Alternatif Eğitim Seminerlerinde 22. Hafta

Alternatif Eğitim Seminerlerinde 22. Hafta

Özgür-Der’in Alternatif Eğitim Derslerinin 22. haftasında Nurten Çakır, “Zikrullah ve Kalplerin Yatışması” konusunu anlattı. Ardından Mustafa Aldı, 1980 sonrasında çıkan edebiyat dergilerini değerlendirdi.

Özgür-Der'in Alternatif Eğitim Derslerinin 22. haftasında Ayetler Işığında Hayat dersinde Nurten Çakır, Zikrullah ve Kalplerin Yatışması konusunu anlattı. Ardından Mustafa Aldı, '80 sonrasında çıkan edebiyat dergilerini değerlendirdi.

Nurten Çakır, Zikrullah ve kalplerin yatışması konulu sunumuna zikrin tanımını yaparak başladı. Kelime anlamıyla zikir, anmak, hatırlamak, söylemek, dile getirmek anlamlarında kullanılır. Kavram olarak zikir, Allah'ı anmak üzere yapılması ve söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, ibadet ve övgü gibi sözel ve fiili davranışlardır. Kur'an bu kavramı çok yönlü kullanmaktadır. Öncelikli olarak Kur'an'ın zikri yani Allah'ı hatırlatması, insanların görev ve sorumluluklarını hatırlatması, bunun yanında kulların Allah'ı hatırlaması ve son olarak insanın insana zikri hatırlatması olarak farklı açılardan kullanılmıştır.

Çakır, zikrin öğrenildikten sonra unutulan bir şeyin hatırlanması ve kalbe yerleştirilen bir şeyin hatırlanması olarak iki şekilde meydana geldiğini dile getirdi. Konuşmacı, zikrin, insan beyninde meydana gelişinin bu iki şeklini 2/ Bakara Suresi,63. ve 239. Ayetleri ile açıkladı.

Konuşmacı, zikir ifadesinin kullanıldığı yerde 'sabah - akşam' vurgusunun yapıldığını ve bu vurgunun sürekliliği, şekilsizliği ve yoğunluğu ifade ettiğini dile getirdi. Bu bağlamda Allah'ın emrettiği zikrin, hem dil olarak hem de fiili olarak aktifliği nitelediğini vurgulayan Çakır, hatırlatma ve hatırlama gibi çift yönü olan zikrin; mezkure ve tezkire ifadeleri ile nitelendiği söyledi.

Çakır, zikrin genel olarak hem Kur'an'ı hem de ibadeti ve duayı nitelediğinin altını çizerek Kur'an 'ın tezkire özelliği ile, İbrahim'in arayışını yakîn olan ilim ile düzene koyduğunu, bundan dolayı zikir olan Kur'an'ın, öğüt, şükür, küfrün şifası, şaşkınlığı giderici özelliklerini kaydetti. Konuşmasının devamında Çakır, zikrin merhalelerini: fikri olarak tefekkür ve fiziki olarak tezekkür kavramları ile açıkladı:

Tefekkür: Fikri Zikir:

Çakır, fikri zikrin,  2/Al'i İmran suresi 191. Ayetle insanın bulunduğu üç hali bildirdiğini belirtti : "Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler." Bu ayetin zikirdeki durağanlık anlayışını ortadan kaldığını söyleyen konuşmacı ayet bağlamında zikrin bir şekle bağlanmadığını da vurgulayarak tefekkürün, insanın kendisi ile ilgili ayetleri, toplumsal işleyiş ve değişimleri, delalet ve helak yasalarının kavranması olduğunu ifade etti.

