Beykoz’da Bayanlara Yönelik Seminerler
Özgür-Der Beykoz şubesinin 2009-2010 faaliyet programı kapsamındaki aylık bayan seminerleri 22 Ekim 2009 tarihinde başladı. İlk seminerin konusu olan ‘Osmanlı’dan Günümüze Modernleşme Hareketleri’ başlığını Kevser Çakır ve Nimet Er tebliğ etti.
İlk önce söze başlayan Kevser Çakır, uzun bir süreçten bahsedeceğine değinerek, bu coğrafyada modernleşmenin neye tekabül ettiğini iyi anlamak için kavramları iyi bilmek gerektiğini ifade ederek, Modernite ve Modernizm kavramları arasındaki farklardan bahsedip, eski Avrupa'nın içinde bulunduğu durumu anlatarak, Modernizm'in bir ideoloji olarak kendisini dinin (Kilise'nin) karşısında konumlandırdığını belirten Çakır, "bu kavram, eskinin karşısında yeniyi, gerinin karşısında ileriyi, durağan (statik) olanın karşısında dinamik olanı koyma iddiasındadır, bu yüzden de dine karşı bir duruş sergiler çünkü bu anlayışa göre din gerici, eski ve dogmatik olandır" dedi. Modernizm'in hayata geçirilişine değinen Çakır, Modernleşenler ve Modernleştirenler olarak iki kategoride konuyu ele aldı. Batı'da görülen modernleşenlerin "devlet, toplum, birey" olarak ortaya çıktığını fakat Osmanlı'da modernleşenin de, modernleştirenin de devlet olduğunu, devlet eliyle -kimi zamanda zoruyla- modernizm hareketlerinin başlayıp, devam ettiğini kaydetti. "Osmanlı'da devlet değişim ve dönüşüm hareketlerinin en büyük temsilcisiydi. Peki neden bu hareketlere (Batı tipi yeniliklere) ihtiyaç duyulmuştur" diye soran Çakır, "Osmanlı İmparatorluğu'nun özellikle gerileme dönemine baktığımızda toprak kayıplarının arttığı görülüyor, buna bağlı olarak kaybedilen topraklardan gelen binlerce tebaanın Osmanlı'nın daralan coğrafyasında sıkışıp kalması ile birlikte kaynak, aş, iş, barınak sorunları ortaya çıkıyor.Yine Osmanlı'nın himayesi altında bulunan kritik ticaret yolları 1492 Amerika'nın keşfinden sonra, değer kaybediyor ve ekonomik sorunlar baş gösteriyor ve tüm bu olaylar karşısında İmparatorluk bir vizyon geliştiremediği için özellikle Sanayi Devrimi ile birlikte Avrupa'nın gerisinde kalıyor. İşte tüm bu olaylar gösteriyor ki, gelişen teknolojiyi takip edemeyen Osmanlı İmparatorluğu; değişen, dönüşen dünyanın gerisinde kaldığını fark ediyor. Tabi neredeyse 17.yy'a dünya sisteminin belirleyicisi olan Osmanlı İmparatorluğu'nun yani o döneme kadar hep örnek alınan bir devletin, bu yüzyıla kadar baskın olmayan batıyı örnek alması beklenemezdi. Fakat özellikle 18.yy'da Avrupa'nın modernleşme hareketlerine yön veren bir aktör olması ile birlikte, Osmanlı'da da ilk önce "devleti kurtarma" mantığı ile batı tipi modernleşmeler başlamıştır. Bu dönemde toprak kayıplarının getirdiği mağlubiyet, şaşkınlığa, şaşkınlık da daha sonraları modernizm hayranlığına evrilmiştir" dedi. Bu dönemden sonra Osmanlı'nın kendisini düşmanına göre konumlandırdığını bildiren Çakır, "bu modernleşme hareketleri ile tepeden inme, hızlı bir şekilde yeni bir toplum yapısı oluşturmak amaçlanmıştır" diye konuştu. O dönemde yapılan bir takım Avrupa merkezli reformlara da değinen konuşmacı, ikinci kategoriye geçti. "Modernleştiren" bir unsur olarak devletin, ilk olarak zorunluluktan ve ihtiyaca binaen modernleşme hareketlerine başvurduğunu dile getiren Çakır, daha sonra tercihen modernleşme hareketlerini kullandığına dikkat çekti. Yenilik hareketlerinin koşullar gözetmeksizin, direkt olarak ve taklit şeklinde gerçekleştiğini ifade eden Çakır, bu modernleşme hareketlerinin merkezi sistemi zayıflatan bir takım isyanlara sebep olduğunu bildirdi. ( Örn. Toprağa bağlı askeri sistemin değişmesiyle birlikte, merkezi sistemi zayıflatan Celali İsyanları'nın çıkması, Vestfalya Barış Antlaşması ile ilk kez ortaya çıkan ulus devlet kavramıyla birlikte Osmanlı'da da birtakım Islahatların yapılarak azınlıkların haklarının güvence altına alınması gibi… ) Tüm bunların zorunluluklardan ve sürece bağlı olarak yapılması gereken modernleşme hareketlerinin olduğunu söyleyen Çakır, tercihen yapılan modernleşmelere ise, kılık kıyafet konusunda getirilen batı tarzı giyimin zorunlu tutulmasını örnek gösterdi. 2.Osman, 4.Murat ve Köprülüler döneminde de bir takım Islahat çalışmalarının olduğunu hatırlatan konuşmacı, bu ıslahatların batı örnek alınarak yapılmadığını vurgulayarak, buradaki amacın varolan eski sistemi ihya etmek olduğunu belitti. Ve "bu yeni durum sürekli dönüşmeye doğru giden yolu açmıştır" diyen Çakır, 3. Selim'den günümüze kadar yapılan bir takım ıslahat, reform ve inkılapları Avrupa'daki gelişmelerle eş zamanlı olarak değerlendirdi. Nato üyeliği ve BM müzakerelerine de değinen konuşmacı, Batı'nın dayattığı ekonomik sistemin de sorgulanması gerektiğini ifade etti.
