“Ahlaki bütünlükten koparılan din anlayışı”
Özgür-Der Diyarbakır Şubesinde “Ahlaki Bütünlükten Koparılan Din Anlayışı” konuşuldu.
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi haftalık seminerlerinde bu hafta Hasip Yokuş, “Ahlaki Bütünlükten Koparılan Din Anlayışı” konulu sunumunu gerçekleştirdi.
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi Konferans salonunda gerçekleştirilen seminer Nureddin Yargıcı’nın Bakara Suresi 174-177.ayetlerinin tilaveti ile başladı. Ardından ilgili ayetlerin mealini okuyan Mehmet Deniz sözü sunumunu yapmak üzere Hasip Yokuş’a verdi.
Vahyi bütünlüğe yaptığı vurgularla konuşmasına başlayan Yokuş’un, ahlaki temellerinden koparılan dini anlayışın yol açtığı teorik ve pratik sapmalar ekseninde işlediği sunumunu öne çıkan başlıklarıyla aktarıyoruz:
“Bismillahirrahmanirrahim:
“Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlarla senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra Allah, onlara yaptıklarını haber verecektir.” (En’am – 152)
“…Her bir grup ellerinin altındakiyle sevinmektedir” (Rum-32)
Yukarıda okuduğum ayetler ehl-i kitap ve müşriklerin durumunu anlatır. Bu ayetleri okuduğumuzda genellikle dikkatimiz ya ehl-i kitabın içerisine girdiği duruma çevrilir veya en iyi ihtimalle güncel durumumuza aktardığımızda Müslümanların mezhep/meşrep olarak bölünmüşlüğüne, Şiiliğin, Sünniliğin, Tasavvufun, Nurculuğun, geleneksel dini anlayışın, tarihselciliğin ve bunların her birinin kendi içerisindeki bölünmüş alt kategorilerine, bunların düşünce ve pratikte taşıdıkları zaaflara odaklanırız.
Oysa bugün burada efradını cami, ağyarını mâni gören bir anlayışı bir kenara bırakarak biraz kendimizi, kendi ahvalimizi konuşmak istiyorum. Biraz da bizlerin düşünsel ve pratik anlamda taşıdığımız zaaflara dikkat çekmek istiyorum.
İslamcılık düşüncesinin esas itibariyle tepkisel bir zemin üzerine inşa edildiğiyle ilgili genel bir tespit vardır ve bu tespit doğrudur. İnsanlığın kurtuluşunu, dünya ve ahiret saadetini vadeden bir dinin müntesiplerinin son üç yüz yıldır yaşadıkları buhran çok yönlü sorgulamaları da beraberinde getirmiştir. Kurdukları medeniyetlerle yüzyıllarca insanlığa fikri ve ahlaki rehberlik yapan bu dinin müntesiplerinin batı karşısında yaşadığı hezimetler ve içerisine yuvarlandığı kaos neticesinde bir kısım zevat faturayı tümüyle dine keserek ondan yüz çevirmiş, bir kısmı ise kusuru Dinde değil kendimizde aramamız gerektiği, bu dinin aslına, temel referanslarına samimiyetle ve ciddiyetle yeniden sarılmamız gerektiği düşüncesinden hareket etmiştir.
Dinin aslına ve temel referanslarına yeniden dönüş fikri olarak İslamcılık, genel anlamda doğru olmakla birlikte bazı zaafları da barındırdığını kabul etmek gerekiyor.”
Öne Çıkan Zaaflar ve Çözümleri
Bu bağlamda öne çıkan zaaflarımıza ve bunlara ilişkin çözüm önerilerine değinen Yokuş, konuşmasının son etabını aşağıdaki başlıklarla sürdürdü:
“1. Dinin Siyasallaşması. İktidar gücünü elinde bulunduran yönetici sınıfın, dinin toplumsal hayatta doğru bir şekilde uygulanmasını sağlayacak gayret, samimiyet ve dirayetten yoksun oldukları tespitinden hareketle, iktidar odaklı ve aşırı siyasallaşmış bir bakış ve söylem gelişti. “Dinin Siyasallaşması” olarak isimlendirilen bu bakış açısı; meselelere iktidar odaklı olarak bakan, yukarıdan aşağıya bir ıslahı öngören bir bakış açısının, bütün dikkatlerini siyasal iktidar üzerinde yoğunlaştırıp diğer birçok alanı ihmal edeceği açıktır.
2. Geleneksel müktesebatımızla aramızda oluşan mesafe. Temel referanslara dönüş iddiası ve çabası, Hz. Peygamberin güzel örnekliği ve Sünnet dahil geleneksel müktesebatın tümüne karşı agresif ve hırpalayıcı bir tutum geliştirdi. Geleneksel müktesebatla bağı koparılan Dinin modern bir bakış ve zihinle yeniden yorumlanması dışında bir şansı kalır mı? Konumuzun dışında da olsa geleneksel müktesebatın ihtiva ettiği yanlışlık ve zaafların elbette görmezden gelinemeyecek kadar önemli olduğunu vurgulamalıyız.
