“27 Mayıs’tan Bugüne Darbelerin Mantığı ve Mirası” Paneli
Özgür-Der, 27 Mayıs Darbesi’nin 50. yılı münasebetiyle “27 Mayıs’tan Bugüne Darbelerin Mantığı ve Mirası” konulu bir panel gerçekleştirdi.
Özgür-Der, 27 Mayıs Darbesi'nin 50. yılı münasebetiyle Bayrampaşa Belediyesi Nikah Salonunda "27 Mayıs'tan Bugüne Darbelerin Mantığı ve Mirası" konulu bir panel gerçekleştirdi. Darbe geleneğinin sorgulandığı panelin konuşmacıları, Abdurrahman Dilipak, Reşat Petek ve Hamza Türkmen'di. Panelin oturum başkanlığını, kalkışı ertelenen Filistin'e Yardım gemisine katılmak için bugün uçakla Antalya'ya gidecek olan Rıdvan Kaya yaptı.
"27 Mayıs'tan Bugüne Darbelerin Mantığı ve Mirası" başlıklı panelin Oturum Başkanı Rıdvan KAYA, Açış konuşmasını 27 Mayıs 1960 Darbesi'nden bu güne kadar 50 yıl geçti, Türkiye'deki darbe geleneğini aslında 1920-1923 yıllarından başlatmak gerekir diyerek başlattı. 1923 yılından 1946'ya kadar ordu ve sivil demokrasi arasında bir uyum sağlandığını belirtti. 1960 darbesi statükonun bu uyumunda baş gösteren gelişmeler neticesinde oldu. 1960 darbesi daha Türkiye'de sonra gelişen bütün hukuksuzluklara öncülük eden bir darbe olduğunu vurgulayan Kaya, hala 60 darbesinin uzantılarının, zihni yapısının yaşandığını belirtti. "27 Mayıs zihniyetini reddetmek, hesaplaşmak ve deşifre etmek sadece Müslüman olan kişinin değil her insanın görevi olmalıdır" diyen Kaya, sistemin temelleri oynamamalı gibi söylemlerle 27 Mayıs'ın halen çeşitli biçimlerde savunulduğunu belirtti.
İlk konuşmacı Abdurrahman DİLİPAK, Rıdvan Kaya'nın "27 Mayıs 1960 Darbesi Hangi Konjöktürde Ortaya Çıktı? Oluşum zihniyeti neydi? Darbeyi yapanlar kimlerdi?" sorusuna karşılık, 27 Mayıs'ın ilk darbe olmadığını, Osmanlı sonrasının darbelerle geçtiğini ve İttihat Terakki'nin devamı olan Şahinler Kanadı'nın (askeri kanat) yönetimi ele geçirdiğini söyledi. Dilipak; "1950'ye kadar darbe yapılmasına gerek duyulmayacak bir yönetim vardı. Kemalist kadrolar yaptırım güçlerini kendi ellerinde bulundurmuşlardı. Seçim sistemi de kendi kontrollerinde şekilde işliyordu. Tek parti vardı ve adaylar tek kişi tarafından belirleniyordu. Darbe yapmayı gerektiren bir şey yoktu" dedi. Dilipak'a göre I. Meclis Osmanlı Mebusan Meclisi'nin devamı gibiydi. Ama II. Meclis bir darbe sonucu ortaya çıkmıştı. İstiklal Mahkemeleri'nde ise bildiğiniz gibi kanunlar işlemiyordu. Zaten sorgulama yok, savunma yoktu. Böyle bir yargılama vardı!.. Muhalefet siyasal olarak örgütlenemiyordu. Bu yapı 1946'ya kadar devam etmişti. Dilipak, 2. Dünya Savaşı sonrası dünyada yaşanan çeşitli değişikliklerin, Avrupa'dan gelen baskıların ve ABD'nin da etkisiyle Türkiye'nin NATO'ya alınması gibi bir takım çalışmaların çok partili sisteme geçişi zorunlu kıldığından bahsetti. Dilipak, bugün bile kurulmasına izin verilmeyecek olan partilerin, 1945 tarihinden itibaren kuruluyor olmasının gelişen muhalefet ile birlikte kurucu güçleri endişelendirdiklerini ifade etti. Bu durum neticesinde konuşmacı, kemalist kesimin kendi içlerinden bir muhalefet partisi ürettiğini ve bunun da DP olduğu açıkladı.