Tefekkürden sonraki aşamanın artık salih amelde bulunmak olduğunu dikkat çeken konuşmacı, zikrin ibadet boyutu ile hayatın tüm alanlarını kuşatması gerektiğinin altını çizdi. Yeryüzünde bozgunculuk çıkaran ekini ve nesli ifsat edenlere karşı tavır almak, zalimlerle birlikte olmamak fiili zikirdir diyen Çakır, fiili zikrin tek boyutlu olmadığını, kişisel, toplumsal, ekonomik, siyasal alanları kuşattığını dile getirdi. Çakır, ifsat edilmiş toplumlarda fiili zikrin sebatı gerektirdiğini, sorumluluğu yerine getirirken duyulan üzüntü, sıkıntı, yıpranma, tereddütlerdeki sabrın, en nihayetinde Allah'ın rahmeti ile yardım göreceğini belirtti. Konuşmacı, "nihai tahlilde Allah'a karşı her alandaki sorumluluklarımızı yerine getirmek zikri kuvvetlendirecektir çünkü Kur'an, akla hitap ederken aynı zamanda kalbî bir şifadır" diyerek konuşmasına devam etti. Zikrin öz anlamından çıkarılarak, pasivize edilmesi, hayatı bütüncül olarak kuşatmasını engelleyeceğini ve bu durumun toplumdaki sorunu gözler önüne serdiğini dile getiren Çakır, yanlış zikir algısını iki türde inceledi: Namazlarda tesbih çekme olarak algılanan zikir, tarikatların belirli dualarla, belirli miktarda ve belirli şekillerle toplu olarak yaptıkları zikir.

Konuşmacı, fiili zikrin Kur'an'da kullanılan anlamından biri olan tenzih etmeyi 33/Ahzab,41. ve 42. Ayetler ile örneklendirdi: "Ey inananlar Allah'ı çok anın. Ve O'nu sabah akşam tesbih edin." Ayetteki sabah- akşam vurgusunun sürekliliği, şekle indirgenmemiş bir tutumu ifade ettiğinin altını çizen Çakır, bu bağlamda, toplumdaki tesbih algısının eksik bir algı olduğunu, tesbihin ne sadece sözel ne de sadece fiil olduğunun belirtti. Çakır, zikrin esas tezahürünü sosyal yaşamda üstlendiğimiz sorumluluklarda görebileceğimizi ve gösterebileceğimizi dile getirerek bu bağlamda sorumluluklarımızı ayetler ışığında birkaç başlıkta inceledi:

Dünyevileşmeye, tüketim kültürüne karşı zikri, 18/Kehf suresi, 28. Ayeti ile örneklendiren Çakır, ayette belirtildiği gibi dünya hayatının aldatıcılığına karşı sürekli olarak Allah'ı anan Müslümanlar ile birlikteliğin öneminden söz etti. Çakır, Tebliğ ile beraber zikir için; 20/Taha suresi, 42. Ayeti; Alışveriş ve ekonomideki zikir için; 24/Nur suresi, 37. Ayet, ve toplumsal hayattaki günahlardan sakınmadaki zikir için: 33/Ahzab suresi, 35. Ayetleri ile konuya ışık tuttu.

Zikri bir bütün olarak düşündüğümüzde tesbihin bu bütünü tamamlayan bir parça olduğunu belirten konuşmacı, tesbih etmenin kalbin hakkı ile işlevini yerine getirmesini sağlayacağını söyleyerek, insanın içindeki 'ben' i niteleyen kalp akla, iradeye, bedene geçişi tamam dedi. Kalp yer yer akıl için de kullanıldığı için kalbi, şüpheleri gideren şifa olan, Vahiy ile buluşturduğumuzda diri ve dinamik işlevini yerine getireceğinin vurgusunu yaptı.

Çakır konuşmasının sonlarına doğru kalbin ve aklın, şeytanın vesveseleri ve şeytanlaşmış şeylerin kuşatması sonucunda Allah'ın vurguladığı selim kalbin hastalıklı hale gelmesine sebep olacağını ve bunun sonucu olarak kişinin, kalbini hidayete mühürleyeceğine dikkat çekti. Dünyaya işlerine çok dalma, hırs, oyun-eğlence, tefekkürden uzak kalma ve en nihayetinde ölümü unutmak kalbi işlevinden saptıracağını ifade eden Çakır, Allah'ın, kullarından Hz. İbrahim örnekliğinde olduğu gibi akleden kalbi, tefekkürü ve en nihayet tezekürü göstermesini istediğini kaydetti.

