‘’Tevhid-Şirk Çatışması; Değerler-Karşı Değerler’’
Bartın Özgür-Der’de 2013-14 seminer programlarının sonuna gelindi.
‘’Tevhid-Şirk Çatışması; Değerler-Karşı Değerler’’ konulu seminer Aydın Kuloğlutarafından tevdi edildi. Özetle şunlar ifade edildi ;
Kur’an'da itikadi bağlamda sıkça vurgulanan konuların başında tevhid ile şirkin ayrıştırılması hususu öne çıkar. Tevhidi inanış yoksa iman asla olmaz, şirk bulaşan iman ise kişiyi, tevbe etmediği taktirde kesinlikle kurtuluşa götürmez. (Bkz.Yusuf 106,Nahl 51,Nisa 48,Nisa 116,Ali imran 151 ve İhlas suresi.) Tevhid, bir ve tek anlamında birlemek ve teklemektir. Kurani karşılığı ilahlık ve rabliğe ait özellikleri sadece Allah için tanımak ve kabul etmektir.Şirk, bir şeye birden fazla şeyin ortak olmasıdır. Kuran’da ilahlık ve rabliğe, Allah ile beraber başka şeyleri ortak etmek demektir. Müslüman olmanın ilk şartı Kelime-i Tevhid’in ilk cümlesi La ilahe illallah’ı kavrayarak ikrar ve onu şirksiz, mesnetsiz, katıksız bir imanla hayatileştirmektir.Nisa Suresi/48 : ‘’Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.’’ Nisa Suresi/116 ‘’Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.’’ Enam Suresi/88: ‘’ İşte bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi.’’
Allah’tan başka ilah ve rab olduğuna inanmak açık bir şirktir. Zan üzere tutulan yolda, iyi niyetle şirke düşme durumu maalesef yaygın bir vakıadır. Enam Suresi/23 : ‘’Sonra onların mazeretleri, «Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!» demekten başka bir şey olmadı.’’Ehli kitaptan hristiyanlar ve yahudiler tevhidi bulandırdıkları, Allah’tan başka hüküm koyucular ihdas etmek ve O’nun sıfatlarını başka varlıklara yakıştırdıkları halde biz şirk koşmuyoruz demektedirler. Tevbe Suresi/31 : ‘’(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.’’ Ayete göre hayatın her alanında yalnız yol gösterici ve hüküm koyucu tek rab Allah olup ; değil din adamları, peygamberlerin bile hüküm koyma yetkisi yoktur. Günümüzde mutlak yol göstericilik yetkisi , bırakalım peygamberler ve din adamlarını, şairlere, filozoflara, liderlere, devlet adamlarına, hoca efendilere, şeyhlere, hocaefendilere bile tanınmaktadır. Bu insanlara ulu, yüce, ebedi, yanılmaz denmesi şirkin başka bir tezahürüdür.Yunus Suresi/18 : ‘’ Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: «Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.»’’ Nahl Suresi/20-22: ‘’Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar), hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır.Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.İlâhınız bir tek Tanrı'dır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkârcı, kendileri de böbürlenen kimselerdir.’’ Araf Suresi/188-198: ‘’De ki: Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.’’
Tevhid ve şirki ikiye ayırmak mümkündür.
1.Allahtan başka tabiat üstü güçlere sahip olduğu vehm edilen cin, peri,yatr, türbe, evliya, kutsal ağaç, kutsal kaya, gibi şeylerden korkulması veya bunlardan medet umulması şeklinde düşülen şirktir ki maalesef en yaygın olan şirk türü budur.
2. Allah’tan başka, lider, şair, din adamı, devlet adamı, ulu önder, hoca efendi, şeyh, gibi insanlarda mutlak ve şaşmaz yol göstericilik, hüküm koyuculuk olduğunu kabul etmek suretiyle düşülen şirk türüdür. Bu tür şirkten korunmanın yolu Bakara Suresi/1-5. Ayetleri iyi anlamaktan geçer.’’Elif. Lâm. Mîm. O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.’’
