‘’Suriye Gerçeği ve Müslümanlar’’

‘’Suriye Gerçeği ve Müslümanlar’’

Bartın Özgür-Der Girişimi ‘’Suriye Gerçeği ve Müslümanlar’’ konulu oturum düzenledi.

Yakup Kara’nın yönettiği Şuayip Mekeç ve Cihat Özdemir sunumlarıyla gerçekleşen etkinlikte Suriye gerçeği ve Müslümanların tutumları ele alındı.

Paneli yöneten Yakup Kara açılış konuşmasında şunlara değindi.

Suriye’de bugün büyük bir acı yaşanmaktadır. Zalim bir çeteye karşı mücadele veren ve tüm Dünyanın boş boş seyrettiği ve hiçbir şey yapmadığı Suriye’li kardeşlerimiz kendilerini Allah’a emanet ettiklerini haykırıyorlar ve yeter diyorlar. Kardeşlerimiz imdat çağrılarında bulunurken adeta ey Müslüman kardeşlerimiz bizim için bir şeyler yapın diyorlar. Bugün Allaha şükür Türkiyeli Müslümanlar yardım seferberliğine girdiler. Bartın’da düzenlenen kermesimiz ve ihtiyaç malzemeleri kampanyamıza destek vermenizi bekliyoruz. Bizim bu desteğimiz kardeşlerimize moral, Rabbimiz nezdinde amel değeri taşıyacaktır. Rabbimiz bu konudaki tepkilerimizden bizi hesaba çekecektir. Fiilen katkıda bulunamasak da en azından bulunduğumuz yerlerde meseleyi gündeme taşıyarak ve kış şartlarında yardım seferberliğimizi artırarak duygularımızı amele dönüştürebilmeliyiz. Tunus’ta bir pazarcının kendini ateşe vererek çaktığı bu kıvılcım İslam coğrafyasında bir direniş atmosferi oluşturdu. Muhtelif bileşenlerin içinde Müslüman kardeşlerimizin seslerinin daha güçlü duyulduğu bu atmosfer bizim içinde bulunduğumuz ortak duyarlılıklarımızın sesine dönüşmüştür. Kardeşlerimizin bu direngenlikleri sayesinde Tunus’ta Mısır’da Libya’da Yemen’de diktatörler bir bir devrildiler. Ve inşallah Esed’in devrilişi de yakın olsun. Binlerce kardeşimiz zalim Esed’in silahlarıyla öldürülmüş, milyonlarcası evlerinden yurtlarından çıkıp komşu ülkelere sığınmış durumdalar. Bunlardan sadece 200 binin üzerinde insan Türkiye’ye sığınmış durumdadır. Bütün bu acıların yanında dünyanın sessizliği içimizde ayrı bir yara açmıştır. Muhtelif İslam diyarlarından kardeşlerimiz Suriye konusunda hassasiyet göstererek cephelerdeki yerini aldılar. Ve sırasını bekleyen, öne çıkanlar tavrıyla adanmışlıklarını ortaya koydular. Onlardan bir kısmının şehadet haberlerini alıyoruz. Allah onların ecrini kabul eylesin. Bu bölgelerde onlarca yıldır faaliyet gösteren İslami hareketler en son Ortadoğu intifadalarında diğer bileşenlerin arasında sesi ve organizasyon gücü öne çıkan saik olabilmeyi başardılar. Ve hamdolsun bugün iktidar paylaşımlarında bu kardeşlerimizin adımlarını izliyoruz. Ortadoğu intifadalarında Suriye konusunda değişik çevrelerin konuyu ele alışını da değinmek gerekiyor. Bu değerlendirmeyi yapanların da meseleye hangi zeminden baktıklarına dikkat etmemiz gerekiyor. Emperyalistler her zaman kendi hesaplarını yapacaklardır. Şeytan şeytanlığını yerine getirecektir. Emperyalistler diye adlandırdığımız güç birliğini netleştirmemiz gerekiyor. ABD, Batı, Rusya ve Çin. Bunlardan ne biri ötekinden daha az zalim gibi ayrım yapabilme hakkımız olmamalıdır. Şunu biliyoruz artık Rusya ve Çin emperyal bir blokta küresel dinamikleri elde etme yolunda hızla ilerlemektedir. 1979 yılında zafer sevincine ortak olduğumuz İran’da gelinen noktada maalesef hayal kırıklığımız ve üzüntü kaynağı olma durumu devam etmektedir. İran direniş safındaki kardeşlerimizi suçlayıcı dışlayan üslubunu daha da artırarak ümmetin bir zalimin şeytanlığıyla ifsad etmeye çalıştığı ayrılıkları körükleme konusunun öncülüğünü yapmaktadır. İran bu konuda zalim, katil, despot bir rejimi ayakta tutmak için gerek askeri gerekse ekonomik yardım seferberliğini sürdürmektedir. Direniş hattı diye adlandırdıkları İran, Irak, Suriye ve Lübnan. Kurgusal bileşenleri adına ulusal ittifaklarını adeta mazlumların kanıyla ayakta tutma kararlılığını gösteriyorlar. Siz eğer direniş hareketleri Müslüman kardeşlerimiz dururken direniş hattı adı altında zalim despot fesat odağı olmuş tağut devletlerin yanında olursanız bu nasıl direniş hattı olur? Bu düpedüz zulüm hattıdır. Türkiye’deki kafa karışıklığını da ele almamız gerekiyor. Sol İslam’a tepkiselliğinden dolayı tamamen direniş karşıtı Esed yanlısı bir politika izliyor. Bazı milliyetçi çevreler de bölünme paranoyası içindeler. Esed sonrasının ortaya çıkaracağı tablodan hareketle Türkiye’nin bölünmesine zemin hazırlayacak bir takım argümanlar korkusuyla Esed’in ayakta kalmasını istiyorlar. Diğer bir kafa karışıklığı ise –bizi asıl üzen bu- komplocu yaklaşım çevreleri gelişmeleri tamamen emperyal bir planın uzantısı olarak göstermeye çalışıyorlar. Mazlum bir halka karşı acımasız ve iftira dolu yaklaşımlarıyla meseleyi ele alıyorlar.

