Batman'da “Kur’an Okumanın Keyfiyeti” Semineri
Batman Özgür-Der Şubesinde düzenlenen alternatif eğitim seminerlerinde bu hafta, “Kur’an Okumanın Keyfiyeti” konulu dersin sunumunu Davut Çevik yaptı.
Sunumun özeti şöyle idi:
"Kur'an'ı okumak, anlamak ve yaşama mücadelesi vermek bizzat Rabbimizin bir emridir. O, bunu nasıl yapacağımızı da çok açık ayetlerle ortaya koymaktadır. Kur'an'ın nasıl okunacağının yolunu, yöntemini yine kendisi belirlemektedir. Fakat peygamberimizin vefatının ardından kısa bir süre sonra başlayan sosyal, siyasal tartışmalar ve devamındaki süreçlerde oluşan zulüm sistemleri, peygamberimizin ve ilk neslin pratiğinde ortaya çıkan sahih Kur'an algısını dumura uğratmış, vahye yönelik bakış açısını mecrasından saptırmıştır. Zalim sulta düzenlerinin muhaliflerine karşı ortaya koyduğu baskılar ve bu baskılara karşı koyamama durumu maalesef gerçek islamın sosyal hayattan uzaklaşmasına ve tüm boyutlarıyla bireyselleşmesine sebep olmuştur. Hayatının her anını ibadi bir bilinçle yaşaması gereken Müslümanlar, ibadetlerinin çoğu zaman içini boşaltmış ve adeta birer adet mesabesine indirgemişlerdir. İbadetler adet halini alınca bazı adetler de ibadet gibi algılanmış ve özden, içerikten yoksun, bid'at ve hurafelerle dolu bir dini algı ve yaşantı ortaya çıkmıştır. Yaşanan bu süreçten Kur'an da nasibini almış ve yol haritası olması gereken vahiy kutsanarak hayatın dışına itilmiştir. Bu anlamda Kur'an'ın ilk nesilde olduğu gibi sahih bir şekilde anlaşılmasını sağlamak ve yeniden hayatımızın merkezine koyabilmek için ona yönelik tavrımızı sürekli sorgulamalı ve derinlemesine bir ilişkiyi nasıl kurabileceğimizin yollarını her zaman aramalıyız. İşte bu yüzden "Kur'an'ı Okuma" eylemini ve keyfiyetini her an düşünmeli ve bu konuda sözü Rabbimize bırakmalıyız.
Öncelikle şunu bilmeliyiz ki Kur'an'ı okumanın iki yönü vardır:
1-Toplumsal Okuma: Vahyi mesajın insanlara ulaştırılması amacıyla topluma yapılan okumadır ki bu okuma Allah'ın dilemesiyle gerçekleşir.
"De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Yine akıl erdirmeyecek misiniz?"
Bu okuma ile Allah'ın istediği ümmet inşasının temelleri atılır. Yöntemini de yine Rabbimiz belirtir.
"Onu bir Kur'an olarak insanlara dura dura okuyasın diye safha safha indirdik." (17/106)
2-Bireysel Okuma: Toplumsal okuma için zorunlu olan, bireyin sahih bir düşünsel ve pratik donanıma sahip olması için yapılan okuma.
"Geceleyin kalk ve tertil üzere Kur'an oku. Gerçekten senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. Doğrusu gece, etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz senin için uğraşlar vardır." (73/4-7)
"Kendilerine verdiğimiz kitabı gereği gibi okuyanlar, işte bunlar O'na iman eden kimselerdir. O'nu tanımayanlar ise işte asıl hüsrana uğrayacak olanlar onlardır." (2/121)
Gereği gibi okunmayan ve indiriliş amacı hakkıyla kavranmayan Kur'an, elde olmasına rağmen çoktan işlevsizdi artık. Oysa dışardan cevap aramaya gerek yok. Kur'an amacını net şekilde ortaya koymaktadır. İnsanları karanlıklardan aydınlıklara çıkarmak için (14/1, 5/6, 13/31, 16/89, 27/2), mü'minlerin kalplerine şifa ve rahmet dağıtmak, öğüt almak isteyenlere öğüt için (17/82, 19/97, 7/2), hak ile batılı ortaya çıkarmak için (2/185, 3/3, 3/79, 5/15, 6/91, 6/114, 13/30, 16/44), anlaşmazlıkları gidermek için (2/2, 4/105, 6/156-157), tüm insanları uyarmak, kulluk şuuru ve imtihan bilinci kazandırmak için (38/29, 3/79, 17/41, 28/51, 44/58), insanlara sorumluluklarını hatırlatmak için (36/70, 6/156-157), şirki giderip tevhidi hakim kılmak için indirilmiş bir kitaptır Kur'an.