Tevhid ve şirki ayrıştırmak gayb alanı tasavvurumuzla da ilişkili. Bakara Suresi 3. Ayette Müminlerin gayba iman ettikleri beyan ediliyor, gayb alanı sadece Kuran ayetleri vasıtasıyla kavranabileceğinden Kurani bilginin dışında tevhid ve şirkin doğru kavranabilmesi mümkün değildir. Burçlar, astroloji, falcılık ve ebcet hesabı ile uğraşmak boş ve sonuçsuz bir iş olmakla kalmayıp direkt ya da dolaylı şirke düşmeye yol açabilmektedir. Tevhid mutlak bir gerçeklik, vakıa iken, her türlü şirk ancak batıl, asılsız ve zannidir. Bu nedenle Lokman/13: ‘’Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.’’ Açıklandığı üzere şirk hak olmayan bir şey olması nedeniyle en büyük zulüm, Allah’ın ulûhiyet ve rububiyetine tecavüzdür.
Tevhid-Şirk Mücadelesi ve Elçilerden Örnekler
Tevhid şirk mücadelesi ilk insandan-ilk peygamberden başlayıp, son peygamber Hz. Muhammed’e kadar, Hz. Muhammed döneminden, günümüze kadar devam etti. Kıyamete kadar da devam edecektir. Hz. Musa, Firavun idaresinin bütün zorbalıkları büyük bir titizlikle uyguladığı bir zamanda ilahi hakikati bildirmek ve zorba idarenin azgınlıklarını terk etmesini sağlamak için ilahi bir görevle görevlendirildi. Allah ona ‘’Şimdi artık Firavuna git, şüphe yok ki, o pek azdı.’’(Taha 20-24) Tağut Firavunun ilk tepkisi oldukça ilginçti. Musa’nın kendi yanında sarayda yetişmiş olmasını Musa’dan duyduklarını dikkate almamanın gerekçesi olarak öne sürdü.‘’Bana nasıl böyle şeyler söyleyebilirsin, sende bir zamanlar benimle birlikte değil miydin, sende bu idarenin bir mensubu değil miydin ? Bu söylediklerin, sana yaptığım ikramlara karşılık nankörlük yapmak değil midir ?’’ diye serzenişte bulundu. ‘’Musa mesajını Firavun’a tebliğ edince, Firavun: Biz seni çocukken yanımızda yetiştirmedik mi ? Sen ömrünün pek çok yılını bizim aramızda geçirmedin mi ? Ama sonunda yapacağını yaptın. Ve nankör biri olduğunu gösterdin !’’ (26 Şuara 18) Halbuki konu Musa’nın hangi şartlarda yetişmiş olduğu değil, Firavundan istenen, zorbalığı bırakması ve Allah’ın tayin ettiği kurallara göre yaşamayı ve yönetmeyi seçmesiydi. Böyle yapara tevhid mücadelesini başlatarak hakkı, hukuku, adaleti, iyiliği, güzelliği ve güzel ahlakı egemen kılabilirdi. Firavun zorbalığı terk etmesi çağrısına, halef ve selefleri gibi, Musa’yı, toplumun birlik ve beraberliğini bozmakla, toplumun huzurunu kaçırmakla suçlayarak karşılık verdi. ‘’ Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: Bu, dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz! Sizi sihrriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz? ‘’
Bu suçlama ve yaklaşım zorba sistemlerin hepsi için geçerliydi aynı zihniyetin çarpık bir gereğiydi. Firavun idaresinin payandaları olan sihirbazlarda Hz. Musa’yı aynı şekilde suçladılar. Hz. Musa’nın davetini politik bir oyun olduğunu iddia ettiler. Desteklerini hep Firavundan yana tuttular. Fakat ne ilginçtir ki sihirbazlar, firavunun safından uzaklaşıp Hz. Musa’nın peygamberliğine iman ettikten sonra aynı suçlamayla, toplumun birlik ve beraberliğini bozmakla suçlandılar. Araf/123-124:‘’Firavun dedi ki: «Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) göreceksiniz! Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım !’’
Ayetler şirkin oluşturduğu statükonun kitleleri aldatmak için sahip olduğu, titizlikle gizlenen hileleri gözler önüne sermektedir. Müşrik liderler yaptıkları yanlış işler nedeniyle uyarılmaktalar. Kuran’da bazen Mısır toplumundan, bazen Ad toplumundan bazen, Semut kavminden seçilen örneklerle açıklanan tevhid şirk mücadelesi anlatılmaktadır. Bu örneklerle iman edenlerin kalpleri sağlamlaştırılıp, gidişatları desteklenirken; iman etmeyenlerin ise kalpleri sarsılmakta, gidişatlarının yanlışlığı bir kez daha düşündürülmekte, hem dünyada hem de ahirette gerçekleşecek azapla uyarılmaktadırlar.
