Beykoz’da İftar Programı
Özgür-Der Beykoz Şubesi Ramazan ayının gelmesinin ardından dernek binasında yaptığı ve Yılmaz Çakır’ın konuşmacı olduğu 2. iftar programı ile faaliyetlerine devam ediyor.
İftar yemeğinden sonra söz alan Yılmaz Çakır, katılımcılara 'Siret'te Medine Dönemi'nden bahsetti.
Çakır sözlerine "Medine dönemini Hicret ile başlatmak gerekir. Hicret'in mahiyetine ilişkin değerlendirmeler günümüzde yeterince ve layıkıyla yapılmıyor" diyerek başladı. Hicret'in efsanelerden arındırılarak anlatılması gerektiğini savunan Çakır, ilk önce Hicret'in mahiyetini açıkladı. Peygamberi Hicret'e zorlayan koşullardan bahseden konuşmacı, "peygamberi öldürmek isteyenler vardı ama asabiye duygusu Arap'larda yoğun olduğu için bir kan davasının başlamasından da korktukları için buna cesaret edemiyorlardı. O'nun için en sonunda her kabileden birinin yer aldığı bir suikast planı hazırladılar. Hz. Muhammed bunu fark edince Hicret için yola çıktı" dedi. Burada önemli olan noktanın Hz. Ali'yi geride bırakma sebebinin emanetleri sahiplerine ulaştırması olduğuna dikkat çeken Çakır, bunun ahlaki bir duruş olduğunu ve rasyonel/sekuler aklın kabul etmekte zorlandığı bir durum olduğunu belirtti. "Bizler aynı durumda olsaydık, bizi öldürmek üzere hazırlık yapan düşmanlarımızın emanetlerini geri vermeyi düşünür müydük" dedi. Çakır, peygamberin elli üç yaşında olmasına rağmen Sevr Mağarası'na kadar çıktığını, oraya çıktığı halde Allah'ın yardımının kendisine gelip gelmeyeceğini bilmediğini kaydetti.
Peygamberin Yesrib(Medine) de heyecanla beklendiğini ifade eden Çakır, "bir Yahudi'nin haber vermesi üzerine peygamberin ve Hz. Ebu Bekir'in geldiğini haber alan şehir halkı yollara dökülüyor ve Resulü bekliyorlar. Bir çoğu Resulü ilk defa gördükleri için, gelen iki kişi arasından hangisinin peygamber olduğunu bilemiyorlar. Hz.Muhammed'in Hz. Ebu Bekir ile giyimi veya statüsü arasında hiçbir fark olmadığı için O'nu ayırt etmekte zorlanıyorlar. Bir ağacın altına oturduklarında iki misafirden yaşça biraz daha büyük olanın -Ebu Bekir'in (r.a)- diğerine gölgelik yapmak için ağaç yapraklarını güneşe karşı koyması üzerine kimin peygamber olduğunu anlıyorlar. Günümüzde ise çok küçük beraberliklerimizde bile prestij, statü önemseniyor. Birlikteliklerimizde basit tahakkümlerin etkisi altında kalıyoruz, oysa örnekliğimiz Hz. Muhammed olmalı" dedi.
Ümmet kavramına da değinen konuşmacı, "ümmet dediğimiz şey onlarca, yüzlerce renk ve dil demektir. Böylesi güçlü bir söyleme sahip olmamıza rağmen, en ufak tartışmalarda kopmalar meydana geliyor" dedi. Ve ümmet bilincinin önemine vurgu yaptı.
Hz. Muhammed'in Medine'de ilk yaptığı şeyin "Selamı aranızda yayın" ilkesini yaygınlaştırmak olduğunu ifade eden Çakır, selamın günümüzde anlaşıldığı üzere sadece kuru bir ifade olmadığını "ben sana güveniyorum, benden sana bir zarar gelmez" demek anlamlarına da geldiğini ve toplumda bu güvenin karşılıklı olarak tesis edilme çabası olduğunu kaydetti. Çakır, "kabileler arası kan davaları ile bölük pörçük olmuş bu coğrafya böylece birbirlerine kardeş ilan ediliyor ve Medine toplumunun bundan sonra paylaşımı en üst noktada seyreden insanların birlikteliğine dönüşüyor" dedi.
Mescidlerin yapımından sonra okunmaya başlanan ezana da değinen Çakır, "İslam başkalarıyla benzeşmeyi işin içinde bir hikmet yoksa kabul etmiyor. Bu yüzden çan değil de namaza çağırmak için insan sesi kullanılmıştır. Çünkü diğeri kullanıldığı takdirde farklı dinlerin, ideolojilerin kalıpları, fikirleri alınmış olacaktı. Başka fikirlerin bizim inancımızı bozmayacak, boğmayacak yani hikmet nevi inden olan insanlığın ortak değerleri bundan müstesnadır bunlar alınabilir. Yine Medine'de kıble sorunu oluyor. Resul Yahudileri de hesaba katarak, belki kuşatıcı olur diye düşünerek, Kudüs'e yöneliyor. Fakat Yahudilerin Müslümanları sıkıştıran söylentileri sonucunda "artık yüzünüzü Mescid-i Haram tarafına çevirin" diye ayet geliyor. Burada önemli olan bir diğer nokta da, her şeyin vahiy yoluyla belirlenmediği gerçeğidir. Müslümanlar uyguluyor, Allah onaylıyor ya da onaylamıyor. Ezan okunması olayında da böyle olmuştur. Müslümanlar kendi iradeleri ile bir tercihte bulunuyorlar ve Allah onaylıyor. Cuma Namazı olayı da bu şekilde gerçekleşmiştir" dedi.
Medine Vesikası'nı da açıklayan Çakır, ilk İslam Devletinin temellerinin bu vesika ile atıldığını hatırlattı. Bu antlaşmayı Müslümanlar bir güç unsuru olarak yapmışlardır diyen Çakır, Resullullah'ın bu vesikada kullandığı ümmet kavramında bölgede yaşayan Ehli Kitabın da yer aldığını kaydederek "burada kullanılan ümmet kavramı itikadi bir kavram değildir, burada siyasi bir kavram olarak kullanılmıştır. Vesikada kullanılan ve Yahudileri de kapsayan ümmet söylemi, siyasal birlik manasına gelmektedir" dedi.
Daha sonra Hudeybiye Antlaşması'nın mahiyetine değinen konuşmacı, bu dönemde hem güç olarak, hem sayı olarak güçlü olmalarına rağmen Müslümanların müşriklerle savaşmamaları ve Antlaşmada Hz.Muhammed'in isminin Resullullah olarak değil de Abdullah oğlu Muhammed olarak yazılması gibi bir takım sebeplerden ötürü Müslümanlardan bazılarının bu antlaşmayı bir taviz olarak algıladıklarını fakat on yıllık barış döneminin daha sonradan görüldüğü üzere Müslümanların güçlenmelerine yaradığını ve bu dönemde Resul'ün arkada kalan fitneci Yahudi Kabileleri ile uğraşarak onların bir güç unsuru olarak daha sonra başkaldırmalarının engellendiğini kaydetti. "Bu da Hz. Muhammed'in siyasi bir basirete ve kabiliyete sahip bir lider olduğunu göstermektedir" diyerek ekledi.
İfk Hadisesi, çok evlilik gibi konulara da değinen Çakır, vahyin yeni bir insan, yeni bir nesil ve yeni bir dönem inşa etme çabasından bahsederek sözlerine son verdi.