Kur'an'ın gayesi bu ve buna benzer bir çok ayetle bu şekilde belirtilmesine rağmen Müslümanların Kur'an'ı okuma, anlama noktasındaki yanlışları nelerdir?
Yanlışlarımız daha onu tanımlarken başlamaktadır. Kur'an nedir? sorusuna verilen cevap genel olarak şudur:
"Hz. Peygambere indirilmiş olan, mushaflarda yazılan, tevatüren nakledilen, mucize olan, tilaveti ile ibadet olunan, Cebrail vasıtasıyla peygamberimizin kalbine indirilen, Fatihayla başlayıp Nas ile biten ilahi bir kitaptır."
Tanımlar doğru olmasına rağmen, muhtevası da gözetilerek yapılmamıştır ve fonksiyonel olmaktan uzaktır. Mesela; müslümana kimlik kazandırması, insanın bütün varlık alanına hitap edici olması, önüne geçilmemesi gereken ve mutlak bağlayıcılığı olan bir kitap olması, üzerinde düşünüp değerler üretilmesi ve bu değerlerin de herkese ulaştırılması istenen bir kitap olması, en doğru yolu gösteren ve insanları aydınlığa çıkarmak için gönderilen bir kitap olması vb. özellikler hiç vurgulanmamıştır.
Kur'an kendisinin okunması için 16/98 de belirtilen "Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınma" şartından başka hiçbir şart ileri sürmezken Müslümanlar O'nu okumayı adete bir törene çevirmiş ve tören öncesi bazı adetler üretmişlerdir. Kur'an tasavvurumuz, anlamaya ve yaşamaya odaklı olmaktan çıkmış, otomatik tekrara dayalı hale gelmiştir. Oysa doğru bilgi, doğru bilince, doğru inanca ve doğru yaşamaya götürmelidir. Biliyoruz ki Kur'an malumatfuruş insanları "kitap yüklü merkepler" olarak tabir eder.
Düşünen akleden insanı muhatap alan Kur'an'ı anlama çabaları bazı insanları korkutabilmektedir. Bir gazetenin sözde bilen kişisi şöyle der:
"Tefsir konusu bu kadar ciddi iken anlamadan Kur'an okunmaz diyerek herkesin Kur'an okumasını tavsiye etmek büyük sapıklıktır."
Peki neden bu yaklaşım? Kur'an hakkıyla anlaşılırsa neler olacak?
- Bid'at ve hurafeler yaygınlaşamayacak
- Din-siyaset ayrımı olmayacak ve müslümanın diniyle ticareti, ahlakıyla dini ayrı olmayacak
- İnfak vurgusu her daim taze olacak
- Kur'an, Ramazan aylarında imamların ekmek teknesi olmayacak
- Üfürükçülerin muska kitabı, hastaların tedavi aracı, şeyh ve müridlerin evradı, karilerin tecvid kitabı olmayacak
- Her vakit için ayrı makamlarda okunan bir kitap olmayacak
- 40 yasinlerle istenilen işler yapılmaya çalışılmayacak
- Ölülere okunan, sürekli hatmedilen bir kitap olmayacak
- Hat sanatlarıyla süslenip, okunması bile mümkün olmayacak şekilde evlerin girişine asılmayacak
- Kazancı artırsın diye ticarethanelere asılmayacak
- Bir harfini okumaya karşılık cennetten köşkler, saraylar beklenmeyecek
- Abdestsiz okunmasının, ya da çocukların dokunmasının yasaklığı ileri sürülmeyecek
- Belirli gün ve gecelere, üç aylara, Ramazan ayına has düşünülmeyecek
- Kabirlerde, hasta başuçlarında, düğün-bayram yemeklerinde aklımıza gelmeyecek sadece
- Müzik zevkimizi gidermek için yanık sesli hafızlardan dinlemekle yetinmeyeceğiz
- Şeklini ön plana çıkarıp yazıldığı ya da basıldığı kağıdın kalitesi, rengi, kapağı, yazıldığı hat, hattaki renklendirmeler, süslemeler tek irtibat noktamız olmayacak
- Kur'an'ı öğretmek, mahreçleri, kaç elif uzatılacağını, idğamını, işmamını vs. bilmeye indirgenmeyecek
- Bela ve musibetlerden korunmak için binbir hatimler okunmayacak
- Gelinler sözde Kur'an'a itaat etsin diye eşikten içeri ayak basmadan Kur'an'ın altından geçirilmeyecek
- Birkaç saatte paylaştırılan cüzler ve oluşturulan hatim piyasaları olmayacak
- Namazın gerçek bir arınma, şirkten uzaklaşma olduğunu, tağuttan beri olmak gerektiğini, dinin yalnızca Allah'a has kılınması gerektiğini anlayacağız.
