“Reel Siyaset Kıskacında Vesayetten Kopma Mücadelemiz”
Bartın Özgür-Der’de bu hafta “Reel Siyaset Kıskacında Vesayetten Kopma Mücadelemiz” konusu işlendi.
Hamza Türkmen'in konuşmacı olduğu seminerde şunlar ifade edildi:
İslam coğrafyasında yaşanan süreç İslam ümmetinin Kitab-ı Mübin ve Rasulullah aleyhisselamın mütevatir sünnetinden uzaklaşması neticesinde istişareden,kardeşlikten, içtihadtan uzaklaşan ümmetin bidat ve hurafelerle bulunduğu içsel kopuş Müslümanları sömürüye müsait hale getirmiş, hastalıklı yapmış, batılıların işgaliyle birlikte ümmet coğrafyasının yaşadığı düşkünlük ulusal sınırlarla parçalanan durumla iyice zayıf bir hal aldı. 2011'de başlayan İslam dünyasındaki Ortadoğu intifadaları batılılar tarafından komplolarla darbelerle bastırılmaya çalışıldı. Her ne kadar yaşadığımız bu yıkımlara karşın direngenliğimizle aşmaya çalıştığımız bu zayıflık ve sömürüye müsaitlik hali Müslümanları içinde bulundukları toplumu ve siyasal koşulları iyice değerlendirilip nasıl bir yol arayışıyla ümmetin ıslahı ve toplumsal değişim dönüşüm iradesini ortaya koyabiliriz şeklindeki bir uyanış sürecine kendisini bıraktı. Konuşacağımız bu süreç içersinde adlandıracağımız bir durum değerlendirmesidir.
Bu tablo içinde özgürlüğü nasıl yakalayacağız? İki başlık halinde bunu ele alabiliriz. İslami ilkelerden başlayan ümmet nimeti kaybetti. Biz bu ümmetin çocuklarıyız. Ortak değerimiz İslam'dır. Sünnetullah biz devreye girersek lehimize işleyecek. Said Halim Paşanın dediği gibi bin yıldır bu topraklarda düşüş yaşayan ümmet yeniden İslam'la, Kuran'la, İman'la ve Kitap'la dirilişe geçecek. İmhal durumumuzu ikmale çevireceğiz. Ağır şartları, üzerimizdeki vesayeti, kitabın aydınlığı, hikmetleri ve ortak aklımızı yani istişareyi çalıştırarak temin edeceğiz ki reel siyaset olgusunun olumsuzluklarıyla mücadele edebilmek için ilkelerimize uygun siyasal koşulluluk üzerine adım atabilelim. Öğretilmiş ve şartlandırılan verili siyaset formunda değil Allah'ın ilkeleri ve Rasullerin mücadelelilerini öngörerek siyaset zemininde kendimize alan açacağız, imkânlarımızı çoğaltacağız. İbrahim suresinin 1. Ayetinde geçtiği gibi hayatımıza Kitab'ı Mübinin ayetleriyle ışık tutacağız. Meselelerimiz karşısında ve kimliksel sorgulamamız içinde Allah ne dedi, sorumluluğumuz nedir, ayaktayken yatarak her halimizde zikrettiğimiz kitabın hükümleriyle yani tertil kazanımlarımızla hayatı nasıl irtibatlandıracağız?
