‘Meleklere, Gaybe ve Ahirete İman’
Özgür-Der Beykoz Şubesi’nin ‘Akaid Dersleri’ başlığıyla aylık olarak düzenlediği konferansların yedincisi ‘Meleklere, Gaybe ve Ahirete İman’ alt başlığı ve Ahmet Aslan’ın sunumuyla dernek binasında gerçekleştirildi.
Sunumuna melekler konusuyla başlayan Ahmet Aslan, şu bilgileri aktardı:
Gaybi varlıklar hiyerarşisinde melekler en üstte yer almaktadır. Yüce Allah Kur'an'da teşbihi veya mecazi bağlamlarla sınırlandırılamayacak kadar açık ve kesin bir şekilde meleklere özel isimler de vererek onlardan şahıslaştırmak suretiyle söz etmektedir (2/Bakara, 98).
Gaybi varlıklardan biri olan melekler Allah'ın yaratması, biçim vermesi, kainattaki düzeni idare etmesi ve sürdürmesi esnasında görevi olan memur varlıklardır.
Meleklerin, şekli ve mahiyetleri, bünyeleri, sayılan hakkında çok az bir bilgiye sahibiz. Onların tam olarak nasıl varlıklar olduğunun te'vilini Allah'a bırakmak gerekir. Rabbimizin onlar hakkında verdiği yakini bilgi ile yetinmek gerekir.
Meleklerin şekli, sayısı vb. gaybi konularda bilinemeyecek olanın ardına düşüp "Allah bu misalle ne demek istedi?" diyerek konunun te'vilini araştırmak kalplerinde hastalık olanların bir özelliğidir (Bkz. 74/Müddessir, 31).
18. yy'dan beri pozitivizmin, modernizmin etkisi ile gaybi varlıklar, özelde melekler insan yaşamından kovulmak istenmiştir. Bu kültürün etkisinde kalan birçok müslüman da sözde meleklere imandan bahsettiği halde, yaşantısında onların etkisini gözardı eder olmuştur.
Meleklerden Kur'an'da o kadar çok söz edilmiş, şahıslaştırılmış, somut etkileri gösterilmiştir ki, onları modernizmin etkisi ile iyiye hizmet eden tabiat kuvvetleri diye yorumlamak imkansızdır. İsimleri belirtilen, görevleri ve Allah'a bağlılıkları uzun uzun açıklanan melekler, Kur'an'da ontolojik bağlamda şahıslaştırılarak anlatılmıştır.
Meleklerle İlişkisi bakımından Cin, İblis, Şeytan, Ruh vb. kavramlarla birlikte ele almak istediğimiz bu konuda amacımız birtakım kelime çözümlemeleri yapmak değildir. Fakat kelimelerin sözlük, terim ve kavram anlamları üzerinde durmak mesajın daha iyi anlaşılmasına, hizmet edecekse anlamlıdır.
Daha sonra meleklerle ilgili batıl inançlara, meleklerin iman esası olmasının hikmetlerine ve meleklerin çeşitlerine değinen Ahmet Aslan, dinleyicilerle şu bilgileri paylaştı:
a- Meleklerle İlgili Batıl İnançlar
Müşrikler Allah'ın elçilerinin melekler olması peygamberlerin onlar gibi soyut varlıklar, olağanüstü özellikler gösteren kimseler olması gerektiğini iddia ederler (Bkz. 6/Enam, 50, 89; 25/Furkan, 7).
Yahudiler ilahi vahyi Hz. Muhammed'e getirdiği için, İsrailoğulları'na getirmediği vahiy meleği Cebrail'e düşmanca hisler beslerler (Bkz. 2/Bakara, 97-98).
Müşrikler melekleri Allah'ın kızları olarak görerek Rabbimizle soy bağı iddiası ileri sürerler (21/Enbiya, 26).