Türkiye modernleşmesinin tetikleyici unsurlarının başında dış faktörlerin olduğunu kaydeden Çakır, Modernizm'in kendi ideolojisine uygun bir yaşam tarzını dayattığını ve dine karşı bir yerden kendini tanımladığını ifade ederek sözlerine son verdi.
İkinci konuşmacı olarak söz alan Nimet Er sözlerine kısaca "modernleşme" tanımından bahsederek başladı.
"Geleneksel bir toplumun modern bir toplum haline gelmesinin tek yolu vardır. O da modern toplumlara benzemesidir" diyen Er, "Osmanlıdaki değişimin yönetici aydın eliti tarafından sırtlanan bir çaba olduğunu bildirerek, "19.yy'da aydınların batı karşısındaki tutumu iki ana grupta toplanabilir. Bu gruplardan her ikisi de Osmanlı'nın Batı karşısında teknoloji açısından geri kaldığını belirtmektedir. Ancak Avrupa medeniyetinin seviyesine nasıl ulaşılacağı konusundaki düşünceler farklıdır. Aydınların bir kısmı, "icab-ı asra intibak" da dedikleri "topyekün Batılılaşmak" olarak algılamışlardır. Diğerleri ise daha seçicidir. Geleneksel değerleri tamamıyla reddetmezler. Batıdan gelen, tasnife tâbi tutularak, manevî değerler korunmak suretiyle yararlı görülenleri kabul edilebilir. Bu iki çizgi varlığını Cumhuriyet döneminde sürdürmektedir. İmparatorluğun son yıllarında, İttihat ve Terakki Partisi'nin iktidarda olmasının da yardımıyla modernleşmenin iki yüzünden birisi olan topyekün Batılılaşma, yönetim kademelerinde itibar görmeye başlamıştır" diye konuştu.
Cumhuriyet döneminden de bahseden Er, "yeni devletin nihai hedefi, "Muasır medeniyet seviyesi" olarak gösterilmiştir. Artık, "Batılı modern kültürün düşünsel araçlarıyla donanmış yerli bir aydınlar grubu" oluşturulmuştur, "yabancı aristokratik seçkinler zümresi" yerlerini almıştı. Modernleşme bu güçler eliyle yürütülecekti. Türkiye kısa sürede Batı toplumunun siyasî sosyal ve iktisadî özelliklerine bürünecek modern bir ülke haline gelecekti" dedi.
Kılık kıyafet değişikliklerini kaydeden Er, "İslam dünyasında, kadınlar tarafından, cariyelere, yani kadın kölelere has olan açıklığa karşı, kapanma dini gerekçelerin yanında, aynı zamanda hür olmanın bir göstergesi olarak görülmüştür. Hatta çarşafın yaygınlaşmasının, kadınların cariyelerden farkını ortaya koymanın bir göstergesi olarak ortaya çıktığı iddia edilmiştir. Modern dönemde ise tam tersi, tarih içinde kölelere ve cariyelere has açık kıyafetler, modernliğin ve çağdaşlığın simgesi haline getirilmiştir. Bu zayıf olanın güçlü olanı taklit etmesi olarak da ifade edilebilir. Mesela, Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu 17. asırda sarık, Fransız sosyetesinde türban olarak moda olurken, 19. asırdan sonra durum tam tersine dönerek Batı kıyafetleri Osmanlı'da moda haline gelmiştir. Medyanın kadın kıyafetinin modernleştirilmesinde de aynı süreç işlemiştir. Basın ve sinema tarihine bakıldığında hep adım adım, aşama aşama gelinerek tesettür aleyhine, açıklık lehine bir hayat tarzının hakim kılınmış olduğu görülmektedir" dedi.
Mustafa Kemal'in modernlik anlayışına da değinen konuşmacı, halkçılık, cumhuriyetçilik gibi kavramları açıkladı. "Halkçılık söylemiyle ifade edilen halk kavramının, eşit ve ayrıcalıksız bir topluluğu belirtmesi, bu ilkenin siyasal demokrasi anlamında kullanılmasının sebebi olmuştur. Bu eşit ayrıcalıksız ve aynı amaca yönelen halkı kaynaştırmak ve sınıfsız bir yapı oluşturmak bu ilkenin amacıdır. Burada Marksist kolektivizmle liberal bireyciliğin bir sentezi sayılan ve daha önce Jön Türkler tarafından kullanılan dayanışma kavramına benzeri bir anlayış gözlenir" dedi. "Atatürk milliyetçiliği ise; millet kavramını ırka ve dine dayandıran milliyetçilik anlayışlarından farklı olarak, birlikte yaşama, aynı kaderi paylaşma gibi modern milliyetçiliğin de benimsediği anlayışları kabul etmiştir" diye konuştu. Devletçilik kavramını da açan Er, "devletin ekonomi politikalarındaki ağırlığının arttırılmasına karar verilmesi, devletçi politikanın uygulanmasını gerektirmiştir" dedi.
Halkevlerinin ve eğitimin ideolojinin yayılmasında bir araç olarak kullanıldığını ifade eden konuşmacı, Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi gibi konulara da değindikten sonra program son buldu.