3. Ötekinin karşıtlığı üzerinden geliştirilen bir dil ve söylem. Kur’an nazil olduğu ilk günden itibaren Mekke’deki egemen cahili sistemi hedef tahtasına koyduğu doğrudur, ancak Kur’an’ın dili ve söylemi bununla sınırlı kalmamış, gece tertil üzere Kur’an okuma, yetimi gözetme, infak etme, adaletle davranma, haksızlık karşısında susmama gibi sosyal, siyasi, ibadi ve ahlaki birçok söylem bu dile eşlik etmiştir. Dolayısıyla bu Din bir antitez değil; hayata, eşyaya, insana dair güçlü ve derinlikli bir bakışı olan bir tezdir. Ötekinin yanlış ve zaaflarının tümüne yönelik tespit ve eleştirilerimizin tamamı doğru olsa bile bu tek başına bizim doğru bir mecrada yol aldığımızı garanti etmez.
4. Örneklik yoksunluğu. Örneklikler öylesine etkili ve bereketli ki tesiri ve bereketi yüzyıllarca devam eder. Öyle ki Sahabe-i Kiramın, Muhacirin, Ensarın ortaya koyduğu eşsiz örnekliklerin feyiz ve bereketinden hala bile istifade ediyoruz. Maalesef yüz yıllar oldu kendi içimizden bu tarz örneklikler çıkaramıyoruz.
5. Eminlik sıfatımızı yitirmemeliyiz. Ahlaki açıdan böylesine yozlaşmış bir toplumda bile “iyi insan” dendiğinde “biz” akla gelmiyorsak burada ciddi bir sorun vardır. Hz. Peygamberin risaleti boyunca işini en çok kolaylaştıran hususlardan biri onun eminlik vasfı olmuştur.
6. İhya ve ıslah çabasına kendimizden ve ailemizden başlamalıyız. İç inşayı gerçekleştirmeden dış inşayı gerçekleştirmemiz mümkün değildir. Kendi paçası tutuşmuş bir itfaiyecinin başkasının yangınını söndürebilmesi mümkün mü? Rabbimiz Kur’an-ı kerimde; “siz başkasına iyiliği emrederken kendi nefsinizi unuttunuz mu?” diye buyurmaktadır. Bu durumu özetleyen güzel bir söz vardır: “Kendi himmete muhtaç dede, kime nasıl himmet ede”
Kendi dışında herkesle ve her şeyle ilgilenenler eninde sonunda bir yerlere toslar.
Burada tabiî ki kastımız, bireyselleşerek kendi kabuğumuza çekilmek değildir. Kurumsallaşmış ve örgütlü ifsada karşı mücadele etmek ve direnmek yine ancak örgütlü bir mücadele ile mümkün olur.
7. İbadetlerimizi, zikir ve duamızı çoğaltmalıyız. Biz Allah’ı gündemimizden çıkarırsak Allah da bizi gündeminden çıkarır. (fezkuruni ezkürküm, diyor Rabbimiz)
Ömür boyu karşılaşacağımız imtihanlar, küresel ifsada karşı mücadele ederken yaşayacağımız zorluk ve sıkıntılarda en büyük azığımız işte bu ibadetlerimiz, duamız, zikirlerimizdir.
8. Okumalarımızı çoğaltmalıyız. Başta Kur’an olmak üzere okumalarımızı çoğaltmalı; bilgi, birikim ve müktesebat olarak bireysel ve toplumsal anlamda yaşadığımız sorunlara çözüm üretebilecek bir yetkinliğe ve donanıma sahip olmalıyız. Her gün düzenli olarak Kur’an okumayı ve belli bir miktar kitap okumayı alışkanlık haline getirmeli, bu alışkanlığımızı da asla terk etmemeliyiz.
9. Pratiğimize yansımayan bir dil ve söylem propaganda düzeyinde kalır.
Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda “iman edenler” lafzına “Salih amel işleyenler” eşlik eder. Dil ve söylemimiz sadece bir iddiayı dile getirir. Bu iddianın delil ve ispatı amellerimizdir. İslami tebliğ ve davette işimizi en çok kolaylaştıracak husus pratik yaşantımızdır. İnsanlar iddialarımızdan önce iddia ettiğimiz değerlerin hamurumuzdan nasıl bir şahsiyet inşa ettiğine bakarlar. Bu iyiyse fala söze hacet yok, ama bu iyi değilse söylemlerimiz propaganda düzeyinde kalır. Propaganda bildiğiniz gibi davetçilerin değil, siyasetçilerin işidir.”
Sunum soru-cevap kısmı ve dinleyicilerin katkılarıyla son bulurken program çiğ köfte ikramının ardından nihayete erdi.