Bütün dünyada insan hakları için mücadeleye devam etmeliyiz!
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi, 10 Aralık İnsan Hakları Günü dolayısıyla bir basın açıklaması yayınladı.
Basın Açıklamasının Tamamı:
Bugün Dünya İnsan Hakları Günü, Bütün Dünyada İnsan Hakları İçin Mücadeleye Devam
10 Aralık 2020
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilan edilişinin üzerinden 72, ‘Dünya İnsan Hakları Günü’nün kabul edilişinin üzerinden 70 sene geçti. Ne yazık ki bunca yıla rağmen yeryüzünde insan hakları anlamında doğru düzgün bir ilerleme kaydedilmemiş, yaşam hakkı başta olmak üzere en temel insani haklar gaspedilmeye devam etmiştir.
Sömürgeci güçlerin kendi iç çelişkileri, ulus devletlerin bekasının temini ve emperyal çıkarlar nedeniyle milyonlarca insanın yaşamını hiçe sayarak başlatılan II. Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan bildirgede; yaşam hakkı, eşitlik, barış, adalet, masumiyet karinesi gibi temel insani haklara vurgu yapılsa da geçen zaman bu kavramların kâğıt üstünde kaldığını ispat etmiştir. Egemen Batılı güçler ve onların işbirlikçileri için “insan” kavramının kendi değer yargılarını taşımayan halklar ve topluluklar için geçerli olmadığı bu süre içinde net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu on yıllar içinde yeryüzünde katliam, işgal, sömürü, yerinden etme gibi sayısız vahşete tüm dünya tanıklık etmiştir. İnsan haklarının sözcülüğüne soyunan uluslararası kuruluşlar ve ülkeler ise tüm insanlığın gözleri önünde yaşanan zulümlere, haksızlıklara karşı sessizliklerini bozmak istememektedirler. Mazlumların yaşadığı acılara tanıklık eden herkes bilmektedir ki tüm ağdalı sözlere ve atılan nutuklara rağmen bu dünyada birilerinin hayatı her zaman diğerlerinden daha değerlidir.
Batı merkezli değerleri benimsemeyen, onlar gibi yaşamayan her topluluk ayrımcılığa, haksızlığa uğratılmakta; nefret ve düşmanlığa maruz bırakılmaktadır. Yabancı düşmanlığı, Müslüman karşıtlığı, ırkçılık, nefret suçları gibi ihlaller Batılı ülkelerde adeta normalleşen değerler olarak görülmektedir. Bununla beraber başta İslam coğrafyası olmak üzere dünyada uyguladıkları işgal ve katliamları “güvenlik ve terör” kamuflajıyla örtmeye çalışmakta, yeryüzünü kana bulamaya devam etmektedirler.
Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Afganistan’da, Mısır’da, Libya’da, Filistin’de, Arakan’da, Yemen’de yıllardır devam eden zulmün, adaletsizliğin, insan hakları ihlallerinin sorumluları en başta mezkûr egemen unsurlar ve onların uzantısı yerli zalimlerdir.
Suriye’de rejime karşı ayaklanan ve özgürlük isteyen bir halkın haklı talebi, yüzbinlerce insanın katledilmesi ve milyonlarcasının yerinden edilerek çok kötü koşullarda yaşamaya mahkûm edilmesiyle bastırılmaya çalışılmıştır. İran ve Rusya, rejimi korumak amacıyla Suriye halkını en acımasız yollarla cezalandırırlarken ABD, Avrupa ülkeleri ve daha birçok aktör yaşananları izlemekle yetinmekteler. Dünya öldürülen yüzbinlerce sivile, hapishanelerde insanlık dışı işkencelerle katledilen sayısız masuma, muhasara altında tutulan insanlara, nerede olduğu bilinmeyen kayıplara ve yerinden edilen milyonlarca insana sadece sessiz kalmayı yeğlemiştir.
Aynı sessizlik 70 yıldır işgal altındaki Doğu Türkistan’ı sistematik zulümlerin işlendiği bir hapishaneye çeviren Çin devleti konusunda da sergilenmektedir. Kamplarda tutulan insanlar dinî ve etnik bir soykırıma uğratılmakta, her geçen gün yaşam koşulları daha da kötüleşmektedir. Ölüm, hapis, işkence ve zorla alıkoyma uygulamaları tüm tepkilere rağmen devam etmektedir. Kesin rakamlar tam olarak tespit edilemese de insan hakları kuruluşlarının tahminlerine göre son 10 yılda öldürülen Uygur sayısı 10 bini aşmış durumdadır. Bölgede halen bir milyondan fazla Uygur "eğitim kampı" adı altında kurulan toplama kamplarında tutulmakta, burada insanların inançlarına aykırı dahi olsa zorla ideolojik eğitimler verilmekte ve potansiyel tehdit olarak görülenler cezalandırılmaktadır.
