Çorum’da “Yavuz Sultan Selim” Semineri
Özgür-Der Çorum Şubesi 2009-2010 dönemine ait tarih seminerlerine her on beş günde bir Cumartesi akşamları devam ediliyor. Bu haftaki semineri " Yavuz Sultan Selim ve Doğu ile İlişkiler (1444-1481)” konu başlığı ile Murat İslam sundu.
Murat İslam; Geleneksel ve resmi tarih anlatımlarının insanların zihninde oluşturduğu kirliliğe, oluşan bu kirliliklerin yarattığı ön yargı ile olayların sağlıklı bir şekilde algılanamadığını vurgulayan İslam, konu başlığından yola çıkarak Osmanlı ve Doğu halkları arasındaki ilişkileri ve karşılıklı muhatapların zaaflarına rağmen kendilerini Müslüman olarak tanımlayan halklar olduğunu hatırlattı. Müslümanların sorunların çözülmesinde vahiy temelli bir bakış açısı ile ıslah politikaları geliştirmesi gerektiğini belirten İslam, ortak değerleri ön plana alan, faklılıkları ise zamana yayarak çözmeyi hedefleyenler olması gerekirken, oysa yaşananlara baktığımızda hiç de öyle olmadığından bahsetti.
Anadolu'da bulunan halkların fikri, siyasi ve dini düşünceleri hakkında bilgiler veren İslam, doğu sufizm ve mistik düşünce ekollerinden etkilenen tarikatların varlığından bahsetti ve diğer taraftan şu anda ki Toroslar ve Maraş bölgesi olarak bildiğimiz bölgede yoğun bir şekilde Türkmen göçer aşiretleri varlığından bahsetti. Bu aşiretler genelde Şamanist düşüncesine, geleneksel hukuku ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını ve 13. yüzyıldan beri Kırmızı Külahları ile tanınan bu Türkmen Aşiretleri Kızılbaş genel adı altında anılmakta olduğu hatırlattı.
Anadolu'da yaşanan siyasi hareketliliğe de değinen Murat İslam, özellikle Osmanlı ve Safevi hanedanları arasında ki iktidar mücadelesini anlattı. Osmanlı ile aynı dine ve aynı ırka mensup olan Safeviler kendilerini farklı göstermek için mezhep olgusunu öne çıkardıklarını vurgulayan İslam, Şiiliği o zamana kadar olandan farklı yorumlayarak bir devlet mezhebi haline getirdiklerini belirtti.
Yüzyıllardır Emevi ve Abbasi saltanatlarının kılıcı altında sürekli olarak sindirilen Şii Müslümanlar, ihtirası ile Şeyhlikten Şahlığa terfi eden Şah İsmail'in çağırısını bir umut olarak gördüklerini belirten İslam, Safeviler ümmetin Şii kesiminin bastırılmış duygularının harekete geçirerek ve yüzyıllardır var olan nefretlerini kendi saltanatlarına alet ettiklerine değinerek konuşmasına şöyle devam etti.
" Şiiliği İran topraklarında kendilerini ayakta tutacak bir meşruiyet zemini olarak gören Safeviler, Osmanlı ile siyasi rekabeti Şii-Sünni savaşına dönüştürerek, iktidarda kalabilmelerini bu ihtilafın devamında gördüler. İktidarı elde etmek içinde söz konusu ihtilafı fıkhi ihtilaf olmaktan çıkararak, akidemiymiş gibi gösterdiler. Böylelikle araya kin, kan ve intikama dönüştürdüler ve karşı karşıya gelenler sanki aynı dini sahip sadece aralarında içtihat farklı olanlar değil de, bir birini yok etmeye çalışan iki din mensupları haline getirdiler.
Bu noktada Safeviler, Emevilerin tarihinde yaptıklarına talip olmuşlardı. Nasıl ki onlar Arap ırkçılığını kendi saltanatlarına bir dayanak olarak görüp " Emevi Sünniliği " çıkarmışlarsa, Safevilerde onlar gibi kendileri Türk kökenli olmalarına rağmen " İran-Fars " ırkçılığını körükleyerek " Safevi Şiiliğini " çıkardılar. Kızılbaşlar koyu bir Şii-Alevi olup Türkmenlere hitap eden Erdebil Şeyhine daha 15.yüzyılın ilk yarısından beri bağlıydılar. Karamanoğulları idaresinde Osmanlıya karşı mücadeleyi kaybetmiş olan Türkmen aşiretleri, şimdi Safeviler etrafında toplandılar. Anadolu'da Kızılbaşların manevi ve siyasi lideri sıfatıyla Şah İsmail Osmanlılar için güçlü bir rakip olmuştur."