Müşrikler meleklerin Allah katında kendilerine torpil yapacak aracı kurumlar gibi düşündükleri için, Lât, Menât, Uzzâ gibi dişi isimler verdikleri putlara tapınırlar. Bu yanlış şefaat anlayışı putperestliğin felsefesi olarak İleri sürülmektedir (Bkz. 21/Enbiya, 28; 53/Necm, 26).
b- Meleklerin İman Esası Olmasının Hikmetleri
Her şeyden önce meleklerin iman esaslarından birisini oluşturmasının sebebi tenzih içindir. Kur'an'da gösterilen temel iman esaslarından birisi de gaybi varlıklar olan meleklere imandır, yinelemek gerekirse melekler, Allah'ın yaratması, biçim vermesi, kainattaki düzeni idare etmesi ve kainatla ilgili işlerin akibetini takibetmesi esnasında görevli kıldığı bir tür memur varlıklardır. Ontolojik bağlamda şahıslaştırılmış varlıklardır. Allah maddi ve soyut bütün varlıklardan aşkındır. Oysa bazı müşrikler Allah ile melekler arasında soybağı iddia etmişlerdir. Nasıl maddi varlıklar Allah'ın yaratıcı kudretinin eseri ise, O'na ortak değilse soyut varlıklar da O'nun ortakları değil görevlendirilmiş hizmet ehlidir.
Her muktedirin yanında O'na hizmet eden, sözünü dinleyen, buyruğundan çıkmayan kadrolar vardır. İşte melekler de Allah'ın hizmet ordusudur.
Melekleri tasavvurun zorluğu insana Allah'ı tasavvurun daha da zor olduğunu O'nun zatını idrak etmenin imkansızlığını öğretir. Böylece meleklere iman, Allah'ı soyut varlıklara benzetmekten insanları alıkoyan bir işlev görmüş olmaktadır (Bkz. 42/11,37/180).
Gizli âlem varlıklarına isnad edilen kudret ve kuvvetin maddi alem üzerinde meydana getireceği etkinin kaynağının ve buyruk merkezinin Allah'ın şanlı makamından çıktığına inanmak, şirki önlemektedir. Çünkü meleklere iman Allah'a imandan sonra gelmekte ve sıfatları itibariyle buyruktan çıkmayan, itaatkar varlıklar şeklinde anılmaktadır.
c- Meleklerin Çeşitleri
Meleklerin çeşitli dereceleri vardır. Fakat hangisinin hangisinden üstün olduğu ile ilgili kesin bir karineye sahip değiliz (Bkz. 37/Saffat, 164-165).
Derece farkı gözetmeden sıralamak gerekirse meleklerin Kur'an'da geçen çeşitleri şunlardır:
1) Hazenetü'l-Cehennem Melekleri: Görevleri cehennemi beklemek, korumaktır. Son derece şiddetli, korkutucu bir görünümleri vardır. Fakat Allah'a karşı son derece uysaldırlar (Bkz. 40/Mü'min, 49; 66/Tahrim, 6; 74/Müddessir, 30-31).
2) Kadir gecesi esenlik için yeryüzüne inen melekler (Bkz. 97/Kadir, 3-5).
3) Arş'ı, Allah'ın kudretinin sembolü tahtında taşıyan melekler (Bkz. 40/Mü'min, 7-9; 69/Hakka, 16-17).
4) Arş'ın etrafında koruyuculukla görevli melekler (39/Zümer, 75).
5) İstiğfar melekleri: Mü'minlere İslami mücadeleyi üstlenen öncülere Allah'tan bağışlanma dileyen melekler (40/Mü'min, 7-9; 42/Şura, 5).
6) Sicil melekleri: Kiramen katibiyn diye de bilinir. İnsanların bütün yaptıklarını dosdoğru yazar, kayıt altına alırlar. İnsanın sağ ve sol tarafında yer alarak sevap ve günahlarını eksiksiz arşivlerler (Bkz. 8/Enfal, 10-12; 10/Yunus, 21; 43/Zuhruf, 80; 50/Kaf, 17-18; 82/İnfitar, 7-12).
