Çorum’da “Hadis” Konusu Tartışıldı
Özgür-Der Çorum Şubesi 2008-2009 dönemine ait tarih seminerlerine her on beş günde bir Cuma akşamları devam ediliyor. Bu haftaki semineri “ Ehl-i Hadisin Yükselişi ve Sünni Düşüncenin Oluşum Süreci ” konu başlığı ile Ömer İslam sundu.
Müslümanların büyük bir kısmının mensubu olduğunu Sunni düşüncenin oluşumunun temel özelliklerinin neler olduğunu ve nasıl yaygınlaştığına değinen Ömer İslam konuşmasında şu tespitlerde bulundu. " Hadis taraftarları, sadece hadisler konusunda derinleşmiş bir grubu olmayıp, Mürcie, Şia ve Mu'tezile kadar etkili olmuş hicri 2. asrın ikinci yarısında oluşumunu tamamlamış önemli ekollerden birisidir. Bu ekol, tarihsel gelişimini Mürcie'ye yaslanarak sürdürmüştür. Haricilerin tekfir konusundaki aşırılıklarını dengeleme ve hoşgörü ortamı oluşturma kaygısı Mürcie'yi de benzer bir aşırılığa sürükledi. Mürcie, imanın olması halinde hiçbir günahın kişiye zarar vermeyeceğini iddia etti. Mürcie önceleri bir tarafsızlar akımı olarak belirdi. Temel davranış biçimi her türlü tartışmadan uzak durmaktı. Tarafsız kalmanın teorik bir gerekçeye dayandırılması gerekiyordu. Bu gerekçede zamanla oluşturuldu. İrca fikri başta Hz. Osman olmak üzere günahkâr ilan edilmiş olan her Müslüman'a uygulandı. Sahabenin üstün oluşu, onları davranışlarından ötürü sorgulamanın bir Müslümana yakışmayacağı, her birinin doğruyu gösteren birer yıldız olduğu söylemi ve Peygamberin ümmetin günahkârlarına şefaat ederek onların affedilmelerini sağlayacağı inancı geleneksel Sünni söyleminin en hassas ve en belirgin yanını oluşturdu.
Bir başka tartışma da dinin kaynakları konusunda yaşanıyordu. Yeni gelişen olaylar ve sorunlar karşısında çözümler üretmek için hangi bilgiden yararlanılacağı, Kuran ve Sünnet 'den sonra sahabe görüşlerinin de üçüncü kaynak olarak önemli olduğu hadis ehli tarafından öne sürülüyordu. Özellikle Rey ehli ve Mutezile'nin aklı ön plana çıkarmaları şiddetle eleştiriliyordu.
Abbasilerin Ehli Hadisi mezhep olarak seçmesindeki neden ise, bu ekolün daha önce siyasi hiçbir isyana destek olmamış olması ve Hilafet meselesinde iddialı bir görüşlerinin olmaması idi. Ehli Hadis için Halife'nin ne şekilde seçildiği, nasıl biri olduğu artık birinci dereceden önemli bir konu değildi. Çünkü bu meseleler yüzünden yüzyıldır Müslümanlar birbirinin kanlarını akıtıyordu. Önemli olan, Müslümanların birlik içinde olmaları ve nasıl olursa olsun bir halifelerinin başlarında olması idi. 433 yılında El-Kadir Billah zamanında resmi ulema tarafından resmi itikad bildirgesi hazırlandı ve halka ilan edildi. Artık halk bu inanç esaslarına inanması emrediliyor, bunlara muhalefet edenlerin fasık ve kâfir oldukları bildiriliyordu: Bildirinin sonunda bu esasların "Ehli Sünnet ve Cemaat itikadı" olduğu, her kim buna riayet ederse onun apaçık hak yolunda olduğu ve hidayette olduğu bildiriliyordu.