Bizler Müslüman insanlar olarak konuya nasıl bakacağımız meselesini anlatmak üzere sözü Şuayb Mekeç’e bırakıyorum.

Şuayb Mekeç; İnfitar suresinin “Ey insan! Seni en mükemmel şekilde yaratan, seni en düzgün ve dengeli yaratan Rabbine karşı seni aldatan nedir? Yazıcılar yazmaktalar. Tüm yapılıp edilenleri: Yaptıklarınızı, idrakınızı, aldatma ve aldanma gerekçelerinizi bir bir yazmaktalar. Sen ceza gününü bilir misin? Hiç düşündün mü o günü? O gün bütün işler Allah’a kalmıştır. O gün hiç kimsenin kimseye faydası olmayacaktır.” Ayetleriyle söze başladı.

Bizler yeryüzünde başıboş yaratılmadık. Tüm yaratılan alemlerin içinde sorumluluk alabilen varlık olarak yaratıldık. Rabbimiz bize yol olarak İslam yolunu seçti. Bu yolda nasıl ilerleyeceğimizi ve aramızda neyle hükmedeceğimizi öğreten kitaplar indirdi. Bize öncülük edecek içimizden şahitler, peygamberler, müjdeciler seçti. Yani hayatımız bizim için sınandığımız, hesabının sorulacağı bir zaman yekunu. Bakara Suresi’nde Rabbimiz en başta tek bir ümmet olduğumuzu, bizlere içimizden seçtiği peygamberlerle kitaplarını indirdiğini ve insanların ihtilafları çözerken Allah’ın kitabını tercih etmedikleri için ayrılığa düştüklerini, bu yüzden dağıldıklarını, güçsüz düştüklerini söylüyor ve çözüm yolu olarak kitabımızla amel etmeyi yeniden kitabımıza göre durumumuzu ıslah etmemizi istiyor. Bugün İslam dünyasının büyük bir diriliş sürecine girdiğini gözlemliyoruz. Müslümanlar bugün başlarındaki zalimlerden kurtulma mücadelesi başlattılar. Yılardır hasretini çektikleri özgürlüklerine kavuşuyorlar. Nesillere bırakacakları özgürlük nimetini inşa ediyorlar. Hayatımız yani dün, bugün ve gelecek günlerimiz hesabı verilebilir amellerimiz ve temennilerimiz olmaya devam edecektir. Bizler kurtuluşumuzu peygamberlerimizin bize bıraktığı İslam yolu, kitabımızın aydınlattığı yolda kararlı adımlarla ilerlememizle kazanabileceğiz. Bizim bu mücadelemiz kimliğimizdir. Rabbimizin Kur’an’da tanımladığı müminlerin özellikleriyle donanmamızdır. Hayat ve ölüm bizlere imtihan vesilesi kılınmıştır. Hayat maceramızda ne yaptığımızdan neyi yapmadığımızdan kimlerle olduğumuzdan nereye doğru yol aldığımızdan hesaba çekileceğiz. Kur’an’ın rehberliğindeki hayatımız bizleri sırat-ı müstakim üzere kılacaktır. Rabbimiz bu yol üzerindeki kararlılığımızı hidayet nimetiyle ödüllendirdiğini vurguluyor. Bu yol iman ve amelin bütünleştiği yoldur. Sadece inandık demekle kurtulamayacağımızı, amellerimizle değerli kılınacağımızı idrak ettiğimiz bir yoldur. Tüm yapıp ettiklerimizin kaydı tutulmaktadır. Hayatımızın her anı Rabbimizin görevlendirdiği şahitler tarafından kayda alınmaktadır. Çevremizde olan bitenleri boş gözlerle seyredemeyiz. Bizler Müslüman olduğumuz için çevremizdeki zulme, zillete, her türlü ifsada karşı çıkarız ve İslam’ın düzenleyen, ıslah eden yönünü öne çıkarmaya çalışırız. Ve bunun için de Rabbimizin bizi Müslümancı yaşattığı ve Müslümanca tamamlamayı