Bu coğrafyada bunun örnekleri mevcuttur. Her ne kadar irtibatımıza zorla bir kopuş dayatılsa da bizim Sebilürreşat, Sırat-ı Müstakim ile olan ilişkimiz ve bugün inşa etmeye çalıştığımız İslam kültürü ve uygulama modellerimiz bu coğrafyanın yüzünü güldürecek toplumsal dirilişi harekete geçirecektir. 20. Yy. İslami hareketlerini etkin kılan ve onlara perspektif sunan formül bundan yüz sene önceki ıslah neslinin hayata geçirmeye çalıştığı formülün kendisiydi. C. Afgani bunu beş esasta özetlemiştir. Sömürüye karşı çıkacağız, istibdadı reddedeceğiz, kitap ve sünnete döneceğiz, yeniden içtihad sistemin işleteceğiz ve bidat ve hurafelerle mücadele edeceğiz. Formül budur. Sorumluluk suçu başkasına atmakta değil ve bunun geçerli bir karşılığı yoktur. Hani Rabbimiz Sebe Suresinde diyor ya "İnkâr edenler, "Biz bu Kuran'a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız" dediler. Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, "Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk" derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, "Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz" derler. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, "Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na eşler koşmamızı emrediyordunuz" derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir." (Sebe Suresi 31-33)
Bugün siyasette belki en dikkat edilmesi gereken husus şudur: Müslümanlar siyaset yaparken ve bir vesayetle uğraşırken birini arkalarken diğerine sığınarak birinden kurtulmaya çalışırken diğerini kurtarıcı karine yaparak veya umursamaz bir şekilde onu da yedeğine alarak siyaset yapılıyorsa orda bir sorun var demektir. Peki, nasıl alan açmak bu? Bunun neresi maslahat? Siz anayasa yapıyorsunuz, 1925'lerin anayasasına gönderme yapıyorsunuz. Bu çelişkilerle uzun erimli bir merhale olarak ifade ettiğimiz reel siyasetin koşulları içersinde tuzaklardan kurtulmak mümkün değildir.
İç muhasebemizi Kurani çerçevede yapacağız. 60'lı yıllarda bu muhasebeyi ahlak ve akıl-kalp ilişkisi üzerinden batıda üretilmiş ahlak felsefelerine göre yapanlar çıkmıştı. Her ne kadar fıtri olanı bulabilme noktasında isabet eden bazı yaklaşımlar bulunsa da net bir hedefi tutturabilme noktasında batı felsefesi izleri taşıyan bu kabulleri aşmak bugün hamdolsun Kitab-ı Mübin sayesinde Rabbimizin bize lütfettiği yol rehberimiz nimetiyle büyük bir imkâna evirilmiştir. Hemen hemen her çevrenin meal çalışması var. İnsanlar artık konuşurken ayetler ve tefsir bilgileriyle kendilerini ifade ediyorlar. Bu bir aşamadır.
Kendisine meşruiyet temin etmeye çalışan laik, seküler, cumhuriyetçi mantık inşa ettiği tarih algısıyla Allah'ın yarattığı fıtrata ve Kuddüs sıfatıyla yeryüzünde ancak kendisinin izin verdiği kutlu olma vasfını hiçe sayarak bir ulus kimliği kutsal görme, bir tarihi kutsallaştırma, bir ırkı yüceltme gibi doğrudan Rabbimizin itikaden reddettiği ihlalleri bile bile siz nasıl böyle bir ideolojiyi zorunluda olmadığınız halde referans veriyorsunuz ki? İşte bizim burada üstünde durduğumuz konu; bugün geldiğimiz noktadaki İslami birikimimiz, güçlü olana sığınarak ve ancak ona tabi oluyormuş görüntüsüyle 60'lı ve 70'i yıllardaki siyaset düşüncesi bugüne ulaşan kazanım noktasından ve ortaya koyduğu ıslah diline uygun bir değişim iradesinden yana ölçüleri gözetmek durumuna değil midir?
Şu konuları sorgulamalıyız: Var olan durumumuz nedir? Vesayet sistemine karşı mücadele şeklimiz ne olacak?