Mekke’de müşrikler, İslam’a giren Müslümanları yıldırarak iman etmelerinin önüne geçmek amacını taşımaktadırlar. Mekke’de işkencelerin ağırlaşıp hat safhaya eriştiği, hayat ile ölüm arasındaki sınırın inceldiği bir dönemde Allah Buruc Suresinin Ayetleriyle, Mekke müşriklerinin işkencelerine maruz kalan müminlere, dirençlerini artıracak tavsiyelerde bulunmaktadır. Rasulullah kitlesel davete geçiş ile birlikte İslam’a davet çalışmalarını daha bir yoğunlaştırmıştı. Her kimi nerede bulursa en uygun biçimde kendisine yaklaşıyor ve İslam’ı anlatıyor, en güzel tarzda konuşup ilahi hakikatleri bildiriyordu. Risaletin ilk zamanlarında çekinen, korkan göreviyle ilgili kaygılara sahip olan Rasulullah artık korkmuyordu, kaygılanmıyordu. Çünkü o Kuran ile eğitiliyor ve öğretiliyordu. İnşirah/ 5-8: ‘’ Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.’’ Duha /11: ‘’Rabbinin nimetini durmaksızın anlat.’’ Hicr/ 94: ‘’Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!’’ ayetleriyle muntazam bir şekilde eğitilip öğretiliyordu. Mekke eşrafı ilk zamanlar önemsemedikleri ve Mekkeli aileler arasında problem çıkmasını istemedikleri için kısmen kayıtsız kaldıkları İslam davetini durdurabilmek için yeni çareler aradılar. Mekke liderleri Dâru’n-Nedve’de toplanarak; ‘’Artık Muhammed ve adamlarına yumuşak davranma döneminin bitmesi gerektiği, şiddetin tek yol olduğu’’ kanaati oluştu. Bunu da her aile kendi mensuplarına uygulamalıydı. Bu şekilde aile kavgalarının önüne de geçilmiş olurdu. Ebu Cehil Rasulullah’a baskı ve zulümde ileri gidenlerdendi. O bir defasında Kabe’de namaz kılan peygamberimizin üstüne deve işkembesi attırmıştır. Bir köle olan Bilal sahibi Ümeyye bin Halef’in ağır işkencelerine maruz kalıyordu. Ümeyye bin Halef onu günün en sıcak vaktinde, güneş ışınlarının ateş yağmurları gibi yeryüzüne çarptığı saatlerde kızgın kumlara yatırıyordu. Büyük bir kaya parçasını üstüne koyduruyor Bilal ise ‘Allah birdir’ diyerek cevap veriyordu. Yasir de işkenceye uğrayanlar arasındaydı. Ebu Huzeyfe bin Muğire’nin hizmetçisi Sümeyye ile evlenmişti. Ammar ve Abdullah isimli çocukları olmuştu. Müslüman oluncaya kadar Ebu Huzeyfe bin Muğire’nin himayesinde iyi şartlarda bir hayat sürdüler ancak ne zaman ki İslam’ı kabul ettiler, baskı ve işkencenin her türlüsüne maruz kaldılar. Kızgın kumlarda günlerce yatırıp aç ve susuz bıraktılar. Vücutlarını korlarla dağladılar. Ammar’ın vücudunda kalıcı izler bıraktılar. RasulullahYasir Ailesine çok üzülüyor ancak elinden bir şey gelmiyordu. Bir gün onlara Rasulullah ‘’Müjdeler olsun ya Yasir Ailesi, sizin kavuşacağınız yer cennettir.’’ Bir gün bu işkence seanslarından birinde dininden dönmemekte ısrar eden Sümeyye Ebu Cehil tarafından mızrakla öldürüldü ve İslam’ın ilk şehidi oldu. Şiddetin hat safhada olduğu dönemlerde bile İslam’a girenler olmuştur. Bunların en önemlilerinden biri Ebu Zerr El-Gıfari ile Amr bin Abese’dir .O Mekke’ye bizzat gitmeye karar verdi. Mekke’ye vardığında bir müddet rasulullaha görüşemedi. Önce Hz. Ebu Bekir ve Ali ile görüştü. Hz. Ali kendisini Mekkeli müşriklerden gizlenerek ve bir plan uygulayarak Rasulullaha götürdü Rasulullah’la uzun ve ayrıntılı bir şekilde konuştu ve akabinde de Müslüman oldu. Ebu Zerr’in Müslüman olması Rasulullah’ı çok sevindirdi. Rasulullah Ebu Zerr’in, Müslüman oluşunu açığa vurmamasını söylediysede Kabe’ye giderek ve bağırarak ‘’Ey! Kureyş topluluğu bütün varlığımla bilir ve bildiririm ki Allah’tan başka ibadet edecek rab yoktur. Ancak Allah vardır. Ve yine samimiyetle ilan ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve resulüdür.’’ Mekkeli müşrikler önce bu duruma şaşırdılar ve sonra Ebu Zerr’e saldırarak öldüresiye dövmeye başladılar. Ebu Zerr’i Mekkeli müşriklerin elinden Abbas bin Abdulmuttalib kurtardı. Ebu Zerr kana bulanmış bir şekilde Rasulullahın yanına gitti. Rasullullah çok üzüldü. Bu olaydan sonra Ebu Zerr birkaç gün daha Rasulullah’ın yanında kaldı. Daha sonra Gifar’a döndü. Kabilesine bildiklerini anlattı. Onun çabaları sayesinde Gifarlar İslam toplumuna katılan ilk kabilelerden oldu. Amr bin Abese de Müslüman olmadan önceki hayatı anne bir kardeş olmaları Müslüman oluşu itibari ile Ebu Zerr’e benzemektedir. O da Ebu Zerr gibi yaşadığı yerden kalkıp Mekke’ye Rasulullah’la görüşmeye gitti. Ve bir gece yarısı Kabe’yi tavaf ederken Rasulullah’la bir plan dahilinde ve Rasulullah’a şiddetin yoğun yaşandığı Mekke ortamında görüşüp İslam hakkındaki her şeyi sorup öğrenerek Müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra evine geri döndü ve bir daha, Medine’ye hicret edince ancak Rasulullah ile görüştü. Tevhid, İslam’ın birinci ve en büyük esasıdır. Kuran’ın en fazla önem verdiği konudur. Mekke’de inen ayetlerin hemen hepsi tevhide vurgu yapan ayetlerdir. Medine’de inen ayetler de, çoğunlukla tevhide atıfta bulunur, onu kökleştirmeye çalışır, bir zaman konuşulup birazcık üstünde durularak başka söze geçilecek bir konu değildir. “Ey iman edenler, İman edin! (imanınıza devam edin, yeniden ve kamil anlamda iman edin, imanınızı yenileyin, güçlendirin, imanda sebat edin).” (Nisa/136)
“La ilahe illallah” hükmü, beşeri hayatta süreklidir. Sadece kafirler inanmak için, müşrikler inançlarını düzeltmek için çağrılmaz ona. Mü’minler de ona çağrılır ve onlara sık sık hatırlatılır. Kalplerinde canlı ve sabit kalması, hayatlarında etkili olması, gereklerini ihmal etmemeleri için “Ey iman edenler, İman edin!” diye uyarılır. Kur’an, insanın hayat programını çizen bir kitap olduğu için tevhide karşı bu önemi ve titizliği gösterir. Allah, tek yaratıcı, yegane hakim ve yönetici, rızık verici… olduğundan yalnız O’na ibadet edilmeli, başkası O’na ortak koşulmamalıdır: Bu, Allah’ın kulları üzerindeki en büyük hakkıdır. Allah, kullarının ibadetine muhtaç değildir, ama insan muhtaçtır ve her an mutlaka ibadet halindedir; ya Allah’a veya Allah’ın dışındakilere. insan, imanla küfür arasında, sahte ilahlarla gerçek ilah arasında bir tercih yapmalıdır. İnsanoğlu, hem Allah’a hem de şeytana kul olarak yaşayamaz (Bkz. Ahzab, 44). “Tağuta kulluk/ibadet etmekten kaçınan ve tam gönülle Allah’a yönelenlere müjdele! Dinleyip de sözün en güzeline tabi olan kullarımı müjdele!” (Zümer, 17-18) Bunun için insan daima “La ilahe illallah”a muhtaçtır.
Kuran’a sunularak test edilmiş bir vahdet anlayışına sahip insanlar/Müslümanlar olabilmemiz, Kuran’ın onayladığı bir vahdet anlayışına sahip olmamız ve nesiller yetiştirebilmemiz ümit ve duasıyla..