amaçladığımız hayatımızdan dolayı Rabbimize hamd ederiz. Ya tersi olsaydı? Biz de dalanlarla birlikte dalsaydık?... Ateş çukurundaki kardeşlerimizi seyretseydik. Kör sağır basiretsiz insanlar olsaydık. Biz bu yüzden kardeşlerimiz zulme uğradığında birlik olup onları kurtarmak için mücadele ederiz. (Şura suresi) Bizden yardım isteyen güçsüz, zavallı kardeşlerimizin yardımına koşmayı görev biliriz. (Nisa Suresi) Birbirimizle kardeşler kılındığımızı ve aramızda zannın, kinin, dedikodunun, iftiranın ve her türlü hayâsızlığın yasak olduğunu biliriz. (Hucurat Suresi) İşte takva yolu, kurtuluş yolu budur. Kafirlerin oyunu varsa Allah’ın oyunu vardır. Allah güçlü ve kuşatandır. Ve oyunları boşa çıkarandır. Şeytan yolumuza oturacak, zalimlerle iş tutacak bizi her yönden dalalet çukuruna çekmeye çalışacaktır. Bizi Allah’ın zikrinden uzaklaştırarak kendisine tabi kılmak için uğraşacaktır. Şeytana karşı dirençli ve onun hilelerine aldanmayan sağlam bir duruş, bizim kitabımızla olan irtibatımız sayesinde mümkün olacaktır. İçimizdeki hastalıklarla ve bizi güçsüz bırakan zalimlerin zulmüyle mücadelemiz aynı zamanda şeytan ve takipçilerine karşı verilen direnişimiz olacaktır. Kadiri mutlak olan Allah’tır. ABD, Batı, Rusya, Çin kadiri mutlak değildir. Suriye konusunda belli çevreler kardeşlerimizin direnişini ABD’nin bir oyunu olarak değerlendirerek küçük göstermeye çalışıyorlar. Ve onların ABD’nin komplolarının bir parçası olduklarını söylüyorlar. Bu o kardeşlerimize atılan en büyük iftiradır. Kendilerini sadece Allah’a emanet eden ve sadece Allah’tan yardım isteyen bu kardeşlerimizin durumu ortadadır. Bu kardeşlerimize birkaç İslami direnişçi desteği dışında herhangi bir yardım ulaşmış da değil. Çok ince hesap yapan bu çevreler farkında olmadan bir zalimi nasıl desteklediklerini ve ayakta tuttuklarını idrak bile edemiyorlar. Hatta bazı çevreler zalim Esed rejiminin ayakta, iktidarda kalması için adeta yardım seferberliğine girmiş durumdalar. Rabbimiz zalime meyletmeyi yasaklamıştır. Meyledenin zalimle aynı sonu paylaşacağını vurgulamıştır. (Hud Suresi) Bu kardeşlerimizin başlattığı bu süreç onların değişim sürecidir. Onlar nefislerinde olanı toplumsal bir değişim sürecine sokmuşlar ve yıllardır kendilerini adeta köleleştiren Esad rejimine karşı mücadelelerini bayraklaştırmış durumdalar. Tıpkı Musa’nın (as) Şuara suresinde anlatılan kavmini özgürleştirme Firavunun esaretinden kurtarma mücadelesinde olduğu gibi. Firavun: -Ben sana iyilik etmedim mi? Kavmine nimet vermedim mi? dediğinde Musa (as): -Tüm bu söylediklerin kavmimi şimdiye kadar köleleştirdiğine sayabilirsin diyerek en hikmetli sözleriyle cevap vermiştir. Suriyeli kardeşlerimiz gerçek itibarı hak ediyorlar. Allah onlara vaat ettiği fethi nasip edecektir. Çünkü onlar ekini ve nesli ifsad eden zalime karşı Kur’an’ın rehberliğinde mücadele ediyorlar. Rabbimiz kardeşlerimizi elbette istedikleri bir geleceğe ulaştıracaktır. (Duha Suresi)