1-İç muhasebeyi isyan ve misliyle karşılık verme mantığıyla pratiğe döken ve aşırılığı bir yöntem gibi algılayan küresel cihad yaklaşımlarıyla vesayet koşullarını aşacağına inanan Müslümanlar
2-Var olan zorlukları aşmanın ancak kendimizi çok iyi koruyarak mümkün olabileceğini ve bunu ileriye dönük itikadi netliği sağlayan Müslümanların kendi şartlarını kendilerinin inşa edeceği yaklaşımı model olarak öngörerek 20. Yüzyılın batılı nosyonlarından ve cahili düzenlerinden Ashab-ı Kehf gibi korunacağını savunan görüş sahipleri
3-Toplumun var olan şartlarıyla mücadelenin sorunlarda kaçarak değil bu sorunlar karşısında daha iyi olanı tercih etmek, bunun imkânlılığını oluşturmak ve ilkelerden de taviz vermemek. Gerekirse eylemliliği sokak değil bütün alanlarda gerçekleştirebilmek ama çatışmacı bir formda değil sığınmadan vesayeti kabullenmeden şartların aşılabileceğine inanan ve tüm bu çabalarının ancak geliştirilecek ıslah yöntemleriyle savunan çevreler.
Biz üçüncü yolun Kuran algımıza uygun değişkenler içermekle birlikte öngörülebilir ve Rasullerin yoluna uygun en isabetli yöntem olduğunu düşünüyoruz. Neticede bizde ortak akıl ve içtihatla hareket etmek zorundayız.
Reel siyaset içerisinde kendimize alan açmak noktasında içtihatlarımızı delillendirirken buna en temel referansımız Kitab-ı Mübin olmak zorunda. Rabbimiz bu konuya "Allah, din konusunda sizinle savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olan kimselere iyilik etmenizden ve onlara adaletle davranmanızdan sizi nehyetmez (yasaklamaz). Muhakkak ki Allah, adaletli olanları (adaletle davrananları) sever." ayeti bağlamında yaklaşmamızı bizlere öğretiyor. (Mümtehine 8. Ayet)
Biz Ak Partiyle ilişkimizi de buraya oturtuyoruz. Eğer karşılıklı bir saldırı ya da 28 Şubat gibi bir kalkışma ve toptan yok sayma olacak olursa yine Rabbimizin emirleriyle yaklaşım biçimlerimizi oluşturmalıyız. "Fakat Allah, din hususunda sizinle savaşmış ve sizi yurdunuzdan çıkarmış olan ve sizin çıkarılmanıza arka çıkmış (yardım etmiş) olan kimselere dönmenizden (onlarla dostluk kurmanızdan) sizi nehyeder (yasaklar). Ve kim onlara dönerse, o takdirde işte onlar, onlar zalimlerdir." (Mümtehine 9. Ayet )
Şimdi Ak Parti Türkiye'de ki siyasete anayasa değişikliği, insan hakları, yargının işleyişi, devlet erkinin sivil işleyişe müdahalesi gibi konularda anayasa değişikliğiyle formül üretmeye çalışıyor. Bu mutlak değişim ya da salt bir vesayet izlerini izole edebilecek bir adım değil ancak Lozan sonrasında en sivil ve halk iradesine dayanan siyasal müdahaleyle atılabilen en somut adım olması açısından önemlidir. Bunu uhuda çevirebilecek adımları sürdürebilmek gerekir. Toplumu; inançlarını öngören bir hayatı eyleme geçirebilme noktasında karşılaştığı engeller ve tutsaklıktan kurtarabilecek bir özgürleştirme sürecine dönüştürmek elzemdir. Bunu yaparken de Allah'a kulluğumuzu gözetirken, bir taraftan da düşkün ümmet olma halinden nasıl kurtulabiliriz ve yeniden ümmet olma nimetini nasıl inşa edebiliriz kararlılığıyla hayata geçirebilmek noktasında yeni fıkıhlar üretebilmeliyiz. Hani Muhammed Biltaci Adeviyye meydanında şehit edilen kızına yazdığı mektupta demişti ya: "Ey Kızım; sen yüksek bir uygarlığa ulaşmak için ümmeti yeniden uyandırmak, onu ıslah ve inşa etme istikametinde yürüyordun."