Bizler zannediyoruz ki Kur'an bizimle yüceliyor. Hâlbuki yücelmesi gereken bizleriz. Esfeli safilin olmaktan kurtulup yeryüzünün halifeleri olma seviyesine yükselebilmemiz için geldi vahiy. Tüm bu yanlış uygulamaların ötesinde hakkıyla Tertil ve Tilavet etmeye fırsat bulamıyoruz O'nu. Ağabeylerimizin, hocalarımızın, şeyhlerimizin, üstatlarımızın yorumları yetiyor bizlere.
Kur'an'ı anlamamız için Arapçanın tüm gramer inceliklerini, semantiği, cahiliye şiirini, Arap kültürünü, hermenötiği, linguistiği ve daha nice 80 ilim dalını bilmeyi şart koşanlar, insanları Kur'an'dan uzaklaştırmakta ve büyük bir vebal almaktadırlar.
Mesela zulüm ya da tağut kavramının türevleriyle beraber ne kadar geçtiği üzerinde öyle yoğunlaşılmıştır ki zulüm nedir, zalim kimdir yada mevcut tağut ve ilahlara karşı nasıl mücadele edilmelidir hiç gündem edilmez. Halbuki Kur'an, Müslümanları dinamik kılmalı ve cemiyete sevketmeli, uyutmamalı, uyandırmalı, oturtmamalı koşturmalı idi. Maalesef Kur'an' yönelik tavrımız ona verilmiş bir "SUS PAYI" na dönüştü. O, muhataplarının hayatına müdahele etmeyecek, muhatapları da O'nu yapabildiği kadar yükseğe kaldıracak. O'nu "yüzüne okuma" tabiri de adeta Türkçedeki "yüzüne gülme" deyimini hatırlatıyor. Hakkını veremediğimiz vahyin yüzüne gülüyoruz. Derinden, yürekten bir ilişki kuramıyoruz. Sonuçta Kur'an, başucumuzda durmasına rağmen terk edilme tahrifi ile karşı karşıya.
"Peygamber dediki:Rabbim, gerçekten kavmim Kur'an'ı terkedilmiş/mehcur olarak bıraktılar." (25/30)
Oysa Rabbimizin buyruğu açıktı:
"Şüphesiz Kur'an, senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz ondan sorulacaksınız." (43/44)
Bir amelin salih ya da makbul olması için, Allah rızası gözetilerek yapılması ve Allah'ın istediği şekilde yapılması gerekir. Maalesef böyle olmamış, Kur'an terk edildikçe O'nu okumayı bilmek, çok önemli bir sermaye haline gelmiştir. Özetle şu olmuştur:
- Anlam üretilmezse, form tüketilir.
- Anlam tükenince, form yüceltilir.
- Yüceltilen form, akleden kalbin değil, hissin konusu olur.
- Hissin konusu olan kutsal form, anlaşılmaz, telaffuz edilir; yaşanmaz, fetişleştirilir.
Tarihsel mirasımız içerisinde Kur'an' yönelik algıları, tavırları ortaya koyduktan sonra bazı Kur'an okuma yöntemleri/ekollerinden bahsedelim.
BİLİMSEL OKUMA: Kur'an'ı yorumlamada ilmi ıstılahları hakim kılan, muhtelif ilimleri ve felsefi görüşleri ondan çıkarmaya çalışan bir okuma şeklidir. Batı'da yaşanan gelişmelerin bu okuma biçiminin yaygınlaşmasına etkisi olmuştur. Müslümanlar birazda aşağılık kompleksinin tesiri ile Batı'nın ilminin zaten Kur'an'da olduğunu vurgulayarak tatmin noktasına gitmeye çalıştı. Bu yöntemi, Gazali, Fahreddin Razi, Zerkeşi, Suyuti çağımızda Tantavi, İskenderani, Kevakibi, Said-i Nursi ve Elmalı Hamdi Yazır'da görebilmekteyiz.
"Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık."(16/38) ayetini delil alan ekole en çok karşı çıkanlardan biri olan Şatıbi, ayeti yükümlülük ve Allah'a kulluk icrasında gerekli hususlarla ilgili görmüştür.
Bu eğilim zamanla Kur'anın, tıp, astronomi, anatomi, biyoloji kitabı gibi algılamasına sebep oldu. Mesela Fahreddin Razi, "O Rab ki yeri sizin için bir döşek yaptı."(2/22) ayetinin tefsirinde şöyle der:
"Yeryüzünün döşek olması şu şartlara bağlıdır: Hareketsiz olması. Çünkü hareket etseydi, düz bir istikamete doğru hareket ediyor olacaktı. Ya da daire çiziyor olacaktı. Şayet düz bir istikamete hareket ediyor olsaydı, kesin olarak döşek olmazdı. Yüksek bir yerden atlayan kişinin yeryüzüne ulaşmaması gerekirdi. Çünkü atlayan kişi de, yeryüzü de aşağıya doğru düşüyor olacaktı. Halbuki yeryüzü insandan daha ağırdır. Ağır olan daha süratli düşer, yavaş olan ona ulaşamaz. Şayet yeryüzü hareketi daire çiziyor olsaydı, ondan yararlanamazdık. Mesela doğuya hareket etse, insanoğlu da batıya gitmek istese-ki yer daha hızlı hareket eder- o zaman insanın yerinde sayması gerekirdi. Dilediği yere hiçbir zaman gidemezdi."
Görece bilimsel verilerden yola çıkan bu yaklaşım, ilerlemeci batı mantığını da meşru kılarak siyak-sibak, bütünsellik, ilk muhatapların algıları ve nüzul ortamını tamamen görmezden gelerek modern bir Batınilik üretmektedir. Şu bilinmelidir ki bilimin ürettiği fiziksel realite, nihai realite yani mutlak gerçeklik olmayabilir. İzzet Derveze de konuyla ilgili şöyle der:
"Bazı çağdaş yazar ve müfessirler, zaman zaman evrensel fenomenlere, yaratılış sistemine, güneş, ay, dünya vs.. bilimsel teorilerini bazı Kur'an ayetlerine uyarlamaya çalıştılar. Bunun tehlikesi şudur: Kur'an'ın içerdiği işaretleri, uyarıları, başlı başına bir konu gibi ele alıp açıklamak, bu uyarıları ve tabirleri, öğüt ve daveti destekleme nitelikli misyonundan soyutlar. Kur'an'ın içeriğini, hedefinin dışına çıkararak, tartışmaların, araştırmaların, bilimsel teorilerin, red ve ısbat alanlarına sürükler. Açık teorilerin düzeyine indirir."
Örneğin Yaşar Nuri Öztürk, "Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı." (54/1) ayetini şöyle yorumlar: "Ayın yarılmasına ilişkin haber bize göre, insanoğlunun aya inişi ve oradan bazı taşların dünyaya getirilmesi ile gerçekleşmiştir. Bu, ayın yarılmasının ta kendisidir. Kur'an'ın 14 asır önceden verdiği mucize haberin, aya inilmesiyle gerçekleştirildiğini ilk fark eden Reşat Halife'yi rahmetle anıyoruz."
Yine Kur'an'da geçen "sekar" kelimesine bilgisayar diyen Yaşar Nuri Öztürk'ün yanında, Dabbetü'l Arz'a mikrop diyen, sahih hiçbir delile dayanmayan cifr hesabıyla Fatiha 6. ayetten ahir zamanın 1939'da başladığını, 200 yıl mümin-kafir savaşı şeklinde devam ettikten sonra 2151'de biteceğini iddia eden, Nuh (a.s) kıssasında geçen "tufan onları yakalayıverdi" ayetinden yola çıkarak gerçek bir tufan olan fiziki kıyametin tarihini veren (ki üç değişim aşamasıyla kopacağını söyler 2121-2136-2151) ve mehdinin, dinlerarası diyalog başlatan Risale-i Nur talebesi biri olacağını ve Risalenin yazdırılış (!) tarihi olan 1929'dan yüzyıl sonra ortaya çıkacağını (2019-2020) söyleyen Said-i Nursi; Duhan suresi 8-13.ayetlere dayanarak kıyametin atom bombasıyla kopacağını iddia eden Süleyman Ateş bu yaklaşımın bazı örnekleridir.