Dilipak, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Mustafa Kemal birinci, İsmet İnönü ikinci adam ise Celal Bayar üçüncü adamdı dedi. Celal Bayar'ın hareketlenmeleri koordine eden bir adam olduğunu ve DP lideri Adnan Menderes'in ise aslında Atatürk'e katiplik yapmış "aile"den biri olduğunu dile getirdi. Çok partili döneme geçişte endişelenen CHP kanadı için Dilipak, DP'nin açılmasını ve halkın tavrını şöyle açıkladı: "CHP'nin karşısında hangi partiyi örgütleseniz, halk ona teveccüh ediyordu. Bana göre kimse Menderes ya da DP'ye oy vermedi. Halk CHP'nin karşısındaki partiye oy verdi. Kim olsaydı o kazanacaktı. Menderes, DP lideri olduğunda halkın istediği, halkın duymak istediği şeyi söylüyordu. Ancak bu durumdan rahatsızlanan CHP, bunu da kontrol edemeyeceğini anlayınca derin bir mutabakat ile 1960 darbesini gerçekleştirdi. Bunlar DP'nin programında olan şeyler değildi. Bu darbe CHP'nin 1946'da başlattığı süreci tersine çeviren bir şeydi. DP'ye bakıldığında aslında o da sistemin bir parçasıydı."
Dilipak'a göre Kemalist elitler için, bu ülke, ülkenin vatandaşlarına emanet edilemeyecek kadar önemliydi. Dinin, hayatın bütün alanlarından çekilmesini istiyorlardı. Devlet, dini o zaman bir şekilde kontrol etmeliydi. Halka aba altından sopa göstermek gerekiyordu. 27 Mayıs Darbesi, vahşi bir şekilde gerçekleştirilen ilk darbeydi. Dindarlar baskı altına alınmak istenmişti; ama bugünlerde kutlanan İstanbul'un Fethi ile ilgili ilk kutlamalar, o dönemde Birinci Ordu, Genelkurmay Başkanı, İstanbul Belediye Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi'nin desteğiyle gerçekleştirilmişti.
"Namuslu insanlar namussuz insanlar kadar cesur olmadıkları müddetçe bu işin üstesinden gelmemiz kolay olmayacak. Hukuk dışı her şeyi reddetmemiz gerekiyor" diyen Dilipak, salondakilere dönüp "Darbenin sebebi, sizlersiniz. Sizin baş eğmemeniz yüzünden yapıldı bu darbe!" dedi. Türkiye'deki darbelerin arkalarında İsrail ve ABD'nin var olduğunun altını çizen Dilipak, Mason Locaları'nın tüm derneklerin, vakıfların kapatıldığı bir süreçte kapatılmadığına dikkat çekti.
Konuşmacı Dilipak son oturumda ise, DP üyelerinin teslimiyetçi, susturulmuş kimseler olduğunu dile getirdi. Menderes'in karşılaştığı hazin duruma karşı bir direniş sergilemediğini, sergileseydi idamla ilgili neticenin aynı olması pahasına taraftarları tarafından bir direniş halesi olarak anılabileceğini ve hatta bunun onları diriltebileceğini ifade etti. Cumhuriyet'in, 1923'te (Mustafa Kemal), 1940'da (İsmet Paşa), 1946'ta (Adnan Menderes), 1960 (Cemal Gürsel) ve 1990'da (Turgut Özal) yeniden kurulduğunu bu arada Kenan Evren dönemi ve 28 Şubat sürecini ise bu açıdan revizyon hareketi olarak tanımlıyan Dilipak, 90'dan sonra 2010 yılına kadar radikal bir değişiklik olmamıştır diyerek; önümüzdeki aylarda darbecilerin yargılanacağı bir sürece girersek cumhuriyet yeniden kurulacaktır, dedi.
Oturum Başkanı Rıdvan Kaya, darbelere çeşitli kesimlerce bahaneler üretildiğinden ve 27 Mayıs darbesinin de meşruiyet zeminine oturtulmak için bazı sebeplerle savunulduğundan bahsetti. Bu bağlamda 'darbelerin hukuksal savunması'nın mümkün olup olmayacağını ve 27 Mayıs Anayasası'nı değerlendirmesi için -başörtüsünü savunduğu gerekçesiyle HSYK tarafından görevden alınan- Reşat Petek'e sözü verdi.
Reşat PETEK, 1950'ye kadar derin devlet ile siyasi iktidarın bir bütünlüğün söz konusu olduğunu fakat daha sonra halkın taleplerine cevap vermeye çalışan iktidardan sonra bu iki organın ayrıldığını söyleyerek sözlerine başladı. Rejimin kendi muhalefetlerini kontrol altına alma düşüncesiyle DP'yi kurduğunu ve böylece DP'nin de aslında sistemin bir parçası olduğunu ifade etti.