Konuşmacı son olarak sözünü Hz. Peygamberin duası ile bitirdi: "Ey Allah'ım kalbimi dinin üzere sabit kıl"


Dersin ikinci oturumunda Mustafa Aldı, 1980 sonrası edebiyat dergilerini genel olarak değerlendirdi.

Aldı, sunumuna 1980 döneminin Dünya ve Türkiye siyasetinde olan değişimlerin bilinmesinin birçok konuda olduğu gibi edebiyat dergilerini anlatırken de bilinmesinin önemini dile getirdi. 80 sonrası edebiyat dergilerini tahlil etmek için 1970'lerin sonlarına bakmanın önemli olduğunu vurgulayan konuşmacı, önemli dergilerin çıkış tarihlerinin 70 sonlarına doğru olduğunu söyledi. Bununla birlikte İslami kimlikli dergileri söylem ve siyasal konumlanış bakımından değerlendirmek için Sıratı Müstakim, Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergilerinden kalan mirasa bakmanın da süreklilik yahut kopuş noktalarını belirlemek bakımından önemli olduğunu belirterek şöyle dedi: "Sıratı Müstakim'den bu yana Türkiye'deki İslami duyarlıklı edebiyat ve düşünce dergiciliği ince elenip sık dokunduğunda görülecektir ki, bugünkü kültür/sanat/edebiyat anlayışımızın kaynağını oluşturan/şekillendiren ikili bir yönelimin olduğu görülecektir. Bu düşünce ve edebiyat gerilimidir. Hatta çoğu zaman çatışmasıdır. Yan yana konduğunda bu dergilerin birbirini tamamlayan, geçişken ve iç içe tarafları olduğu kadar esas önemli olan niçin ayrı olduklarıdır. Ancak geniş bir çerçeveden bakıldığında bu dergilerin ülkenin mevcut düşünce sanat edebiyat anlayışlarının yansıtıcısı yahut inşacısı konumunda oldukları görülecektir."

Aylık Dergi, Mavera, Kelime dergileri ile ilglili ayrı sunumların daha önceki seminerlerde yapılmış olmasından dolayı Konuşmacı genel itibari ile Yönelişler, Varide, Yedi İklim, Kayıtlar, Dergah, Edebi Pankart, Düş Çınarı Tasfiye, Hece, Atlılar, Kökler, Fayrap dergilerini değerlendirdi.

Aldı, ilk olarak 1981-1985 yılları arasında yayınlanan "aylık sanat ve kültür" dergisi olan Yönelişler'i anlattı. Ebubekir Eroğlu'nun fark edilir etkisi olduğunu ifade eden Aldı, derginin genel itibari lei siyasalı dışlayan bir konuma sahip olduğunu söyledi. Dergide, şiir üzerine yazılan kapsamlı yazıların dışında çok bilinmeyen sömürü ülkelerinden birçok çeviriler yayınlandığının altını çizen Aldı, Yönelişler dergisinin çeviri siyaseti bakımından Diriliş ve Edebiyat dergilerinden etkilendiğini ifade etti. Daha sonra şöyle bir kıyaslama yaptı: "Ebubekir Eroğlu dergide özellikle şiir üzerine kapsamlı yazılar kaleme almış daha sonra bunları Modern Türk Şiirinin Doğası adıyla kitaplaştırmıştır. Onun bu çalışmasındaki söylem evreninin neye tekabül ettiğini ve pür estetik kaygının nereye oturduğunu anlamak bakımından İzzettin Hanifi'nin ağırlıklı olarak Kelime'de kısmen de Vâride'de yazmış olduğu Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde İslâm İmajı üst başlığıyla yayımlanan yazılarına dikkat kesilerek karşılaştırmak gereklidir."

