‘’İslami Mücadelede Yöntem ve Yanlışlıklar’’
Bartın Özgür-Der’de bu hafta ‘’Sıratı Müstakim Konuları’’ üst başlığıyla usuliddin dersleri bağlamında ‘’İslami Mücadelede Yöntem ve Yanlışlıklar’’ konusu konuşuldu.
Hamza Türkmen'in sunumunu yaptığı seminerde kısaca şunlar ifade edildi:
Kuranın muhatabı insandır. Kuran, insanları karanlıktan aydınlığa çıkartmak için Rabbimiz tarafından inzal edilen, hayata müdahale eden kitabın adıdır. Kuran'da emredilen namaz bizi fahşadan alıkoymak için emredilmemiş mi? İşte bu anlamıyla her emir hayata bir dokunuş, müdahale: hayat kitabı yani. Burada Rasul'ün (s) hayatını takip edecek olursak Müddessir Suresinde 'ruczdan hicret' ilk defa burada geçiyor, bu uzaklaşma maddi manevi tüm fahşadan, ruczdan kaçınma yani. Daha ziyade hayatımızı etkileyen vahyin onaylamadığı ve uzak durmamız emredilen hususlarda hicret halini hayatımıza geçirebilmek. Kafa yapısında oluşan mugalatayı, iğvayı terk etmek; milli, gelenekçi, modernist, resmi ideolojinin dayattığı veya özendirdiği her türlü kirden arınma bu ilk ayetlerle emrediliyor. ''Lailahe illallah'' vurgusu ilk defa bu ayetlerde geçiyor ve zihne bir temel görüş, imani bir perspektif olarak yerleştiriliyor.
Vahyin öngörüleriyle hayatın sorunları arasında bağ kurmak ve hayatı bu emirler çerçevesinde düzenlemek emredilen bir husus. Müslüman kişi sorumluluğu gereği dini tebliğ etmek hangi ortamda bulunursa bulunsun kimliğini tanıklaştırmak, bir nüve olmak zorundadır. Kimi zaman İslamın hiç yaşanmadığı veya zayıf olarak yaşandığı bir toplumda şahitlik bilincini kavrayan Müslüman şahıs bire yediyüz veren başak misali bir tohum olmak durumunda. Bakara Suresi 143'de geçtiği gibi; '' Ve işte böylece insanların üzerine şahitler olmanız için biz sizi vasat bir ümmet kıldık. Resûl de sizin üzerinize şahit olsun. Ve Biz, sadece Rasul'e uyanı, topukları üzerinde geriye dönenden ayırıp bilmemiz için, halen o üzerine yönelmekte olduğunuz (Kâbe'yi) kıble yaptık.''
Birlikte tanıklık bilincini yükselteceğiz, birlikte iş yapmaya dayalı metod geliştireceğiz, aramızda istişareyi işleyen bir mekanizmaya dönüştürüp işlerimizi bu yolla fıkhedeceğiz, karara bağlayacağız. Amaç birlikte iş yapabilme becerisini halletmiş ilkeleri üzerine kardeşliği,dayanışmayı,birbiriyle irtibatı kurarak ümmet olma yolunda metod belirlemiş nüveler olmayı başarabilmektir. Biz metottan uzaklaşmış kitapla bağları zayıflamış bu yüzden de hastalıklara duçar olmuş bir ümmetin çocuklarıyız. Esma'nın babası Muhammed Biltaci'nin şehit kızı Esma'ya yazdığı mektupta bir cümle ile anlattığı gibi 'Kızım Esma, sen ümmeti yüksek bir uygarlığa ulaştırmak için ihya,ıslah yolunda yürüyordun.'
Ümmeti yeniden uyandırmak, ıslah yollarıyla buluşturmak ve istişareyle oluşturduğumuz vahiy temelli metot belirlemek şeklinde üç aşamalı ıslah yöntemimiz olmalı.
"Sonra kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize varis kıldık. Onlardan kimi kendisine zulmeder, kimisi orta yolda gider, kimisi de Allah'ın izni ile hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur." (Fatır 32)
Bizler, net bir duruşa sahip olmayan fulü bir yol olan orta yolun taliplisi olamayız. Zira her an çukura düşme ihtimali barındırır böyle bir duruş. Öne geçmek için hayırlarda yarışan sabikunlardan olmak durumundayız. Derdimiz, kaygımız, bulunduğumuz mekânlarda, Allah'a halis bir şekilde kulluk yapan bir nüve oluşturmak olmalıdır. Bu mücadelemizi nasıl sürdürmeliyiz. İnsanları vahiy ile nasıl uyarmalıyız. Topluma açıldığımızda gelecek tepkilere karşı nasıl tavır takınmalıyız. Bu sorulara verilecek cevap, metodumuzun nasıl olması gerektiğinin de cevabını verir bize. Bu anlamda Casiye 17. Ayet ile Maide 48 ayet önemli ipuçları barındırmaktadır.