DP, kuruluşundan sonra CHP'nin "Milli Şef" döneminde ki baskılar ve eziyetlerden dolayı çaresizlik içersinde olan halkın kurtarıcısı haline geldiğini belirtti. Ve ardından demokrasiyi irticai kesimin iktidar vasıtası olarak görenlerin DP'yi iktidardan düşürme hazırlıklarına başladığını belirtirken 1950 yılından itibaren darbe hazırlığının var olduğunu söyledi. 1958 yılında silahlı kuvvetler içersinde oluşturulan cunta haberinin ilk olarak Binbaşı Samet Kuşçu tarafından Milli Savunma Bakanı'na intikal ettirilmesi üzerine, olayın Genelkurmay Başkanlığı tarafından incelenmesiyle birlikte; "darbe girişimini sızdırma" sebebiyle Samet Kuşçu ile birlikte 9 subaya askeri mahkemede dava açıldığını ifade etti. Yaşanan bu tür vakıaların bugün Ergenekon soruşturması yürütülürken de önümüze çıktığını ve hala daha '58 li yılların zihinlerinin var olduğunu kaydetti.
Konuşmasının devamında Reşat Petek, DP'nin iktidarı elde edememesi ve CHP'nin kazanabilmesi için, seçim yapacak olan halk üzerinde Milli Şef tarafından baskı politikaları izlediğini ve DP'yi hazmedemeyen güçlerin darbe girişimleri için hazırlıklara başladığını ifade etti. İsmet İnönü'nün " Şartlar olgunlaştığında iktidar meşru olur."cümlesini de sözlerine ekledi.
Bugün de hala darbeci anlayışın değişmediğini belirtti. 1961 anayasasıyla birlikte farklı bir partinin halkın oylarıyla tekrardan karşılaşmamak için "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir."maddesine " Millet egemenliğini anayasal yetkili organlar eliyle kullanır" eklemesi yapıldığını belirtti.
Petek, oturumun son bölümde ise darbeye hukuki bir zemin aramayla ilgili şunları söyledi: "Darbenin hukuki bir boyutunu aramak beyhudedir. Çünkü darbe; şiddet, vurmak demektir. Darbede kan ve savaş vardır. Savaş ise düşman ile yapılır. Dolayısı ile ülkenin iç şartları meşruiyet gerektirdi diye darbe için hukuki bir zeminden söz etmek mümkün değildir."
Petek son olarak; hak ve hukuktan muzdarip olan insanların bir araya gelerek direniş göstermeleri gerektiği vurgusu yaparak sunumuna son verdi.
Oturum başkanı 27 Mayıs Darbesi'yle ilgili değerlendirmesinde İslami kesimin tutumunun ne olduğunu açıklamasını da isteyerek sözü Hamza TÜRKMEN'e verdi. Türkmen, 1923 I. Meclis Darbesi ve yasaklar, baskılar, sürgün ve katliam politikalarıyla sindirilen halkın dini muhalefeti geriletildikten sonra, dindar halkın kurucu Kemalist elitler veya oligarşi eliyle batıcı ve laik bir ulus toplum olarak örgütlendiğini belirtti. 27 Mayıs Askeri Darbesi'nin ise Türk ulus toplumunu yönetimde ve toplumu kalkındırmak açısından devletçi Kemalist statükonun liberal anlamda değişip değişmeyeceği tartışmalarına bağlı olarak yapılan ve darbeci, jakoben mantığa çığır açan bir ihtilal olduğunu söyledi.
1960 darbecilerini harekete sevk eden nedenin Türkiye'deki "çevre" ve "merkez" arasında çatışma veya rekabette aranmasını belirten Türkmen, statükocu merkezin Menderes Hükümetinin politikalarına karşı duyduğu rahatsızlığı üniversiteyi, aydınları ve basını kışkırtarak gösterdiğini, rahatsızlığın ABD ve Avrupa'ya yansıyan boyutlarının da olduğunu vurguladı. Sinen kitlesel muhalefetin pasif direnişi ÇEVRE idi. Ezmeye, asimile etmeye olmuyorsa boyun eğdirmeye çalışan ulusalcı-Kemalist elitler ise MERKEZ idi.
Oysa Menderes liderliğindeki Hükümet, halkla zıtlaşarak değil, onları da imkanlı kılarak ülkeyi liberalleştirmeyi ve kalkındırmayı hedefliyordu. Türkmen, DP Hükümeti'ne yerli ve dış mihrakların duyduğu en belirgin rahatsızlığı 4 maddede özetledi:
1. Menderes ve ekibi devletçi uygulamadan Özal'ın adım attığı gibi liberal uygulamalara geçmek istiyordu. Devletçi statüko bundan rahatsızdı.
2. Statükoyu kırmak için, tarım ve kırsal kesim harekete geçirilmeye çalışılıyordu. TC oligarşisi için kırsal kesime önem vermek çevrenin merkeze karşı önünü açmak demekti ki, en büyük sakıncası da çevredeki dini aidiyetlerin güçlenebileceği konusundaydı.