Safevi ailesi Şia'lığı siyasallaştırınca Osmanlı da ona karşı aynı kozu kullandığını hatırlatan İslam, İş Türk hanedanlar arası rekabete girince Osmanlı'da mezhep kartını sürerek ortaya " Osmanlı Sünniliğini " çıkardığını ve yaşanan siyasi ihtiraslar yöneticileri çok hassas olan mezhebi duygulardan yaralanma yollarını araştırmaya ittiğini hatırlattı. Ismarlama fetvalar bu işi kotarmaya yettiğini belirten İslam, karşılıklı fetvalarla taraflar bir birlerini mürtet ilan edip, kanının, malının ve ırzının helal olduğuna dair fetvalar verdiklerini belirtti. Maalesef bu oyun halen oynandığını, mezhepleri dinin önüne geçiren, kendi mezhep ve düşüncelerini mutlak doğru sayan düşünce sahipleri birbirlerini tekfir etmeye devam ettiğini hatırlatan İslam, oysaki bu zihniyet İslam karşıtları için bulunmaz bir fırsata dönüştüğünü ve İslam coğrafyası aralarında bu ihtilaflara çözüm üretemediği, Kuran merkezli bir birliktelik sağlanmadığı sürece, Müslüman coğrafyasında kan ve gözyaşı akmaya devam edeceğini belirtti.
Yavuz Sultan Selim ve Doğru seferine çıkmadan önce Şah İsmail'in Anadolu'ya yayılmış olan sayıları kırk bin kadar olduğu rivayet edilen müritlerini tespit ettirerek hapis ve idam cezaları ile cezalandırdığını belirten İslam, böylelik halkın üzerinde bir korku yaratılmış ve oluşabilecek direncin kırıldığını belirtti.
Çaldıran Zaferinin Anadolu tarihinde önemli bir yeri olduğunu vurgulayan İslam, kazanılan bu zafer ile Doğu Anadolu'nun tamamı ve Güney Anadolu şehirlerini de Osmanlı topraklarına dâhil olduğunu, ayrıca Osmanlı'nın Tebriz-Halep ve Tebriz-Bursa İpek Yolu'nun kontrolünü ele geçirdiğini hatırlattı.
Osmanlıların kendi yönetim tarzlarını bu bölgede uydurduklarına değinen İslam, normal sancak teşkilatlarını kurmakla beraber, özellikle kürt aşiretlerini özel bir idareye tabi tuttuklarını ve bu özerkliğinde uzun yıllar devam ettiğini, uluslaşma politikaları ile bu özerkliğin sona erdiğini belirtti.
Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail arasında yaşanan saltanat kavgasında yine binlerce Müslüman kanı akıtıldığını hatırlatan İslam, verilen fetvalarla seferin din adına olduğu düşüncesi verilmeye çalışılsa da yapılanların İslam ile hiçbir alakası olmadığını ve masum insanların kanı üzerine kurulan iktidarların, İslam adına nasıl meşru olabildiğini sordu. Şiddete başvurmadığı sürece sadece taraf oldukları için insanların öldürülmesinin sebebi ne olursa olsun maruz görülmemesi gerektiğini belirten İslam, bugün de yerel ve küresel güçler sırf kendi görüşlerini benimsememiş, siyasi tercihlerinden dolayı insanları cezalandırmaya devam ettiklerini hatırlattı.
Yavuz Sultan Selim Memluklulara karşı sefer açmadan önce Çerkez aslından gelen Memlukları hedef gösterdiğini, Arapları onların zulmünden kurtarmak istediğini ilan ettiğini belirten İslam, kazılan zafer ila halifelik Osmanlılara geçtiğini belirtti ve konuşmasına şöyle devam etti. " Önceden anlamını yitiren halifelik, özellikle 1258'de Bağdat'ın Moğollarca işgali ve Abbasilerin yok edilmesi ile her İslam Sultanı tarafından taşınan genel bir unvandan başka bir şey değildi ve eski anlamını tamamıyla kaybetmişti. Küresel güçlerin sergiledikler uluslaştırma politikaları özelikle İslam coğrafyasında çok derin yaralar açmıştır. Birleştirici unsur olan din hayatın dışına atılarak, vatan, bayrak, dil, tarih gibi farklı değerler üretilerek ve hali hazırda mezhep, görüş, cemaat gibi fıkhı faklılıklar din gibi gösterilerek Müslümanlar bir birine düşürülmüştür. Cetvelle çizilmiş sınırlara hapsedilmiş ümmet, işbirlikçi yönetimler tarafından bir birinden koparılmış ve birbirlerine düşman edilmişlerdir." diyerek konulmasına tamamladı.
Program, soru cevap bölümü ve karşılıklı görüş alış verişlerinden sonra sona erdi.