Dergilerin, bir fikriyatın, bir siyasi anlayışın, bir alternatif yahut yerleşik hayat biçiminin sözcüsü olma gibi işlevlerle ilişkilendirilerek dergi hüviyetini kazanmış ve muhatap alınan kitlenin sanat edebiyat meselesine bakışı da bu çerçevede şekillendirilmiş olduğunu ifade ettikten sonra "Edebiyat dergileri etrafında kümelenen sanatkârların, aydınların edebiyata bakışı ve bunu çıkardıkları dergilerde işleyiş tarzlarının bütün bütüne toplumu değiştirme ve dönüştürme eksenli olduğunu söyleyemeyiz" yargısını dergiler üzerinden anlattı. Yönelişler dergisinin pür estetik bir konumlanışı seçerken Aylık Dergi bu konuda böyle olmadığını Mavera ve Yedi İklim'in ise biraz daha ara form olduğunu ifade etti. Yönelişler, dergisinde ortaya konan bu tutumun 80 sonrasında özellikle de postmodern kapatılma sonrasında benimsenen, salt edebiyat anlayışının alt yapısı olduğunu belirterek: "Nevi şahsına münhasır dergilerden biri de Kaşgar dergisidir. Yer yer doğudan ve batıdan klasik metinlerin de yer aldığı dergi, iki şair, Ömer Erdem ve Cevdet Karal yönetiminde çıkmıştır. Kaşgar, genel olarak, seçkinci ve estetik kaygıların ön planda tutulduğu bir dergi görünümü vermektedir. Bu yönüyle Yönelişler'in devamı mahiyetindedir."

Dönemin dergilerinin genel özelliği itibari ile tek adam dergiciliği olduğuna dikkat çeken Aldı, Büyük Doğu'nun Necip Fazıl, Diriliş'in Sezai Karakoç', Edebiyat'ın Nuri Pakdil,Aylık Dergi'nin Yaşar Kaplan,Dergâh'ın Mustafa Kutlu ile belirginleştiğini dile getirdi. Aldı, bu tek adam dergiciliğinden dolayı bazı ayrılmaların olduğunu ama bunların sürekli olamadıklarının altını çizdi. Mavera'yı çıkaran grup içinde yer alan Rasim Özdenören'in, Diriliş ve Edebiyat dergilerini "asla mezun olunamayan okullar" olarak değerlendirmesinin üzerinde durdu.

Aldı, Mavera dergisinin başında bulunan 'üç adamı' değerlendirerek konuşmasına devam etti. Kavramsal konularda Rasim Özdenören, şiir konularında Cahit Zarifoğlu ve Özal ve ANAP ile olan ilişkileri bağlamında Erdem Bayazıt'ın dikkati çektiğini belirten konuşmacı, Kavramsal konularda Rasim Özdenören, şiirsel konularda Cahit Zarifoğlu ve Özal ve ANAP ile ilişkileri bağlamında erdem Beyazıt ortaya çıkıyor. Aldı, "Erdem Bayazıt'ın dergide bulunması derginin reel politikaya angaje olmasına sebep oldu" dedi. Erdem Beyazıt'ın milletvekili olmasından dolayı dergiden ayrıldığını söyleyen konuşmacı, sunumunun devamında 90'lı yılların başında çıkan Varide dergisini anlattı.

Kur-an çalışmalarının yanında Cemalettin Kaplan'a ve Esat Coşan gibi düşünenlere Varide imzalı mektup yayınlandığına değinen Aldı, yazarlar olarak; Murat Kapkıner,Yaşar Kaplan, Metin Önal Mengüşoğlu, Zemçi ÇetinkayaAhmet Murat,Cevdet Karal,Bülent Sönmez'i Rasim sıraladı Konuşmacı, derginin özellikle Kur'an çalışmaları ve mevcut siyasi konulara dair önemli yazılar yayımladığını belirtti.İzzettin Hanifi'nin "Kur'an'ı Anlamak" başlıklı yazısının "mealci müstağniliğe" dönük ilk yazılardan biri olması bakımından önemli olduğunu belirtti.