3. Kore Savaşı'nda bedeli peşin olarak ödenmesine rağmen Marshall kapsamında ABD'den daha fazla kredi alınamıyordu. Seydişehir Aluminyum ve İskenderun Demir-Çelik sanayi projelerini gerçekleştirebilmek için Sovyetler Birliği ile işbirliğine adım atılmıştı. ABD ve Avrupa'yı rahatsız eden en önemli konu buydu.
4. ABD'den gerekli mali ve teknik destek alamayan DP Hükümeti, İslam Dünyası'na açılmak istemişti. Erbakan'ın D-8 projesine duyulan tepkiyle karşılaşıldı.
Ve 27 Mayıs darbecileri örgütlediği basın, aydın ve üniversite muhitlerinin diliyle baskıları ve irticayı bahane etti. Menderesin "Orduyu asteğmenlerle yönetirim" sözünü söylediği yalanıyla subaylar tahrik edildi. Darbeden sonra içinde Fuat Sezgin'in de bulunduğu 147'ler üniversiteden atıldı. Ve hemen "Hakimiyet halkındır" anlayışı, yerini 1961 Anayasa'sı ile dizayn edilen kuvvetler ayrılığı taktiğiyle hakimiyet adeta atanmış yargı ve üniversitenindir, aslında TSK'nındır noktasına getirildi.
27 Mayıs İhtilali ile hükümetin yetkileri kısılırken, kuvvetler ayrılığı sistemi ile görece bir özgürlük ortamı sağlanıyor; ama ABD'nin "Yeşil Kuşak" projesi doğrultusunda da kontrollü bir dindarlık dizayn ediliyordu. Bu süreçte sığınmacılığı depreşen milli dindarların sağcılaşmaya başladığını belirten Türkmen, Sebülürreşad dergisinden, Peyami Safa ve Ali Fuat Başgil'den örnekler verdi.
Oturumun ikinci bölümünde de Türkmen, 12 Mart 1971 Muhtırasının görece özgürlükleri geri almak, 12 Eylül 1980 Darbesi'nin ise İslami uyanışı engellemek ve İran Devriminin muhtemel tesirlerine karşı tedbir almak için, I. Meclis darbesini ve 27 Mayıs'ı yapan ordunun aynı çeteci mantığı ile gerçekleştiğini belirtti. Kemalist sistem açısından önceden din, ABD'nin Yeşil Kuşak projesi dahilinde komünizme karşı kullanılmak için; ama 12 Eylül'den sona "Ilımlı İslam" veya "Türk-İslam Sentezi" projesiyle tevhidi uyanışı engellemek ve İslam'ın bütünsel olarak algılanmasına müzade etmemek için kullanıldığını belirtti. Kontrol edilen İslam'ın kontrol mekanizmalarını aştığı vehmi ile de 28 Şubat 1997 Derbesi'nin yapıldığını belirtti. Türkmen,. kuruluşundan bu yana darbe mantığı ile yönetilen Türkiye'nin Yurttaşlık Bilgisi kitaplarında öğretildiği gibi yönetilmediğini, "Kırmızı Kitaplar"la yönetildiğini, komitacılığın, kontgerillanın, JİTEM'in son olarak da Ergenekon yapılanmasının asıl Kemalist devleti temsil ettiğini belirtti. Ayrıca Türkmen, AK Parti Hükümeti'nin "Açılım Politikaları"na ve "Kısmi Anayasa Değişikliği"ne sağcılıktan kurtulamayan muhafazakar politikalara dayanarak değil, AB politikalarına dayanarak, özellikle de 1 Mart 2003 Asker Tezkeresi'ne karşı çıkan tevhidi uyanış sürecinin ve Türkiye'deki diğer muhalif tabanın ortaya koyduğu sivil tepkinin nimetlerine dayanarak adım attığını ve darbeci mantığı geriletmeye başladığını belirtti. Türkmen, son olarak Müslümanlar olarak verili-resmi siyasete göre değil vahyi siyasete göre davranmamız gerektiğini, AKP Hükümeti'nin de olumlu icraatlarını destekleyici olumsuzluklara muhalefet edici bağımsız İslami kimliğimizi ve duruşumuzu korumamız ve güçlendirmemiz gerektiğini söyledi. Rıdvan KAYA, darbeci mantığın ve uygulamaların hukuksuzluk ve suç olduğunu, Müslümanlar olarak darbeci ve dayatmacı her türlü zulme karşı direniş bilincini kuşanmamız gerektiğini vurgulayarak oturumu kapattı. HAKSÖZ-HABER Esra Aydın – Sündüz Altuntaş
Fotoğraflar: Murat Kurt