Ehli Sünnet'in siyaset düşüncesinin şekillenmesinde Eşari'nin "Allah – insan" yaklaşımının etkisi büyük olmuştur. Eşari yorumunda Allah insan ilişkisi, adalet ve sevgi yerine, salt güç ve kudret üzerine kurulmuştur. Böylece ortaya, insana nasıl davranacağı konusunda hiçbir taahhüde bağlı kalmak zorunda olmayan, dilediğini, dilediği gibi yapan bir Allah tasavvuru ortaya çıkmıştır. Eşari düşüncesinin güçlendiği tarihler, dini muhalif düşüncenin zayıfladığı dönemdir. Allah imgesi ile iktidar imgesi birbirine karıştı. Allah karşısındaki kulun konumu, sultanın karşısında tebaanın konumu ile özdeşleşti.
İslam topraklarındaki parçalanmışlığa son vererek, siyasal bütünlüğü sağlamak ve dışarıdan gelen saldırılara karşı koyabilmek için, adalet ve dindarlıktan çok, kudretle donatılmış, kahr ve cebr sahibi bir sultana duyulan acil ihtiyaç, Sünni siyaseti bakış açısını meydana getirmiştir. Bu güç vurgusu, imamda bulunması gereken, adalet, ilim, ahlak gibi nitelikleri geri plana atmıştır. Ehli Sünnet düşünürlerinin, dindar ama zayıf yönetici karşısında zalim fakat güçlü bir yönetici imajını tercih etmeleri Sünni siyaset anlayışını özetler.
Akıl yürütmenin ve eleştirinin yerine teslimiyeti ve taklidi yücelten bu yaklaşım sürekli selef otoritesine atıfta bulunarak dini konular üzerinde konuşmamayı ve amele ağırlık vermeyi savunmuştur. Burada yüceltilen amel türü, iktidarı ilgilendiren siyasal eylem olmayıp bilinen ibadet çeşitleridir.
Bu süreç de zihin, sürekli kitapları ezber, tekrar ve yorum ile 'İlim' yapıyordu: Başta Kur'an olmak üzere, 'Buharî' hadis kitapları ve daha birçok başka kitabı ezberleme 'ilim' olarak algılanıyordu. Hikmet ve hakikat artık sürekli aranacak ve keşfedilecek bir şey değil; 'ta'lim' yoluyla kitaplardan 'tahsil' edilecek bir şeydir.
'Usûl'ler (Fıkıh Usûlü, Usûli'd-Din, Hadis Usûlü, Tefsir Usûlü) Tedvin döneminde konulduğu şekliyle 'üzerinde düşünülmesi yasak' alanlar olarak devam etmiştir. Tecdit faaliyeti daha ziyade ibadetler alanında ortaya çıkan bid'atleri temizleme ve onları aslına döndürme faaliyetidir.
Eşari'nin "Din elden gidiyor, akılcılık dini yıkacak." ve Gazali'nin "Felsefe ve akıl dini yok edecek." gibi söylemler akılcılığın ve felsefenin başıboş bırakıldığında dini yok edeceği varsayımından hareketle söylenmiş sözlerdir. Önceki dönemde ortaya çıkan tabiat bilimciler, filozoflar dışlandı. Gazali, İbni Sina'yı tekfir ederken Avrupa üniversitelerinde "İbni Sina kürsüleri" kuruldu.
İslam düşüncesi tarihinde özellikle Moğol istilasından sonra Mutezile (ve Şia) dışlandı. Hanefilik çarpıtıldı. Maturidilik görmezden gelindi. Felsefe tekfir edildi. Bilim şüpheyle karşılandı. Buna karşılık Selefilik sahiplenildi. Eşarilik yüceltildi, tasavvufla avunuldu.
Hâlbuki aklın ve felsefenin dini yıkacağı falan da yoktur. Cabirin, Harezmi'nin, İbni Rüşd, İbni Sina, İbnul Heysem'in, Ebul Vefa'nın bilim kitapları Avrupa'da gördüğü ilgiyi Moğol istilasından sonra İslam dünyasında görseydi İslam düşüncesinin seyri daha başka olacaktı. " diyerek sözlerini tamamladı.
Program, soru cevap bölümünden sonra sona erdi.