Ardından şunları söyledi: "Eli kalem tutan herkesin bir dergi çıkarma hayali bulunmaktadır edebiyat dünyasında. Bu biraz da diğer dergilerde istediğini yapamamaktan, yer edinememekten dolayı, kendi kalesini oluşturma kaygısından ileri gelmektedir.. Ancak çıkan bunca derginin sağlıklı bir sese, berrak bir akıma dönüştüğünü, iz bıraktığını, izlek oluşturduğunu söylemek fazla iyimserlik olur. Kim ne derse desin seksen sonrasında aralarındaki esaslı farka rağmen İslami duyarlıklı olarak görebileceğimiz dergiler söz konusu olduğunda birkaç anlayış tarafından şekillendirilmektedir Örneğin Diriliş, Mavera,Yedi İklim dergilerinin sanata,İslam'a bakışları arasında bir derece farkı yoktur. Bu dergilerin sonradan çıkanları o okula devam eden öğrenciler yahut o havuza açılan musluklar gibidir. Ama Aylık Dergi'nin, Kelime dergisinin, Dergâh dergisinin yahut pür estetik bir algıyı benimseyen Yönelişler'in bu noktada aralarında esaslı bir fark olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz."

Konuşmacı, Yedi iklim'in de kısmen tek adam tutumuna ve var olanların eleştirilemezliğini savunduğunu söyledi. Bu tutumdan dolayı Aylık Dergi'ye karşı olumsuz yaklaşımlar olduğunu bildiren Aldı, derginin köken olarak Sırat-ı Müstakim'e bağlandığını ama tam da öyle olmadığını ifade etti: "Yedi iklim, bu düzlemde kendisini Sıratı Müstakim ile başlayan, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yönelişler dergileriyle aynı düzlemde buluyor. Daha açık bir ifade ile onların açtığı yolda yürümeyi ilke edinmiş bulunuyor.Ama kökeninin ilk başına yerleştirdiği derginin İslami kültüre dönük eleştirel ufkunu taşımıyor. "Geçmişte üstat ve ağabey saltanatını yıkmaya çabalayanlar, onları bir basamak olarak kullandıklarını düşünenler, kendi yıkıntılarının altında kaldılar ve şimdi artık kendileri de ortada yoklar" diyerek daha çok Aylık Dergi çevresinin eleştirildiğini görmekteyiz."

 Ali Haydar Haksal yönetiminde çıkan ve doksanlarda genç yazarlara-şairlere sayfalarını cömertçe açan Yedi İklim dergisinin yazar kadrosunda en fazla değişiklik olan dergilerden biri olduğunun altını çizen Aldı şunları söyledi: " Derginin bu genç yazarların bir kısmının kitaplarını yayınlaması bile onları bu ocakta tutmaya yetmemiştir. Artık kurumsal bir hüviyet kazanan Yedi İklim, klasik edebiyata karşı özel ilgisi, doğu şiirlerinden yapılan çeviriler, çıkardığı özel sayılar ve din-sanat ilişkisi üzerinde ısrarla yaptığı yayınla dergicilikte farklı bir yer kazanmış bulunmaktadır. Yedi İklim'in şehre ve kişiye özel sayıları (Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, M. Akif İnan, Nasreddin Hoca, Ebubekir Eroğlu, Muhammed Hamidullah, Kudüs, Endülüs, Konya özel sayıları. Dergi ayrıca şu şahıs şehir ve ülkelere özel bölüm ayırmıştır: Ramazan Dikmen, Ebubekir Eroğlu, Hasan Aycın, Arif Ay, Cemal Şakar, Orhan Okay, Necip Fazıl-Büyük Doğu Dergisi-, Alaeddin Özdenören, Bosna Hersek, Cezayir, Bağdat-Şam, Edirne, Erzurum, İzmir, Ankara, Kütahya, Sivas, Diyarbakır bunlar arasında sayılabilir."