7) Mikail (Bkz. 2/Bakara, 97-98).
8) Gözlemci melekler: İnsanların amellerini gözlerler (13/Ra'd, 11).
9) Hafaza melekleri: Şer güçlerden insanları korumakla görevlidirler (13/Ra'd, 11; 86/Tarık, 4; 82/İnfitar, 10-12).
10) Ölüm melekleri: İnsanların canlarını almakla görevlidirler. Mü'minlerin canlarını güzel, kafirlerinkini ise acı bir şekilde alırlar. Azrail ismi Kur'an'da geçmemektedir. Ölüm melekleri çoğul olarak geçmektedir. Can alma görevinin sadece Azrail tarafından yerine getirildiği iddiasının Kur'an'da bir dayanağı yoktur (Bkz. 6/Enam, 61, 93; 16/Nahl, 28, 32; 32/Secde, 1; 33/Ahzab, 43).
11) Mukarreb melekler, Allah'a diğer meleklere göre derece olarak daha yakın olan seçkin meleklerdir. Melekler derece olarak birbirine eşit değildirler (Bkz. 37/Saffat, 8, 164, 165).
12) Sur'a üfüren melek tüm canlıların ölüme garkolduğuna tanıklık eden birinci, yeniden diriliş tanıklık eden ikinci üfürüşle görevlidir (Bkz. 39/Zümer, 68).
13) Yardım Melekleri: İslami mücadele yürüten kadrolara, cihad esnasında gaybi yardımların elçiliğini yaparlar. {Bkz. 2/Bakara, 254; 3/Al-i İmran, 124-125; 5/Maide, 56; 8/Enfal, 9, 12, 19, 26, 43, 50; 9/Tevbe, 26; 17/İsra, 60; 33/Ahzab, 9; 34/Sebe, 23; 48/Fetih, 4, 27; 58/Mücadele, 22; 92/Leyl, 7).
14) Azab Melekleri: İnkarcılara dünyevi ve uhrevi azapla görevlidirler (Bkz. 9/Tevbe, 26; 66/Tahrim, 6; 67/Mülk, 9; 74/Müddessir, 30-31).
15) Helak melekleri: Azgınlıkta ve taşkınlıkta ıslah edilemeyecek kadar günaha batmış müfsid toplumları yok etmekle görevlendirilmiş meleklerdir (Bkz. 11/Hud, 81).
16) Müjdeci melekler: Peygamberleri ve salihleri ahirette cennetle müjdeleyen melekler (Bkz. 11/Hud, 69-74; 19/Meryem, 17-19; 41/Fussilet, 30).
17) Vahiy meleği: Allah'ın mesajını peygamberlere taşıyan, elçilik eden melek vahiy meleği Kur'an'da üç isimle anılmaktadır.
a) Cebrail (Bkz. 2/Bakara, 87, 253, 5/Maide, 110; 16/Nahl, 102; 26/Şuara, 193; 70/Mearic, 4; 78/Nebe, 38; 97/Kadir, 4).
b) Ruh ve ruhü'l-kuds: Kutsal ruh (Bkz 2/Bakara, 87, 253; 5/Maide, 110; 16/Nahl, 102).
c) Cibriyl (Bkz 2/bakara, 97-98, 66/Tahrim, 4).
Sunumuna gayb konusuyla devam eden Aslan, bu konuda da aşağıdaki bilgileri aktardı:
Kur'an'a yakıni iman
Rabbimiz, Kur'an'daki ayetleri aklederek/fıkhederek ondaki ilmin Allah'tan olduğuna ikna olarak iman etmemizi ister. Ancak ona henüz iman etmeyenler veya kalbinin Hz. İbrahim gibi ölülerin nasıl diriltildiğini iyice "huzur ve güven bulmak/itmi'nan" için soran (2/260) kişiler, Hz. Muhammed'e inzal olan Kur'an'ın korunmuş olarak bize kadar intikal etmesi hususunda da yakîni bir bilgi sahibi olmak isteyebilirler. Zira Kur'an tarihi üzerine yazılan eserler genellikle ahad haber düzeyinde zannî rivayetlere dayanmaktadır ve bu bilgiler yakîn oluşturmamaktadır.
Takiyuddin Nebhani, düşünce ve yakîni inanç konusunda eski İslam düşünürlerinden de yararlanarak Kur'an üzerinden metodolojik bir çıkartımda bulunur.3 Akletme/fıkhetme fonksiyonlarının yerine gelebilmesi için öncelikle düşünceye konu olan vakıa/olgunun var/vakii olması; yani gerçek olması gerekir. Vakii olan veya düşünceye veya inanca konu teşkil eden bilgi üç halde bilinir:
1- Vakıa bizzat gözlenir. Yanan ateşin varlığı gibi.
2- Vakıa eserinden bilinir. Görmesek de güneşin ışığından güneşin varlığına ve batmamış olduğuna hükmedilir.
3- Vakıa kesin/yakîni haberle iletilir. Vakıa hakkında vakıa ile irtibatlı herkes ve bütün ekoller, vakıa hakkında aynı şeyi söylüyorlar veya vakıa bilgisini aynen aktarıyorlarsa bu bilgi gerçektir. Örneğin aya çıkılmadığını iddia eden, ancak vakıa ile doğrudan ilgisi olamayan kanaatler spekülatiftir. Ama aya çıkılmasını izleyen yani vakıa ile doğrudan irtibatı olan dünyadaki bütün astronomi bilginleri birbirlerini tanımasalar hatta ideolojik kamplaşmalar içinde de bulunsalar bu olayı doğrulamaktadırlar.
Kur'an ve Gayb Alanı
İlk inzal olan sûrelerde hayatın öncesi, anlamı ve sonrası ile ilgili temel, evrensel ve kaçınılmaz sorular üç kategoride aydınlatılmıştır. Kur'an bütünlüğü içinde de ele alınan gaybi ve itikadi konularla ilgili ayetler üç başlık altında tasniflenebilir:
1- Doğrudan itikad konusu olarak gaybın haberlerini aktaran ayetler.
2- Şirk koşanları veya gaybi haberlere inanmayanları uyarmaya yönelik ayetler.
3- Gayb alanıyla ilgili ölçü bildiren ayetler.
İtikadda Sübutu Kat'i ve Delaleti Kat'i Nassa Dayanmak
Kur'an merkezli salih tutum, Kur'an dışı rivayetler ve zanlarla ihtilaflar oluşturan akaid mezheplerinin kuruluşuna; yakîn ifade eden muhkem vahye rağmen ruhbanlar gibi gayb biliciliğine yönelenler karşısında, Rabbimizin gayb konusunda hududullahı gösteren ayetlerini iki cümlecikle özetlemişlerdir: İtikad "Sübûtu kat'i ve delaleti kat'i" nass ile oluşturulur.
"Sübût" kelimesi, yakîn gibi sabit ve kat'i olanı ifade eder. Sübûtu kat'i nass, dinde sabitliği, vakiiliği ifade eden ve bize intikali konusunda hiçbir şüphe ve ihtilaf taşımayan bilgidir.
Kur'an'ın vakiiliği ve bize intikali sübûtu kat'idir. Yani Kur'an kesin/yakîn bilgiyi ifade eder.
Aslan gayb konusunu şu çıkarımlarla da sonlandırdı:
1- Kur'an'ın muhkem ve delaleti açık nassları dışında, sübûtu kat'i özellik taşıyan, yani yakîni başka bir sahih itikad kaynağı yoktur.
2- Korunmuş ve kesin ilim ifade eden vahyin dışında, itikadımıza sübût bakımından da vürûd (bize ulaşması) bakımından da tamamen zanna dayanan gayb haberleriyle zulüm karıştırmamalıyız.