Niçin Suriye? Suriye’de 1945 yılında Mustafa es-Sıbai tarafından kurulan İhvan-ı Müslimin’in Suriye kolu 1946’da seçimlere katıldı. Milletvekillikleri kazandı. Bakanlıklar elde ettiler. Baas çetesi 1963’te iktidarı ele geçirince İhvan’ı yasa dışı ilan etti. Lider ekibini sürgüne gönderdi. 1970’te Hafız Esad iç darbeyle İhvancı olmanın cezasını idam yaptı. 80’li yıllarda İran’daki İslam İnkılabı bir direniş ve dönüşüm havası oluşturmuştu. Aynı yıllar Hama’daki kardeşlerimizin rejime dönük eleştirilerini bahane eden Hafız Esad Hama’yı kuşatarak Müslümanların en güçlü olduğu bu şehri yerle bir ederek hemen hemen bütün nüfusunu katletti. Dünya öldürülen 40 bin Hama’lı kardeşimizi boş gözlerle seyretti. O dönemlerde bu konuya müdahale edebileceğini düşündüğümüz İran, birçok bahanelerle bu konuyu ilgisiz bir şekilde geçiştirdi gitti. Bugün İran’ın bu tavrını ele aldığımızda o gün niye bu konuda müdahale etmediğini daha iyi anlayabiliyoruz. Ama bugünkü dünya o günkü dünya değil. Allah’a şükür Suriyeli kardeşlerimizin dünyayla irtibatları orda ne olup bittiğini sıcağı sıcağına dünyanın gündemine taşıyor. Ve bu konuda kardeşlerimiz son derece kendilerinden emin Rablerine teslimiyet içerisinde bir direniş ortaya koyuyorlar. Beşşar Esad, 2000 yılında babasının ölümüyle iktidara geldi. Sivil kökenli olması, Avrupa’da okuması Suriye’de olumlu bir hava oluşturmuştu. Fakat onun döneminde reform talebinde bulunanlar hapislere atıldılar. Suriye’de bugünlere gelen süreç Der’a’da 13-14 yaşlarında birkaç gencin “halk rejimin değişmesini istiyor” diyerek başlattığı bu sivil itaatsizliğin çok ağır bir şekilde bastırılması, itiraz eden ailelerinin üzerlerine Esad’ın askerlerinin ateş açması ile olaylar tüm Suriye’de yaygınlaşmaya başladı. Halk 8 ay sadece mescitlerde Cuma eylemleriyle itiraz gösterileri yapıyorlardı. Ama her defasında onlarca kişi öldürülmeye devam ediyordu. Allah’ın ayetleri tüm meselelerimizde tavırlarımızı belirleyen ölçüler ortaya koyar. Vahyin ölçüleriyle hayatı buluşturmak, meseleleri fıkhetme zorunluluğumuz vardır. Müslüman toplumların çocukları 1900’lü yılların başlarında işgalci güçler ve işbirlikçi iktidarlar eliyle Kur’an’dan kopartılmışlardır. İslam coğrafyalarına atalet durumu hakim olmuştur. Bugün hamdolsun bu atalet durumundan kurtulup silkinme dönemine girilmiştir. Bu süreç içerde işbirlikçi Batı hayranlarını, dışarıda ABD, Batı, Rusya ve İsrail’i tedirgin etmektedir. İnşallah İslam ittifakı Müslümanların dirilişine yol açacaktır. Bu bir ittihadı İslam olacaktır. Bu ekinler bizimdir. 100 sene önce atılan tohumların ekinleridir. Bu bir özgürleşmedir. La ilahe illallah silkinişidir. Bu bir Lebbeyk çağrısıdır. Rabbimiz bu çağrıya icabet edecektir. Allah galiptir. O’nun hesabı her şeyin üstündedir. Bu intifadalar iç ve dış kirlerden arınma zalim yanlısı hizbi yaklaşımlarla vicdanlı adil yaklaşımların ayrıştığı bir arınma sürecine dönüşmüştür. Mızrakların ucundaki sahifeler bugün Müslümanların kalbini acıtıyor. Rabbimiz müminlere basiret, vicdan ve olayları tedebbür edebilme hikmetini nasib etsin. Yolumuzu Kur’an’ın rehberliğiyle aydınlatsın, şahitliğimizi Muhammedi sünnetin tanıklığıyla oluşturabilmeyi lutfeylesin.