1990'lı yıllarda Mavera dergisinin kapanması sonucunda dağılan gurubun bir bölümünün Kayıtlar dergisini çıkardığını söyleyen Aldı, bu derginin de köken itibari ile Büyük Doğu'yu seçtiğini söyledi. Konuşmacı, Ramazan dikmen, Yusuf Ziya cömert, Ömer Lekesiz gibi yazarların hem kendinden öncekilere eklemlenme hem de biraz daha özgün ürünler vermeye yönelik söylemleri olduğunu belirttikten sonra, Hasan Aycın'ın da bu dergide çizdiğini vurguladı. Dergiyi genel olarak şöyle açıkladı. "Çoğu edebiyat dergisinde olduğu gibi Kayıtlar'ın da sunuş yazısında niçin çıktığına ve kendini atfettiği kökene ilişkin önemli bir metin yer almakta.Dergi Büyük Doğu ile başlatıyor yolculuğunu. Diriliş,Edebiyat ve Mavera ile devam ettiriyor.Bu şu anlama geliyor.Sıratı Müstakim'le başlatmak İslam'ı kitabileştirme iddiasını da içinde barındırıyor.Bu aynı zamanda yazı yükünün önemli bir bölümünü de alacak bir iddia.Büyük Doğu ise var olan İslami bilginin neliğini ve niteliğini sorgulamaksızın sanat üretiminde bulunmayı içeriyor.Tabii bu atıftan sonra bu geleneğin kendilerine ait bir yorumla sunulmasını amaçlıyorlar.Burada da edebiyat düşünce kültür dergisi olma durumu vurgulanmakta.Salt edebiyat dergisi değil aynı zamanda düşünce dergisi ve gerekli görüldüğünde günceli de konuşan bir dergi olacağı vurgulanıyor.Hasan Aycın çizgisi ile başlıyor dergi.İlk sayıda yer alan Küçük Ağa'nın İslamcılığı başlıklı metin İslamcılıkla kültürel Müslümanlığın ayrım noktaları bakımından fevkalade önemli.Kurtuluş savaşı romanları içinde din adamlarının rolünü yansıtan ama İslamcı olmayan Tarık Buğra'nın eseri o yıllarda sol Kemalist çevrelerden oldukça büyük tepki almıştı.Tarık Buğra ise "bana İslami dünya görüşünün yorulmasını gerçek bir iltifat sayarım.Keşke tam bir İslami dünya görüşüm olsaydı" demektedir.Küçük Ağa'nın gerçekçiliğini İslamcılık olarak değerlendirenlere de şöyle cevap verir Buğra: "Herşeyden önce bir Müslüman toplumdan ve Müslüman insanlardan söz etmek başka,İslami dünya görüşüne sahip olmak başka şeydir."

Ömer Lekesiz'in dergide olduğu zamanlarda yakın tarih eleştirileri kaleme aldığını vurgulayan Aldı Kayıtlar'ın siyasallığı noktasında şu bilgileri aktardı: "Irak işgaline de bir bildiri ile karşı çıkan Kayıtlar Naci El-Ali'yi bizimle buluşturmuştur. Çizgi ustası Hasan Aycın'ın "Gece Yürüyüşü" albümündeki "Şehit Hanzala'yla el ele tutuşmuş ufku gözleyen kan libaslı adamlar" çizgisi, iki büyük çizerin sanat/hayat kaygısı, niyet, eylem, düşünce, muhalefet, sorumluluk algısı bakımından nasıl bir soy ilgi içinde olduklarını göstermeye yeterlidir."

Dönemin koşullarlı itibari ile dergilerin siyasallaşması sonucu edebiyat dergilerinin ivme kaybettiğini söyleyen Aldı, bu boşluğu en iyi Dergah dergisinin tamamladığını dile getirdi. Aldı, Muhafazakar Hareket çizgisinin devamı olan bu dergide birçok farklı ismin yazdığını özellikle yerli ve milli olmaya vurgu yapıldığını ve tasavvufa dönük yüzlerinin olduğunu söyledi. Dergi, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı çokça önemsendiğini ifade eden konuşmacı, siyasal konumlanış itibari ile birçok şeyden arınmış, edebiyatçıların vitrin olarak kullanabileceği bir konum elde ettiğini belirtti.

Derginin ürün olarak verdiği en önemli yazımların, İsmail Kara'nın öze dönüş düşüncesini yani İslamcılık eleştirisi yazılarının derli toplu olarak ilk defa burada yayımlandığının altını çizen konuşmacı, genel itibari ile öykü de kadın yazarların eleştiri ve şiirde erkeklerin ağırlığının olduğuna vurgu yaptı.

