabbimiz bize Vahdet-i Vücud'u sormayacak ya da Kur'ân'ın mahlûk olup olmadığından hesaba çekilmeyeceğiz. Ama Rabbimiz bizi Kur'ân'a iman edip onla amel edip etmeyeceğimizi soracak. Aynı şekilde Kendisini yaratılmış herhangi bir şeye benzetip benzetmediğimizi/tenzih edip etmediğimizi soracak.
- Irak'ta son bir yıl içinde Sünni-Şii ilişkilerinde önemli gelişmeler oldu. Örneğin ben Şii din adamı kıyafetimle Sünni bir camiye gittiğimde Sünni kardeşlerim özellikle beni imamete geçiriyorlar. Sünniler ve Şiiler dâhili ev harici fitne kışkırtıcılarına uymuyorlar ve artık birbirlerini anlamaya çalışıyorlar. Bilindiği üzere etnik ve mezhebi ayrışmayı körüklemek bizzat ABD ve İsrail'in politikasıdır.
- Bugün Irak'ta ve Türkiye'de Kürt-Türk(men)-Arap etnik unsurlarını ayrıştırmaya yönelik çabalar da İsrail'in doğrudan ve dolaylı politikalarına dayanmaktadır. Mezhep çatışması ile etnik çatışma aynı yere hizmet etmektedir.
- Saddam diktatörlüğü döneminde bizler Kürt kardeşlerimizi savunduk. Sünni ve Şii Araplar olarak. Elbette Kürtlere yapılan zulümlerde kimi Sünnilerin ve Şiilerin desteği vardı. Ama Saddam rejimi Kürtlere Kürt olduğu için değil kendi iktidarına tehdit gördüğü için zulmediyordu. Ben Kürtleri savunduğum için hakkımda idam cezası verilmişti.
- Aynı şekilde Saddam'ın zulmünden Sünni İhvan-ı Muslimin ve Şii kesimler de nasibini almıştır. Durum bugün de aynıdır. Sünnisi, Şiisi ve Kürdüyle Amerikan işgalinin zararlarını hepimiz çekiyoruz. O halde söylemimiz hukukta tüm etnik ve mezhebi kimliklerin eşit olması ama asla ayrışmamak olmalıdır.
- Durum benzeri biçimde Türkiye'deki Kürt sorunu için de geçerlidir. Kürtlere yönelik hukuki haksızlıklar son bulmalı ama bu asla bir ayrışmayla sonuçlanmamalıdır. Bizler İngilizler eliyle çizilen mevcut sınırları gayrimeşru kabul edip birleşmeyi hedeflemeliyiz. Yeni bir ulusal gayrimeşru sınırı çizmek ve Kürdistan'ı kurmak demek ancak emperyal politikalara hizmet eder. Ve Bu ne Kürtlerin, ne Türklerin ne de Arapların çıkarınadır.
- Bu tespitime iki örnek verebilirim: Şerif Hüseyin ve Güney Sudan Örneği. Şerif Hüseyin, kimi Osmanlı idarecilerinin Araplara yönelik yanlış uygulamalarını gerekçe göstererek İngilizlerle anlaştı. Sonuçta ortaya çıkan Ortadoğu haritasında Arapların birçok devleti olmuştu ama bu gerçek bir özgürlüğü getirmedi bilakis idarecilerin uygulamalarından da beter bir sömürgeyi doğurdu. O sömürge de Siyonist İsrail'in doğuşuna hizmet etti. Oysa benim dedem benzeri bir teklife şu cevabı vermişti: Doğrudur İttihatçı Türklerin yanlış icraatları vardır. Ama bu bizim iç meselemizdir. Bu iç mesele yüzünden hilafete ihanet edip sizinle anlaşamayız! Bugün de aynı oyun Kürt kardeşlerimiz üzerinden oynanmaya çalışılıyor. İşgalciler dün Arap aşığıydı bugün Kürt aşığı!
- Aynı durum Güney Sudan için de geçerli. Ömer el-Beşir'in yanlış politikaları sonucu bugün Güney, Kuzey Sudan'dan ayrılmanın eşiğinde ama bu ayrılma Güneydekilerin çıkarına değil sadece Batılı petrol şirketlerinin çıkarına!
- Kürt sorunu konusunda özetle şunu derim ki, Kürtlere gasp edilen tüm fıtri hakları verilmeli ve bu açıdan Türkiye'deki açılım sonuna kadar gitmeli. Ortadoğu'daki suni ve gayrimeşru sınırların aşamalı olarak kaldırılmasına çalışılmalı ve mümkün bir İslam konfederasyonunu kurmak için uğraşılmalı. Bölgedeki yeni bir gayrimeşru ulusal sınıra ihtiyaç yok çünkü bu tüm bölge halklarının zararına ve sadece İsrail'in çıkarınadır.