Şuayb Mekeç’in konuşmasından sonra Cihat Özdemir söz aldı.

Müslümanlar Endülüs'te işbaşındayken gayrı müslimlerin, Yahudilerin yaşam haklarına sahip çıktılar. Aynı şekilde Osmanlı da gerek Ortodoksların gerekse Yahudilerin yaşam haklarına sahip çıktı.

Batıda 18. yüzyılda endüstriyel devrimin gelişmesi ve emperyalizmin bütün ümmete ve Ortadoğu coğrafyasına ve Afrika topraklarına hakim olmasından sonra o kendi vahşi gücünü bizim topraklarımızda göstermeye başladı. Tabi biz şimdi Müslüman topluluklar olarak emperyalizm deyince sadece İngiltere, Fransa ve Amerika'yı algılamaya başladık. Çünkü bizim Türkiye'deki entelektüel düzlemimizde sol çok hakimdi. Ve bir takım kavramsal değerleri sol üretmişti. Ki Müslüman düşünürler 60-70li yıllarda daha bu kavramları üretebilecek ve değerlendirebilecek bir çaba ve yetiye sahip değildiler. Fakat bugün özellikle Suriye meselesini değerlendirdiğimizde şöyle normal bir insan olarak düşündüğümüzde emperyalist güç olarak sadece Amerika'yı, Fransayı, İngiltere'yi mi göreceğiz? Yoksa Rusya ve Çin'i başka bir yere mi koyacağız? Yani olaya çok genel, global bakmamız gerektiği noktasını aklımızın bir kenarına koymamız gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi toplumumuzda bir takım algılar var. Toplumumuza meseleleri izah edebilme noktasında zaten sıkıntılar yaşıyoruz. Bizim meseleleri idrak ettiğini düşündüğümüz İslami çevrelerin en anlaşılır böylesine trajik, böylesine acı veren ve İslam kardeşliğimizi ilk anda aklımıza getiren Suriye meselesini halledemeyişlerini yada tepki vermedikleri bir alana çekmelerini anlamakta güçlük çekiyoruz. Gerçekten arkadaşlar genel anlamda toplumumuzun değer yargısı, toplumumuzun Suriye mevzusunu değerlendirme durumu konunun gelişmesinden çok daha utanç verici, çok vahim seyretti. Bu konuda kendimizi eleştirmemiz gerekiyor. 20 aydır devam eden bir süreç var. Biz daha yardım konusu olsun diğer konular olsun bir takım duyarlılıkları yeni yeni edinmeye başladık. Bu bizim için gerçekten üzücü bir durum. Bunun altını çizmemiz gerekiyor.

Bence burada şunu görebilmeliyiz:

Var oluşumuzu, dünya sistemine entegre olma zorunluluğu üzerinden bir algı oluşturup kadiri mutlak ABD’nin ya kontrolünde ya da komplo teorilerinde kendimize yer açılmaya çalışılıyor. Çok bühtan bir durum.

Bu bakış açısı, Allah'ın hesabını göz ardı eden, yeryüzündeki imtihanımızı yok sayan, hayatı sadece dünya hayatına indirgeyen yani belhüm edal seviyesizliğine düçar bir hayat. İslam olmanın işaret ettiği böyle bir hayat değildir. Biz çevremizde olan bitenler karşısında Müslüman topluluklar olarak bu tuzakların etkisinde kalabildik ya da izah edebilme noktasında güçlükler yaşadık.

Emperyalizmi sadece batı olarak değerlendirmemek gerek. Rusya ve Çin de en az batı kadar emperyalist. 1990'da Sovyetler Birliği çöktükten sonra 1993 yılında Balkanlar'da bir takım ulus devletler oluşmaya başladı. Özellikle Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra orada Müslüman toplumun oluşturduğu Bosna Hersek devleti kuruldu. Avrupa bu devletin kurulma anlayışına çok tahammül edemedi. Tahammül edemeyince de özellikle Sırplar bu bölgede çok büyük katliamlara başladılar. Bunu hepimiz yaş itibariyle hatırlayacak durumdayız. Aşağı yukarı 300 bin kişi katledildi, şehit edildi. Avrupa bunu seyretti. Rusya aynı Suriye mevzusunda olduğu gibi son ana kadar Karadziç ve Miloşeviç'in yanında yer aldı. Şimdi de Beşşar Esad'ın yanında yer aldığı gibi. O dönemki dünya konjonktüründe Müslümanların ne kurumsal anlamda ne de devletler bağlamında söz söyleyebilecekleri şartlar yoktu. Sinmişlik, atalet, iç hastalıklar, batı paranoyası ve dar ideolojik bakış açıları dünyayı iki kutuptan ibaret sayan algısal yaklaşımlar bu konuyu gündemde çözüme ilişkin ele alınmasını saylayamadı. Bu konuda o kardeşlerimizin yanında duran duyarlılık sahibi çevrelerin ve bireylerin katkıları konuyu çözümleyebilme konusunda bir ortam imkanı sağlayamadı. Konuyu Bosnalı kardeşlerimizin yaşadıklarını ele almayı biraz daha sürdürdüğümüzde şunları hatırlıyoruz: Bu içinden çıkılamaz hal, kim olursanız olun bazen sizi öylesine çaresiz, ölümcül bir durumla karşı karşıya bırakıyor ki bir Müslüman olarak bunu izah edebilmemiz gerekir. Rabbimiz ölmemek için domuz eti yemeye izin veriyor. Buradaki incelik bir Müslümanın ölümünün yerine yaşamsallığının tercih edildiğini, İslam’ın öngördüğü bireysel ve toplumsal maslahatın hayatiyetinin ve devamının tercih edildiğini kavrayabiliyoruz. Ölmemek için yasak olan bir şeyin yenmesine izin verilmesi olayı. Ölmemek için zehir içercesine bir zalimden, tirandan, tağuttan, kendi halkını öldüren, çocuk düşmanı, ırz düşmanı, cami düşmanı, tevhid düşmanı, şeytan işbirlikçisinden kurtulmak için dışarıdan gelecek yardıma sessiz kalma hadisesi!! Sesli düşünmek gibi bir şey. Maalesef emperyal bir devlet olmasına rağmen özellikle Richard Holbrook'un Türkiye'ye geldiğini Amerika dışişleri bakanı Madeline Allbright'ın yardımcısıydı. Bir takım görüşmelerin sonucunda hatta ondan önce Birleşmiş Milletler askeri Bosna'ya gitmesine rağmen özellikle Hollandalı askerlerin gözü önünde o vahşi Srebrenika katliamları yapıldı. Bütün bunları hatırlayacak olursak en sonunda bin bir türlü ricalarla bir kaç tane NATO uçağı Karadziç'in bulunduğu bölgeleri bombaladı. Ve Bosna Hersek hadisesi maalesef bu şekilde sonuçlandı. Bundan birkaç sonuç çıkartabiliriz. Ümmetin güçsüzlüğü burada söz konusudur. Müslümanların birinci dünya savaşından sonra dağılmışlığı, parçalanmışlığı söz konusudur. Emperyalizmin Avrupa'nın içinde bir takım İslami unsurları istememesi söz konusudur. Ama olay bu şekilde sonuçlanmıştır. Şimdi bu olayda bir kaç tane Amerikan uçağı bombaladı diye bunda Amerika'nın oyunu var diye baktık mı arkadaşlar? Bakmadık. İşte aynı olayları Surriye'de de, Mısırda da, Tunus'da da bakmak durumundayız. Bu insaf sahibi normal bir müslümanın yapması gereken bir düşünce hareketidir. Bir kıyaslama imkanı olsun diye bu olayı anlattım. İnşallah ben bu konuda Türkiye'de de duyarlılıkların arttığını ve inşallah daha da artacağını düşünüyorum.

Suriye'de bu olaylar başlamadan önce çok ciddi bir örgütlenmenin varlığından bahsetmek pek de mümkün değil. Özellikle 1982 Hama katliamında 30 bin kişi katledilmiş. 800 bin kişi de Suriye dışına hicret etmek zorunda kalmış. Bu aşağı yukarı Suriye nüfusunun %10'u demek. Bu yüzden Mısır'daki gibi Suriye'de bir tabela örgütten bahsedemiyoruz. Suriye halkının kendi çabalarıyla oluşturduğu Kur'an nüveleri ve Cami merkezli bir takım yapılanmalar söz konusu. Bunun dışında Suriye'de çok örgütlü bir yapı yok.

Bu olaylar patlak vermeden önce Suriye'de yaşanan eylemlere de baktığımızda ilk önce camiden çıkan kalabalıklar halinde rejime karşı sloganlar atıyorlardı. Yani bir takım oluşumlar yavaş yavaş bir araya geldi. Zaten camiden çıkanlar rejime karşı atılan sloganlarla ilk beş altı ay Cuma çıkışlarındaki eylemlerde hiçbir zaman silaha sarılmadılar. Ta ki katil Esed rejimi camiden çıkan insanları öldürmeye başlayana dek. Bir mecburiyet karşısında kendini savunma amaçlı silaha sarılma söz konusu. Örgütlenmeler ve Özgür Suriye Ordusu'nun oluşumu işte böyle başladı.

Dünya medyasında yer aldığı kadarıyla bile Esed rejimin ortaya koyduğu vahşet tablosu, konuyu doğru kavramak isteyenler için önemli işaretler taşıyor. Dirilere olduğu kadar ölülere de yönelen saldırganlık ve vahşet tabloları da yansıdı dünya medyasına. Suriyeli Müslümanlar "Uhdud" günleri yaşıyorlar. Esed rejimi katlediyor, işkence yapıyor, tecavüz ediyor, hapsediyor, sürüyor, yok ediyor. Dünya boş gözlerle seyrediyor. Suriye çok yakın bir coğrafya olmasına ve iletişim imkanlarının da var olmasına rağmen hala bazı yanlış değerlendirmeler yapılıyor olması çok acı. Esed rejimine yönelmesi gereken eleştiri ve saldırı okları maalesef hayatta kalmaya çalışan direniş guruplarına yöneliyor. Oysa Özgür Suriye Ordusu tarafından kurgulanmış, sistematik hale gelmiş olumsuz görüntüler yok münferit bir iki olay haricinde. Onlar da gerek medyanın yönlendirmesi gerekse vicdan körelmesi yüzünden çok farklı noktalarda değerlendiriliyor.

Her şeye rağmen Özgür Suriye Ordusu son haftalarda önemli mevziler kazandı. Esed güçlerine karşı önemli kazanımlar elde ettiler. Muhalefet içinde yer alan diğer unsurlarla da mutabakat arayışları söz konusu. En son Kürt gruplarla da bir anlaşmaya varıldığı haberleri var. Bu tür gelişmeler Özgür Suriye Ordusu'na güç katıyor.

Esed'in gitgide güç kaybettiği, alanının daraldığı bir gerçek. Annesinin Şam’dan ayrıldığı söyleniyor. Eski bürokratlar ve askerler birer birer uzaklaşıyor. Esed'e yönelik bir darbe beklentisi söz konusu ediliyor.

Lübnan Şii Yüksek Konseyi üyesi Ayetullah Ali Fadlallah direnen Müslüman güçlerle birlikte hareket edilmesi noktasında bir açıklaması var. Bağımsız bir bildiri. İran'ın tutumundan ayrılıyor. İran hala direnişin karşısında Esed'in yanında yer aldıklarını açıklıyor. Bu çok üzücü. Ama biz artık Esed'in gitgide tükendiğini, bittiğini görüyoruz. Zaten bir halk desteği yok. Azınlığa dayanıyor. Sona doğru gidiyor.

Özgür Suriye Ordusu'nun imkansızlıkları ve dezavantajları var. Silah edinmesine imkan tanınmıyor. Esed'in ağır silahları ve hava gücü göz önüne alındığında bu çok can sıkıcı bir durum.

Batının bir hesabı var. Batı özellikle ilk önce İsrail'i gözeten bir yol takip ediyor. İslamcıların iktidara geleceğinden endişe duyuyorlar. Bazı grupları terörist ilan ediyorlar. Ama biz Müslümanların zorlukları aşarak başarılı olacağına inanıyoruz.

Bir de dış müdahale konusu var. Bu kadar insan ölürken, vahşet tabloları sergilenirken seyreden emperyalistler Esed'in tükenişine yakın bir dış müdahale gerekçesi oluşturmaya çalışıyorlar. Belki Esed’in de, çöküşün verdiği bir aymazlıkla buna imkan sağlaması da söz konusu olabilir. Ama şunu hep belirtelim; çünkü çok önemli: Direniş gurupları kesinlikle bir dış müdahaleye karşılar. Onlar sadece bize silah verin, silah edinme yollarımızı kapatmayın diyorlar.

Bosna'daki kayıpları anımsatan bir kayıplar tablosu var karşımızda. Buna rağmen Rusya'nın son günlerde yaptığı açıklamalar Esed'e eski desteğini sürdürmeyeceğini düşündürtüyor. Bu Özgür Suriye için bir imkan olabilir.

Mısır İran'dan Esed'e gelen yakıt yardımına el koydu. Bu takdir edilecek bir davranış. Esed'e gelen dış desteğin önüne geçilmesi lazım.

Davutoğlu Esed'in düşmesi an meselesi diyor. Şubat Mart gibi zayıflayıp düşeceği tahminleri var. Ama bu bizim için gaybdır. Şu anda bize düşen görev zalime karşı direnen mazlum halkın yanında olmak. Özgür Suriye Ordusu'nun yanında olmak. Malımızla, canımızla, maddi manevi imkanlarımızla kardeşlerimizin yanında olduğumuzu göstermeliyiz. Bu konudaki duyarlılığımızı hiç kaybetmemeliyiz. İnşallah inananlar kazanacaklar. Allah inananların yardımcısıdır.

Cihat Özdemir’in konuşmasından sonra sorulara verilen cevaplarla panel devam etti. Yardım seferberliğine önem verilmesi vurgularıyla son buldu.

dscf0602.jpg

dscf0605.jpg 

Önceki ve Sonraki Haberler