Aldı, dergiyi kendi içinde üç dönemde değerlendirdi:

1990-1995 arası: Çok fazla edebiyat dergisinin olmamasının avantajını yaşıyor. Bu özellik itibari ile birçok yazarın yazılarını yayınladığı bir yer haline geliyor.1995-2000 arası: Bu dönemde edebiyat dergilerinin sayılarının artması sonucunda Dergah yazarları farklı dergilerde de konumlandığı için dergide zamanla genç yazarlar görünmeye başladı.2000 ve sonra dönemde: Derginin başından beri yazılarını yayınlayan yazarların birçoğu artık farklı yerlerdeki durumlarından dolayı yazmamaya başladı.Derginin konumlanışı hakkında şunları aktardı: "Erdal Doğan'ın Edebiyatımızda Dergiler (Bağlam, 1997) adlı kitabındaki tanımla, Dergâh, çıktığı andan itibaren "bir kesimin sesi olmayı başarabilmiş" bir dergi; bu da Doğu-Batı ekseninde geliştiği söylenen düşünce yelpazesinde Doğu'ya atfedilen "mistik düşünce" sisteminin içinde kendini tanımlayan bir duruşa denk düşüyor."

Dergah dergisinden sonra 1997 Ocak'ta çıkan Hece dergisinin diğer dergilerin çizgisine kısmen bağlı olduğunu söyleyen Aldı, derginin bir yanıyla siyasal karşılığının AKP olduğunu dile getirdi. Bundan dolayı dolaylı olarak himaye ilişkilerinin olduğuna değinen Aldı,buna rağmen dergide hem liberal,hem Kemalist olmayan sol kesimin yazmasının yanında milliyetçilerin ve muhafazakarların dergiye uğramadıklarının altını çizdi.

Hece dergisinin diğer dergilerden en önemli farkının belirli isimler üstünde özel sayılar yayınlaması olduğunu söyleyen Aldı bunu Türk Dili dergisi ile kıyasladı: "Bir zamanlar Türk Dili dergisinin Türkçe edebiyatının her alanında çıkardığı özel sayılar bugün üniversitelerin Edebiyat Fakültelerinde kaynak yayın olarak okutulmakta ve önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Ancak, gerek bu özel sayıların yetersizliği, gerekse Türkçe edebiyatta son yıllarda meydana gelen gelişmeler; yeni eserlerin yazılması, yeni anlayışların edebiyata girmesi, yeni şair ve yazarların yetişmesi, dergilerin daha kapsamlı özel sayılar hazırlamalarını zorunlu kılmaktadır. Nitekim bu boşluğun farkında olan Hece dergisi Türk Öykücülüğü, Türk Şiiri, Türk Romanı, Eleştiri ve Diriliş akımını enine boyuna işleyen/irdeleyen Sezai Karakoç merkezli Diriliş,Zarifoğlu,Yahya Kemal,Nazım Hikmet,Mehmet Akif,Edebiyat dergisi… özel sayılarıyla Türkçe edebiyata hatırı sayılır bir hizmette bulunmuştur."

Bunun yanında derginin var olan siyasi tartışmalardan - Filistin hariç- kendinin uzak tutmasını kısmen Dergah dergisinin tutumuna benzetti.

Konuşmacı, bunların yanında "taşra dergileri" olmasına rağmen ufak çaplı bir toparlanma sağlayan Edebi Pankart ve Tasfiye dergilerini değerlendirdi. Düz yazı ve eleştirilerinin yanında İslami perspektifin kuvvetli olduğu Tasfiye Dergisi için yaptıkları eleştirilere karşılık ortaya verimli ürünler koyamadıklarını dile getiren Aldı şöyle devam etti sözlerine:"Ne var ki düzyazıda yakaladığı düzeyi şiirde ve öyküde i bir türlü yakalayamamıştır. Tasfiye, Aylık Dergi'nin ürün başarısını yakalayamasa bile, yaşayan, eleştirel söylemi ile edebiyatı yaşatan, kalp atışları duyulan bir dergidir."

Konuşmacı soruları cevaplayarak konuşmasının sonlandırdı.

BÜŞRA BULUT / HAKSÖZ HABER

Önceki ve Sonraki Haberler