Çin'deki zulmü aratmayan ihlallerin bir diğer adresi Mısır'daki Sisi diktatörlüğüdür. Darbe karşıtı gösterilerin kitlesel katliamlarla bastırılmasından sonra siyasi muhaliflere yönelik kaçırma, gizli alıkonma, işkence ve infaz gibi en ağır insan hakları ihlalleri sistematik olarak devam etmektedir. Mısır rejimi cezaevlerinde çoğu İhvan üyesi siyasi gruplardan tutuklu insan sayısının 40 binin üzerinde olduğu bilinmektedir. Yüzlerce kişiye idam cezası verilmiş ve maalesef bu idamların bir kısmı ailelere bile haber verilmeden infaz edilmiştir. Seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ise 7 yıllık işkence ve kötü muameleye daha fazla dayanamayarak geçtiğimiz yıl mahkemede duruşma esnasında hayatını kaybetmiştir.
Siyonist işgal altındaki Filistin'de ise zulüm giderek derinleşmekte, Gazze başta olmak üzere tüm Filistin toprakları koca bir haspishaneyi andırmaktadır. Batılı güçlerin Kudüs’ü Siyonizm’in başkenti kabul etme girişimleriyle Filistin halkını çok daha zor günler beklemektedir. Dünyada yükselen itirazlar, karşı çıkışlar ise karşılıksız kalmakta; İsrail Batılı güçlerden aldığı sonsuz destekle zulmüne devam etmektedir.
Yemen’de başta İran ve Suudi Arabistan’ın muhtelif çıkarları nedeniyle açlıktan ölümler dâhil olmak üzere sayısız yaşam hakkı ihlali, hukuksuzluklar ve hak gaspları gündemden düşmemektedir. Benzer ihlaller, kurumsallaşmış mezhepçi yapının İran’dan ve ABD’den aldığı destekle yıllardır Irak’ta da yaşanmakta ve Irak halkı işgalle birlikte birçok zulme maruz kalmaktadır. Libya, Afganistan ve Arakan gibi coğrafyalarda da işgal, katliam, darbecilik Batı’nın direkt ya da dolaylı müdahelesiyle adeta sıradanlaşan bir uygulamaya dönüşmüş, bu bölgelerde yaşayan insanların mazlumiyetleri dinmek bilmemiştir.
İnsan hakları olgusu İslam coğrafyası için asla gerçek bir bahse dönüşmemiş; Batılı egemenler, yerli uzantıları ve mezhepçi unsurlar bu coğrafyaya on yıllardır işgali, katliamları ve nice acımasız zulmü reva görmüştür. Her ne kadar İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tüm insanlığın haklar temelinde eşit olduğunun altını çizse de bu ideal sadece kâğıt üstünde kalan veciz bir anlatıdan öteye geçememiştir.
Yaşadığımız ülkede de her geçen gün insan hakları konusunda elde edilen kazanımların kaybedilmesi, geriye dönüşler ve hukuksuzlukların yoğunlaşması gibi bir tablo ile karşı karşıyayız. Vesayet odaklarıyla hesaplaşma ve toplumsal taleplerin karşılanması zemininde elde edilen haklar ve özgürlüklerden, özellikle 15 Temmuz’un ardından baş gösteren siyasi yaklaşımlar nedeniyle ciddi ödünler verilmektedir. Haksız yere tutuklamalar, KHK’larla mağdur edilenler, tutuklu yargılanmaların eziyete dönüşmeşi, ağır cezaevi koşulları, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engellerin artması, tırmandırılan milliyetçiliğin yol açtığı muhacir düşmanlığı, sistem karşıtı Müslümanların uğradığı hukuksuzluklar gibi birçok hak ihlali adeta sistematik bir hal almaya başladı. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi atmosfer, vesayet odaklarıyla kurulan açık-örtük ittifaklar, hukuk mekanizmasının adaleti tesis edememesi ve güvenlikçi yaklaşımın egemen olması mezkûr ihlallerin nedenleri olarak sıralanabilir. Ve bu nedenle Türkiye’nin yakın geçmişe nazaran son yıllarda ciddi iyileşme gösteren insan hakları karnesi yeniden eskiyi andırmaya başlamıştır. Son günlerde iktidar tarafından gündemleştirilen reform söylemi de söz konusu hukuksuzlukların bir nevi dolaylı yoldan kabulü anlamı taşımaktadır. Reform vaadinin neler getireceği bilinmemekle birlikte, bu çabaların ülkede insan hakları ve özgürlükler konusunda yaşanan ihlallerin geriletilmesi, haksızlıkların son bulması gibi bir perspektifle yürütülmesi hepimizin temennisidir.
İnsan Hakları Günü'nde dünyanın insan hakları karnesine bakıldığında özellikle Müslümanların yaşadığı bölgelerde felaketler azalmamış, aksine artmıştır. Bu gidişatın değişmesi ve küresel adaletin tesisi için başta Müslümanlar olmak üzere tüm mazlumların mücadelelerini yükseltmesi; zulme, adaletsizliğe ve haksızlıklara karşı ortak tavır göstermesi ve dayanışma içinde olmaları gerekmektedir.
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi