‘Kadere İman ve İrade Meselesi’

‘Kadere İman ve İrade Meselesi’

Beykoz Özgür-Der şubesi’nde “kadere iman ve irade meselesi” konulu seminer Akif Bilgir tarafından sunuldu.

Akif Bilgir'in sunumunun notları:

İmanın tahrifi dinin tahrifi anlamına gelmektedir.

Kur'ana dayalı İslam akidesinin tahribi daha hicri 1.yüzyılın ikinci yarısında başlamıştı. Siyaset kaynaklı olan ilk ihtilaflar çok geçmeden yöneticilerin ihaneti, toplumların cehaleti sonucu akidevi ihtilaflara dönüştü.

Önce Akide sulandırılarak kelamlaştırıldı. Herşey tartışılıyordu. Daha da vahim olanı, körün taşı körün gözüne tartışmaları (kelam) akideleştirildi ve ümmetin önüne iman edilmesi gereken esaslar olarak sunuldu. O dönemin akaid yazarları sahih akideyi korumak yerine kendi bağlı oldukları hizip ve grupların görüşlerini korumayı tercih ettiler.

Bu dönemde, yöneticilerin de teşvikiyle başta KADER olmak üzere bir çok konu Kur'ani ekseninden uzaklaştırılarak tahrife uğradı.

İradeyi ve seçmeyi insanın kaderi kılan Allah'ın mutlak iradesi, kulun mukayyet iradesinin rakibiymiş gibi algılanıp insanın irade hürriyetine ve seçme özgürlüğüne karşı bir büyük mücadele başladı.

Bu akidevi tahribatların sonuçları her alanda vahim oldu. Atalet, cehalet ve sefalet karanlıkları içinde yaşayan ümmete bütün bunlar bir KADER olarak empoze edildi. Çünkü bu, hakim siyasi,dini ve ekonomik güçlerin işine geliyordu.

İslam akide de, rububiyette, uluhiyette, düşüncede, eylemde, ibadette ve siyasette,özetle tüm alanlarda tevhidi öngören bütüncül bir HAYAT NİZAMIDIR.

Önce akide kelamlaştırıldı. Sonra kelam akideleştirildi. (Kelam: Söz, cedel, yaralama, söz düellosu, laf yarışı…)

Önceleri hakkında kat'i nas olan konularla sınırlı kalan İslam akaidi , birtakım olaylarında yardımı ile sulandırılarak hakkında kat'i nas bulunmayan meselelerde akide olmaya başladı.

Kelam münazaraları bir gösteriye dönüşmüştü. İnsanlar maç seyreder gibi kelam münazaraları seyretmeye geliyor ve bir futbol taraftarı gibi kendi tarafına destekliyordu. İmam Ebu Hanifi'de bir dönem bu tartışmalara merak salmış daha sonra bu işin yanlış olduğunu anlayarak bu tartışmalardan uzaklaşmıştır.

Her halkanın müstakil bir fırkaya dönüştüğü,yapılan tartışmalar arasında gerçek İslam inancının kaynayıp gittiği ve toz-dumandan kimsenin kimseyi görmediği böyle bir zamanda bazı insanlar ,selefin kelam ilmine karşı aldığı soğuk tavrı bırakarak tehlikede gördükleri İslam inancını bu ilim yolu ile korumak için yola koyuldular.!

Bu insanların yaptıkları ilk iş neyin iman, neyin değil olduğunu tesbit etmekti. Belki bunda haklılık paylarıda vardı. Çünkü tarifi yapılmamış, sınırları tayin edilmemiş her şey tartışılmaktan alıkonulamazdı.

Bu kaygılardan yola çıkarak bazı kelamcılar İslam akidesini CİBRİL HADİSİ ile sınırlandırdılar. Bu meşhur hadisde iman birkaç madde ile özetleniyordu. (Buhar, iman, 37 – Müslim, iman ,5)

Sonraki ilmihallere İMANIN ŞARTLARI olarak geçen bu hadisin ilk beş maddesi KADERE İMAN dışında NİSA Suresi 136.ayette de vardır. Ne ki iman edilmesi gerekli olan şeylerin tümü sözkonusu hadisdeki maddelerle sınırlı değil elbet. Zaten bir şeyin imana konu olabilmesi için o şey hakkında kat'i nas olması gerekir. Ünlü Cibril hadisindeki iman esaslarını inancımıza konu eden sözkonusu haber değil, Kur'an'daki kat'i naslardır.

Tabi ki bu maddelerin dışında da Kur'an'da iman edilmesi gerekli esaslar vardır. Cennet, Cehennem, rızık, ecel gibi… Sonradan gelen bazıları buna Allah'ın ahirette görülmesi, Allah dostlarının kerameti, kabir azabı gibi maddelerde aklemişlerdir. Kelamcılar eşyanın hareket yada sükut halinde oluşunu, atomun bölünmezliğini, Yezid'e lanet edilip edilmeyeceğini, hatta yeryüzünün dönmediğini bir akaid olarak sorunu olarak ele alıp imanın şartlarına bunlarıda ilave etmişlerdir.Aynı akıbet islamın şartlarında da yaşanmıştır.

Ünlü Cibril hadisinin kelamcılarca öne çıkarılması taklidi imana sahip olan yığınlar için dinin esaslarını öğrenme ve uygulamada pratik ve kolay bir usul olarak hüsnü kabul görmüştür.

Halkın dinin temel kaynakları ile doğrudan muhatap olmasının zorluklarına, Arap olmayan kavimlerin Müslüman oluşu ile ortaya çıkan dil sorununu da eklersek, bu gibi sayılara dayalı pratik tasniflerin Müslüman yığınlar nezdindeki önemini daha iyi kavrarız.

Ne ki bu üslüp bir mahzuruda beraberinde getirmiştir.İmana konu olan maddeleri ve dinin emir ve nehiylerini belli sayılarla tahdit altına almak ve sanki onun dışında iman edilecek ve uyulacak şeyler yokmuş izlenimi vermek…. Gerçi islamın şartları olarak ilmihallere geçen beş madde daha sonra detaylandırılarak "32 farz" hatta oda yetmeyip "54 farz" gibi yeni sayılara dökülerek bir takım farzlar daha ilmihal kitaplarına girmişse de sözkonusu ettiğimiz mahzur ortadan kalkmamıştır.

Şu bir gerçek ki Kur'an'ın her ayetine iman,imanın en vazgeçilmez şartıdır. Ondaki bir ayeti, Kur'an'ın muhkematına dayalı sarih bir hükmü inkar edenin ne imanla ne de islam'la alakası kalır.

TEVHİD VE KADER

Kader ve türevleri olan kadr,mikdar,kudret,takdir,mukadderat gibi kelimelerin tevhid akidesi içerisinde yerini doğru tesbit etmek gerekir.

Kader konusunda iş kelam'a (laf yarışına) dökülerek Kur'an göz ardı edilmiş,tozun dumana,yakinin zanna,nass'ın dedi-koduya karışıp hizip kavgaları arasında Kur'ani KADER inancı kaynayıp gitmiştir.

Kur'an'da KADER 'i aramamız gerekir.

" Elbette Allah her bir şeye KADİR'dir(çokça güç yetirendir) " (65/12)

KADİR : Takdir eden, kaderini çizen, ölçüsünü belirleyen, yerini ve zamanını tayin eden, güç ve kuvvet yetiren, gelişim çizgisini belirleyen, oluşumunu tayin ve takdir eden, sınırlayan ve tahdid eden, kıymet ve değer koyan, hakimiyeti altına alan manalarına gelir.

Hicri 2.ve 3. Yüzyılda bayağı kızışan,hatta etrafında yapılan tartışmalar kısa zamanda mezhepleşen kader konusu bu noktada da kalmayıp sözkonusu tartışmaların galibi olan kelamcıların kendi nazariyelerini kader' iman adı altında cahil kitlelerin eline tutuşturmalarıyla sonuçlanmıştır.Bu tavır ümmeti katı bir Kaderciliğin hoyrat pençesine düşürecektir.Kur'an'ın şiddetle reddettiği şirk koşanların kader inancı, zamanla Müslüman kitlelerin kader inancı haline gelecektir.

Müşrikler şöyle diyorlardı " Eğer Allah dilemeseydi biz O'ndan başka şeylere tapmazdık." (16/35)

Şirklerini Allah'ın kendileri için yazdığı kader'e bağlayan müşriklerin bu sapık kader inancı ile " Eğer Allah dilemese bu zalimler ve kafirler bizim başımıza geçmezdi" , "Eğer Allah dilemese biz bu hale düşmezdik" , "Eğer Allah dilemese onlar bizim yerimizde biz onların yerinde olurduk" yollu düşünen günümüz cahil kitlelerinin kader inancı arasında benzerlik dikkat çekiyor.

Kader Kur'an'da şu manalarda kullanılmıştır.

Kader tüm çağrışımları ile ölçü anlamına kullanılır." Allah her bir şey için bir ölçü (kader) koymuştur." ( 65/3)

Ölçüp biçme, zaman ve zeminini tayin ve tesbit etme anlamında kullanılır." Kadar'ladık, (kaderna), ne güzel ölçü koyarız (kadirun) biz!" (77/23)

Kararlaştırmak, takdir etmek, sınır koymak anlamında kullanılır. Ölüm tam anlamı ile bir kaderdir." Aranızda ölümü biz kader kıldık" (56/60)

Kıymet biçmek, hüküm vermek anlamında kullanılır. "Biz, onu biz indirdik kader (kadr) gecesinde" ( 97/1)

Kader, Plan, Proje, düzen ve nizam anlamında kullanılır. " Biz her şeyi bir plana (bi-kaderin) göre yarattık." (54/49) , " Geceyi ve gündüzü Allah planlar (yu-kaddiru)." (73/20)

Yine insanın bir sıvı ile başlayıp çeşitli evrelerden geçerek mükemmel bir yaratık haline gelmesi de kader olarak adlandırılıyor."Nutfeden onu yarattı, onu evrelerden geçirerek belli bir kıvama (kadderah) getirdi."(80/19)

Yine "Allah'ın sünneti" "Eşyanın kanunu" "kevni yasa" anlamında " Allah'ın işi, ölçülüp tartılmış bir kader (kaderan makdura)'dir" (33/38)

Evrendeki tüm ölçüleri koyan Allah'ın tasarruflarında dahi ölçülü (kaderli) olduğunun en güzel delillerinden biride şu ayettir." Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri bizim yanımızda olmasın, ama biz onu bilinen bir kader (bi-kaderin) ile indiririz." (15/21)

Rızkı dağıtırken bile o bir sebebe bir illete, bir ölçüye göre dağıtmayı bu işte bir kader olarak koymuştur.(Necm (53/39)

Bir şeyin kaderinin o şeyin " yaradılış amacı" ,"gayesi" olduğunu şu ayet çok güzel açıklamaktadır." O ki her şeyin gayesini, amacını belirleyip (kaddera) o hedefe yöneltti (heda)(87/3)

Buna göre, Arının kaderi bal yapmak, dünyanın kaderi dönmek, güneşin kaderi yanmaktır. İnsanın ezeli kaderi Allah'a kul olmaktı. Bir şeyin amacı doğrultusunda kullanılması o şeyin kaderine rıza, yine bir şeyin amacı dışında kullanılması, o şeyin kaderine isyandı.

Bütün bunlardan sonra Kadere iman nedir ?

Allah'ın tüm mahlükat için bir ölçü, bir nizam ve intizam, bir düzen, bir zaman,bir mekan, bir hedef ve gaye, bir ilke ve kanun belirlediğine, hiçbir şeyi gayesiz, ölçüsüz,tartısız, gelişigüzel, başıboş yaratmadığına iman demektir.

Kadere iman bahsinde şu iki tasnifi yapmak gerekir.

1-ilahi-külli iradenin insana irade hakkı vermediği KÜLLİ KADER.

2-Sonuçlarını insanın cüz'i iradesiyle belirlediği CÜZ'İ KADER.

Külli kaderi, ilahi külli irade dışında kimse değiştiremez .Cüz'i kaderin ise insanın iradesiyle yaptığı amellera göre değişmesi,İlahi külli iradenin en değişmez kanunudur.Yani kaderdir.

"Eğer Allah dileseydi şirk koşmazdık."

"Şirk koşanlar dedilerki : Allah dileseydi ne biz nede atalarımız o'ndan başka hiçbir şeye tapmazdık."(16/35)

"Şirk koşanlar diyeceklerki : Eğer Allah dileseydi ne biz nede atalarımız şirk koşmazdık."(6/148)

Şirklerini ve küfürlerini Allah'ın takdirine fatura etme sapıklığı. Allah Kur'an da bu mantığa şöyle cevap vermektedir. " De ki Üstün delil Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi."(6/149)

Allah'ın takdiri, hepimizi kudretiyle hidayete erdirmek biçiminde değilde seçme hakkını size vermek, size irade hürriyeti tanımak biçiminde gerçekleşti. Artık insanoğlunun kaderiydi seçmek.

" De ki hak Rabb'inizdendir.Artık dileyen inansın,dileyen inkar etsin." (18/29)

Kul her türlü fiilini yapabilme gücünü elbette yaratıcısından alır. Kulun iradesinde hür olması için fiilinin yaratıcısı olması gerekmez. O yaratıcısından aldığı gücü isterse hayra isterse şerre kullanır. İşte bu kulun kaderidir. Bu anlamda insan, eyleminin yaratıcısı değil sahibi ve tek sorumlusudur. İnsanın kaderi seçmekti.

SÜNNET VE KADER

" Ebu Huzameden: Dedim ki: Ey Allah'ın Resulu, okunuyoruz, ilaçla tedavi oluyoruz ve korktuğumuz şeylerden korunmak için tedbir alıyoruz. Bütün bunlar Allah'ın kaderini bizden çevirir mi? Allah Resulü buyurduki: Bunlarda Allah'ın kaderidir." Tirmizi- Tıb 21

Derdi kader sayıp devayı kader saymayan, düşmeyi kader sayıp kalkmayı kader saymayan, zilleti kader sayıp izzeti kader saymayan, zayıflığı kader sayıp güçlülüğü kader saymayan, çarpık anlayışa bir reddiyedir Allah resulünün bu tavrı.