3- Allah'ın Rasulü Hz. Muhammed, ed-din adına bizi ilgilendiren ve bağlayan Kur'an bilgisi dışında gaybi haber bildirmemiş veya va'z etmemiştir. O, Kur'an bilgisi dışında da gaybı bilmez. Kendisine ed-din olarak Kur'an gibi korunmuş başka bir kitap veya bilgi verilmemiştir.
4- Bize hadis diye sunulan ve Kur'an bilgisine aykırı olan İsa'nın ve Deccal'ın nüzulü, kimlerin cennetlik olduğu veya alın yazısı şeklindeki kader inancı gibi rivayetler Rasulullah (s)'a ait olamaz. Çünkü sünnet ve hadisler Kur'an'a racidir; Kur'an vahyi dışında yeni bir itikad haberi bildirmezler. Bu tür rivayetler vakıa ve vürûd bakımından kesinliği değil zanni haber boyutunu yansıtmaktadırlar. Gaybi alandaki zannın ise hiçbir şey ifade etmediğini Rabbimiz muhkem ayetleriyle belirtmektedir.
5- Kur'an'ın yaşanmasında usvetu'n hasene olan Hz. Muhammed'in sünneti ameli alanla, Kur'an'ın uygulamasıyla ilgili boyutla alakalıdır ve bağlayıcıdır. İman esaslarında da, gayb haberlerinde de Rasulullah'ın bilgilendiği ve inandığı tek kaynak Kur'an vahyi idi. Rasulullah ancak iman esaslarıyla ve gaybi alanla ilgili sadece Kur'an ayetlerini pekiştirici sözler söyleyebilir. Kur'an dışı bir itikadi veya gaybi haberden bahsetmez. Mezheplerin Kur'an dışı gaybi alanla ilgili itikadlarını ve Kur'an dışı gayb haberlerini zenginlik göremeyiz. Çünkü içtihad alanı gayb alanı değil, amel ve fıkıh alanıdır. Kesin bir bilgi sahibi olmadan Mekke dönemi cahilleri gibi bigayr-i ilim ile gayb alanında mezhepler oluşturmak İslam ümmetini parçalayan en önemli saik olmuştur ve bu tür sapmalardan acilen arınmamız gerekmektedir.
Ahmet Aslan son olarak sunumunu ahiret konusuyla bitirdi:
Ahirete iman, Rabbimizin denetleyen bir ilah olduğuna iman etmekle de irtibatlıdır. Hakimiyetinde ortağı bulunmayan Yüce Allah, yarattıktan sonra kenara çekilmeyen, yaratmaya devam eden ve var ettiklerini de başı boş bırakmayıp onlarla alakasını çeşitli biçimlerde sürdüren bir ilahtır. İşte ahirette çekileceğimiz hesap da Rabbimizin denetleme araçlarından biridir.
Bu yönü ile ahirete iman, Allah'a imanın ayrılmaz bir parçası, mütemmim cüzüdür.
Öteki dünya inancı insanların dünya hayatına karşı aşırı bağlılıklarını önleyerek kin, nefret, hasetlik, hırs, bencillik gibi duygularını eğiterek ıslah eder. Zamanla bu duyguların baskısından kurtulmayı sağlayan bir inançtır, ahirete iman. Her anımızı uhrevi hesaba hazır olma diriliği ile geçirmeyi hedeflediğimizde, kendi öz benliğimizin kötülük çağrılarına ve şeytanın askeri olan zalimlere karşı hiçbir korkumuz kalmayacaktır. Ahireti önceleyen biz müminler adımlarımızı ölçülü ve hesaplı atmak zorundayız.
Ahirete iman; insanları kötülüklere karşı eğitip, şer odaklarının çağrılarına karşı daima hazır bir ruh hali ile, manevi donanımlar kazandırır. Bu iman ile kalbi dolu olan kişi, faiz, hırsızlık, rüşvet gibi toplumda daima garibanın/ mustadafın ezilmesine yol açan illetlerden uzak durur. Böylece tertemiz bir ruh ve kişilik sahibi olan müminlerin kendileri ile ve toplumla aralarında ilişki zulüm değil adalet temelinde yükselir.
