“Sivil Toplum ve Devlet” Semineri Gerçekleştirildi
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi’nin her ay periyodik olarak gerçekleştirdiği programlar dizisi “Sivil Toplum ve Devlet” konusunun irdelemesiyle sürdü.
Kenan Levent'in konuşmacı olarak katıldığı seminer, Nurullah Canpolat'ın Kur'an tilavetiyle başladı. "Sivil Toplum ve Devlet" konusunun irdelendiği seminerde, sivil toplum ve devletin tarihsel süreci, sivil toplum ile devlet arasındaki etkileşim, İslam ve sivil toplum/STK ilişkisi ele alındı.
SİVİL TOPLUMUN TARİHSEL SÜRECİ
Sivil toplumun Batı topluluklarının özgün değerlerini vurgulamak için kullanıldığına dikkat çekerek konuşmasına başlayan Kenan Levent, "sivil toplum, 15. yüzyıldan 18. Yüzyıla kadar süren bir kesit içinde çeşitli anlamlar kazandı. Batı tecrübesinde sivil toplumun tarihsel dinamikleri; 'mülkiyet hakları', 'aile'(sanayi devrine kadar) sonra yerini bireye bıraktı ve 'şehir adabı'(şehir hayatının beraberinde getirdiği hakları ve yükümlülükleri ifade eder) olduğu görülmektedir. İskoç aydınlanmacılarıyla birlikte 'medenileşmiş toplum' anlamı kazandı.18. yüzyılda İngiltere ve Fransa'nın ulaştığı ticari ve endüstriyel gelişme düzeyindeki ülkeler için kullanılıyor. Sivil toplumun Batı geleneğinin bir aşaması, parçası olarak siyasi birliktelikleri vurgulamak için kullanıldığı gibi çoğu zaman da devlet ile sivil toplumun aynı anlamda kullanılmaktadır. Hegel'le birlikte teorik bir kırılmanın yaşanarak 'devlet' ile 'sivil toplum' kavramlarının ayrı anlamda kullanılmaya başlandığı genel kabul görmüştür." şeklinde konuştu.
"HAKEM DEVLET, SÖZLEŞME TEMELİNDE SİVİL TOPLUM"
Devlet ile ilgili teorik tartışmalara da değinen Levent, "bu bağlamda iki tür devlet yaklaşımı var. Birincisi evrensel olarak kabul edilen 'Siyasi güç teşkilatlanması olarak' tanımlanır. Aynı çevrede yaşayan insanlar tarafından uyulan sosyal hayat düzenini ifade eder. İkincisi ise uzun uğraşlar ve süreçlerle birlikte bilinçli düzenlemeler ve amaçlı bir 'kurma' ve 'yapma' olan modern-ulus devlet tanımlamasıdır. 'Belirli bir insan topluluğunun, belirli bir toprak parçası üzerinde egemen olmasıyla oluşan, hukuki kişiliğe sahip devamlı bir teşkilattır'. Bu üç unsur teorisi olarak kabul edilir. İnsan topluluğu/ulus, toprak/ülke, egemenlik/iktidar şeklindedir." dedi.
Konuşmasında devlet ile sivil toplum etkileşimi bağlamında ise; genel anlamda hiçbir iktidarın muhalefetten hoşlanmadığını, toplumu sürekli denetim ve gözetim altında tutulması gereken çok sayıda partikül(parçacık)den ibaret olarak gördüğünü söyledi. Levent, "sadece vatandaşlık görevlerini(vergi vermek, askere gitme, oy kullanma vb.) yerine getirmesi gereken insanlar olarak algılar. Genel anlamda Yönetim işlerine ehliyetli vasıfa sahip olmadıkları düşünülür. Özellikle de totaliter yapılarda (Sovyet tipi) "kurumsallaşmış yalan"la toplumun tarihsel belleği tahrip edilir. Topluma her an yoldan çıkacak 'ergen' gibi bakılır." diye konuştu.
Sivil toplumun gelişebilmesi için, devletin ekonomi, siyaset, eğitim vb. alanlarda sınırlı bir işleve görmesi yani hakem rolü üstlenmesi gerektiğinin altını çizen konuşmacı, "STK'ların farklılaşma-teşkilatlanma ve otonomileşme özgürlüklerinin sivil toplum için önemlidir. Ayrıca bir baskı unsuru olarak işlev görebilmeleri için şiddetten uzak kalarak hukuk ve siyaset kuralları çerçevesinde hareket etmelerine bağlıdır. Savunma, güvenlik, adalet ve asayiş alanlarıyla sınırlı bir işlev görmesi gerekir... Resulullahın(s) uygulamalarından hareketle bazı fukahanın da devletin işlevinin yukarıdaki gibi sınırlı olması gerektiği tezini ileri sürdüklerini görmekteyiz." dedi.
TÜRKİYE'DE STK'LARA BİÇİLEN ROL
Levent, İslam ve sivil toplum/STK bağlamında ise, İslam'ın referanslarında ve Müslümanların tarihi tecrübesinde batılı anlamda bir sivil toplum bulmanın zor olduğunu söyledi. Bu bağlamda ancak Müslümanların inançlarını eksiksiz yaşayacakları ve tebliğ faaliyetlerini özgürce yapabilecekleri, hak ve hukuklarını teminat altına alma yönündeki çabalarının bir 'sivil inisiyatif' olarak görülebileceğini söyledi. Türkiye'de geçmişten beri devletten bağımsız bir STK geleneğinin zayıf olduğunu ve bunun bugün de sürdüğünü ifade etti. Genelde STK'lara biçilen rol; ya resmi ideolojinin taşıyıcı olma ya da iktidarların politikalarını meşrulaştırmak üzere faaliyet göstermeleridir. Bunun hem yasal mevzuatlardan hem de sürekli değişken politik atmosferden kaynaklandığını söyledi. Güncel bazı olay ve örnekler üzerinden genel olarak İslami bir nitelik taşıyan STK'larda, şeffaflığa dikkat etmeme, marjinallik, siyasi perspektif eksikliği, sorumluluk üstlenmekten kaçınma, öncelikli hedef fıkhına sahip olmama, emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l –münker ilkesinden uzaklaşma, işlerini istişari bir zeminde yürütememe vb. nedenlerle doğru tutumlar geliştiremediklerini ifade etti.
Seminer soru-cevap ve katkıların ardından sona erdi.