Fakirliği çalışmayla, cehaleti ilimle,küfür ve isyana cihatla,hastalığa ilaçla karşı koymak kaderin kaderle önlenmesidir ve buda gösteriyor ki insanın kaderi ikiden birini seçmekti.

Yine Hz.Ömer şam topraklarının fethini kutlamak ve İslam ordusunu teftiş etmek için yola çıktı. Bölgede ve İslam ordusunun içinde veba hastalığının yaygın olduğunu öğrenince yolunu değiştirdi durumu Hz.Ömer Allah'ın kaderindemi kaçıyorsun şeklinde gelen sorulara Hz.Ömer şöyle demiştir. Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyorum şeklinde olmuştur.

Yine Hz.Ömer, Allah'ın kaderini gerekçe göstererek elinin kesilmemesini isteyen bir hırsızı,"Bende senin elini Allah'ın kazası ve kaderi ile kesiyorum." Şeklinde cevaplamıştır.

Hz.Ali'nin yıkılmak üzere olan bir duvarın yanından hızla uzaklaştığını gören biri sorar: " Allah'ın kazasından mı kaçıyorsun? Hz. Ali 'nin cevabı şöyledir.: "Evet,Allah 'ın kazasından kaderine kaçıyorum."

İNSANIN KADERİ SEÇMEKTİR.

İnsanın değişmeyen tek kaderidir seçme hakkı.Aklı ve hür iradesiyle hayrı ve şerri de kendi iradesi seçer.

Meleklerin kaderi itaattir. Fakat insanın kaderi itaat değildir. Eğer itaat insanın kaderi olsaydı insan kaderinden kaçamaz, istesede istemesede yerler ve gökler gibi itaat etmek sorunda kalırdı. İnsan Allah'a itaat de isyanda edebilmektedir. İnsanın kaderi kendisine verilen iradesiyle seçme hürriyetidir.

Özetle seçme hürriyeti Allah'ın insan için çizdiği kaderdir.

Allah'ın yarattığı ve kaderini seçme olarak tesbit ettiği insanın neyi seçeceğini ezeli ilmi ile bilmesi onun seçme özgürlüğüne getirilen bir kısıtlama yada müdahale olarak görülemez. Olayların seyrinde Allah'ın o olayın sonucunu önceden bilmesinin bir etkisi yoktur.

Allah'ın bilmesi insanın hürriyetini ve sorumluluğunu ortadan kaldırıcı bir şey değildir. Haşa o'nun bilmemesi durumunda neyi seçecekse insan birinci durumda da aynı şeyi seçecektir. Allah'ın ezeli bilgisiyle insanın hür iradesi arasındaki ilişkiyi şu örnekle anlayabiliriz. Kişinin seyretmediği ve hangi sahnelerin geçeceğini bilmediği bir filmi seyrederken, hangi sahnelerde heyecanlanacağının hangi sahnelerde korkacağının o filmin yapımcısı tarafında bilinmesi, seyredenin iradesinin sınırlanması anlamına gelmez.

İRADE HÜRRİYETİ

İnsan Allah'ın Kulu ve kölesi değil, kulu ve halifesidir. Bu nedenledir ki Allah Kullarına efendinin kölesine davrandığı gibi davranmamıştır. Kölenin itaati zorunlu itaat, kulun itaati iradi itaattir. Bu nedenledir ki bu tür bir itaatın karşılığı cennet olmaktadır.

Cebirci kader anlayışını yaslandırğı en ünlü delil. "Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz birşey dileyemezsiniz" (81/29) yanlış anlamaya bir örnektir. Allah'a rağmen hiçbir şey olmaz.

Kur'an'dan iradeye birkaç örnek verirsek;

" Nefse ve onu şekillendirene, ona fücuru ve takvayı (kötüyü ve iyiyi) ilham edene and olsun ki nefsini arındıran iflah olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır." (91/7-10)

"Biz onu yola hidayet ettik, ister şükreder ister küfr." (76/3)

"Sizi o yarattı, kiminiz küfredendir, kiminiz iman eden. Allah yaptıklarınızı görmektedir."(64/2)

" Onlardan kimi inandı kimide inkar etti." (2/253)

Son olarak iradeli insan tarih boyunca zulme ve hevaya dayalı rejimleri teleşa düşürmüş, korkutmuştur. İnsanlığın değişmez ilahi değerlerine yaslanmayan tüm yönetimler irade sahibi, şahsiyetini elde etmiş insanları kendi varlıkları için tehlike addederler. Geçmişte de günümüzde de böyledir bu.

Önceki ve Sonraki Haberler