Örnekleri çoğaltılabilecek bu okuma tarzı Kur'an'ı beşeri düşüncelerin ipoteği altına almakta ve saptırmaktadır.
TASAVVUFİ/İŞ'ARİ OKUMA: Hareket noktasının lafızların ötesindeki derin (!) manalara ulaşmak olduğunu iddia eden bu yaklaşım, her ayetin bir zahiri bir de batını olduğunu, Batıni anlama da ancak keşif ve ilham yolu ile Allah'la irtibatlı olanların erişebileceğini iddia eder. Kur'an'ın 77.200 ilmi ihtiva ettiğini ve daha buna benzer ifadeler Kur'an'ı, anlaşılması mümkün olmayan gizemlerle, sırlarla dolu bir kitap olarak sunar. Bu alanda en önemli isim vahdet-i vücutçu İbn Arabi'dir. Kendisine melek geldiğini ama Cebrail olmadığını, tüm peygamberlerle görüşüp Hud ile konuştuğunu iddia eden İbn Arabi, Fusus kitabını Hz. peygamberin kendisine verdiğini, faydalansın diye insanlara duyurmasını istediğini söyler. İbn Arabiye göre;
-Kafirlerin ateşten çıkmasalar da sonunda azap kendilerine tatlı olur. Cehennem ateşinden, kızgın sudan zevk alırlar. Firavun, mü'min olarak, Tahir ve mutahhar (tertemiz) ölmüştür.
Yine N.Daye'nin "Allah için haccı ve umreyi tamamlayın" ayeti için; Avamın haccı kabeye gitmek, havassın haccı ise kabenin Rabbine gitmektir. Hz. Muhammed, İsra'yı gerçekleştirdiğinden haccı ve umreyi tamamlamıştır.
Vasıti; "Allah, işte zengin ve övülmüş olan O'dur." Ayetiyle ilgili olarak şöyle der: "Ne inanmak insanı Allah'a yaklaştırır, ne de küfür haktan uzaklaştırır. Geçen ezelde geçmiştir. Mutluluk, mutsuzluk, küfür, iman birer işarettir gerçek değil."
Batıni/iş'ari tefsire örnekler artırılabilir. Şunu açıkça bilmek gerekir ki Kur'an mübin bir kitaptır ve içerisinde sadece belirli şahısların anlayabileceği gizli şeyler barındırmaz. Zahir-batın ayrımı da vahyi amacından saptıran batıl bir okumadır. Hayat kitabımız olan Kur'an'ı kendisinin gösterdiği şekilde okursak ancak amacını gerçekleştirebiliriz. Peki nasıl okumalıyız?
1- Öncelikle Allah'ın adı ile ve şeytandan O'na sığınarak okumalıyız. (16/98)
2- Gösterdiği amaca uygun şekilde okumalıyız. Yani onu bir rehber, yol haritası olarak görmeliyiz.
3- Kulak vererek okumalıyız ki Allah'ın rahmetine ulaşabilelim. (7/204)
4- Düşünerek, tefekkür, tezekkür ve tedebbür ederek okumalıyız. (73/4-7)
5- Huşu içinde, iyi niyetle ve duygulanarak okumalıyız. (5/83, 17/109)
6- En uygun zamanı, mekanı seçerek tam dinç bir zihinle okumalıyız.
7- Atomik/parçacı bir mantıkla değil bütüncül, bir hükmünü diğerine feda etmeden okumalıyız.
8- Planlı, programlı ve cemaatler halinde okumalıyız.
9- Salt bilgilenmek amacıyla değil, uygulamaya dönük olarak okumalıyız. (29/2)
10- Müdahaneden (uzlaşma) uzak şekilde okumalıyız. (68/7-13)
11- Sürekli okumalıyız. Onunla ilişkimiz bitmez tükenmez bir ilişki olmalı ki müzekkir (hatırlatıcı) olma görevini ifa edebilsin.