Manevi doyum ve huzurun bir teminatı da kul hakkına girmemektir. Ahirete kuşkusuz bir inançla iman edenler, başkalarının haklarına girmezler. Çünkü ölümün ağızları acıtan tadı, nefislerimizdeki dünya metaına karşı aşırı olan tutkumuzu firenleyen önemli bir işlev görmektedir. Değil mi ki, ölüm sonsuz mutluluğun ve huzurun bir başlangıcıdır; öyleyse söz dinlemeyen nefsimize ve çevremize durmadan ahireti hatırlatarak arınalım arındıralım...
Yeniden diriliş inancının unutulduğu, nihai hesaba hazırlıklı olma bilincinin yitirildiği bir dünyada, bütün maddi donanımları elde etse de, insanlar manevi destekten yoksun kalmaktadırlar. Alabildiğine bencilleştikleri için, huzursuzluklarına çare olacak devalar ararken yaptıkları imdat çağrılarını da kimseye duyuramadan, bir ömrü yok yere heba etmektedirler.
Ahiret inancı kalplerimizde ne kadar güçlü bir yer işgal ederse, bizi kötülüğe çağıran iç ve dış etkenlere karşı o kadar donanımlı, hazırlıklı olma imkanını elde edebiliriz. Ne mutlu bize ki, , nice günah davetlerini güçlü bir ahiret bilinci sayesinde bertaraf ederek etkisiz kılacak bir manevi dayanağımız vardır.
Rabbimiz, öteki dünyayı önceleyen müminlere şeytanların kötülük temennilerinin bir zararının dokunamayacağını Kur'an'da müjdelemektedir. Sebe Suresi'ndeki bu muştuya göre; ahirete kesin bir inanç taşıyan müminlere İblis'in askerleri olan insan ve cin şeytanlarının körüklediği şer odaklarının belirleyici bir etkisi olamaz. İşte Sebe Suresi'ndeki muştu:
"Halbuki İblis'in onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı bir gücü yoktu (zaten İblis'e insanları baştan çıkarma iznini vermişsek), ahiretin varlığına gerçekten inananları ona şüphe ile bakanlardan kesin bir şekilde ayırt emek için vermişizdir. Çünkü Rabbin her şeyi görüp gözetendir."( Sebe,34/21.)
Sadece öteki dünyanın varlığından bütünüyle emin olanlar, şeytana karşı kutlu bir direniş örneği gösterirler. Bu direnişi gerçekleştirmeye çalışmayanların ise, beşeri kuruntularla ahirette büyük bir mükafatı ödül olarak alma hesabı yapmaları boşunadır. Çünkü biz müminleri diğer insanlardan ayıran en önemli vasıf; gayba iman etmemiz ve bu imanın gereklerini Ğarrra'ya/beşeri kuruntulara kapılmadan yerine getirme cihadı içinde olmamızdır.
Şeytani dürtülerle kendilerini kandırıp, ahiretin bedeli olan dünyevi ameller işlemeyenlerin kuruntuları öte dünyada gerçekleşmeyecek ve onlar onulmaz bir üzüntüye gark olacaklardır. Bu hüznün ise, içinde ebediyyen boğulmaktan başka bir faydası yoktur.
Öyleyse, ahiret gibi gaybi konularda kuruntuları bırakalım. Sadece ilahi vahyin kesin doğrularına teslim olalım. Doğrudan veya Allah adına kandıran şeytan ve askerlerine karşı uyanık olalım. Sonsuz ve bitimsiz ahiret mutluluğunu elde etmenin dünyevi bedellerini öderken yarım gönüllü olmayalım. Allah'a tam bir teslimiyet göstererek dünyada ve ahirette iyilik isteyelim. Bu dünyanın lehine ahiretten vazgeçenleri değil, ahiret lehine bu alemin sınırlı nimetlerinden vazgeçen peygamberleri örnek alalım.
Haksöz Haber / Beykoz