"Din konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir." (Casiye 17)
"Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab´ı (Kur´an´ı) gönderdik. Artık aralarında Allah´ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah´adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir." (Maide 48)
İçtihatlarımız, yorumlarımızdır ve zaman ve mekânla sınırlıdır. Yorumlarımızı mutlak olarak dayatmak vahyin ruhuna aykırıdır.
Metot konusu ile ilgili önemli kavramlardan bir tanesi de "sünnetullah" kavramıdır. Hiçbir peygamber, elinde bir sihirli değnekle toplumlarını değiştirmemişlerdir. Hepsi kendilerine inanan sahabeleri ile beraber bir nüve oluşturmuşlardır. Bizim için usvetun hasene olan elçilerin bu örnekliklerini çok önemsemeliyiz.
Ümmet var ama dağılmış. Vahiy ile yeniden ıslah etmek, merhale merhale yeniden inşa etmek bizlere, muslihunlara düşen bir görevdir. Devlet kurma hayalleri ve aceleciliği ile hareket edip, kuramayınca yaşanan hayal kırıklıkları ve dağılmalar en önemli yanlışları oldu Müslümanların. Oysa önce ümmet inşa edilmeliydi. Ümmet olmadan devlet kurmak nasıl mümkün olacaktı. Önce Rabbimizin ayetinde de buyurduğu gibi söylediklerini yaşayan nüveler olmayı başarmamız, bunun için cehd içerisinde olmamız gerekiyor. Toplumu değiştirecek, ıslah edecek bir hamle ve inşallah Rabbimizin gaybi yardımı ile bir Kur'an nesli idealimiz olmalı. Bu anlamda Kur'an'daki bütün peygamberlerin sireti bizim için referanstır. Genellikle Mekki ayetlerde geçen kıssalar, mutlaka o dönemlerde yaşanan bir takım sorunların çözümü noktasında anlam kazanan anlatımlar olmuştur. Yusuf kıssasının, Yunus kıssasının, Nuh kıssasının anlatımı ve önceki peygamberlerin ortaya koydukları örneklikler, sıcak bir şekilde peygamberimizin de yaşamış olduğu hayat içerisinde mutlaka anlamlı bir noktaya tekabül etmektedir. Allah, peygamberini kıssalarla yönlendiriyordu. Biz, bu kıssaların hangisinin, hayatımızın neresine karşılık geldiğini anlama çabası içerisinde olmalıyız. Bu konuda bireysel içtihatlarımızdan da öte kardeşlerimizle birlikte içtihatlar üretmeyi başarmalıyız.
Mesela Müslümanlar Rum'un yenmesine niçin sevinmektedirler. Olay sadece onların ehl-i kitap olmaları noktasından izah edilemez. Zira onlarda yaptıkları konsüllerle şirki meşrulaştırmış, İsa'yı rab haline getirmişlerdir ve dolayısıyla şirk inancı onlarda da söz konusudur. Müslümanlar kendi yaşadıkları hayatla alakalı olarak yakın tehlike, uzak tehlike değerlendirmesi yapıyorlardı. Rumların kazanmasının sonuçları Müslümanların vermek istedikleri mücadele açısından daha az tehlike barındırıyordu. Daha fazla imkânlılık elde edeceklerdi ve bu yüzden çevrelerinde olan bitene ilgi duymaktaydılar.
Bir toplum değerlendirmesi yaptığımızda ulus toplum olduğumuz gerçeğini görürüz. Tüzel kişilik olarak bir cahiliye toplumu ama içerisinde Müslümanların ve duyarlılıkların var olduğu bir toplum. Vesayetten kurtulma adına tedrici bir mücadele içerisinde olsak da hala tutsak sayılırız. Yine bir tarih değerlendirmesi yaptığımızda düştüğümüz halin, nimeti kaybedişimizin nedenleri üzerinde derinlemesine durmamız gerekiyor. Düştüğümüz yerden nasıl kalkacağımızın planlarını yapmamız gerekiyor. Bu konuda bize örneklik teşkil edecek en önemli hareket "Urvetu'l Vüska" hareketidir. Bu hareketin ve etkilediği hareketlerin ümmet coğrafyasından tasfiye edilmek istendiği gerçeğini görüyoruz. Ama bu ıslah hattını sürekli diri tutarak bir inşa sürecini zorlamak hepimizin vazifesidir.
Metot konusunda yapılan en önemli yanlışlardan birisi de "Metot, akaittendir, dolayısıyla tartışılamaz" tezidir. Temel ölçüler elbette tartışılamaz ama Rabbani Metot ya da Nebevi Metot söylemleriyle beraber durağanlaştırılan metot algısı maalesef günceli okuyamamakta ve mücadelemizi yüzyıllar öncesinin kalıplarına hapsetmektedir. Metotlarımız temel ilkeleri sabit olmakla birlikte, ülkeler arasında değişiklikler gösterebildiği gibi, aynı coğrafya içerisinde bölgeden bölgeye de farklılıklar gösterebilir. Metot mutlaklaşınca, karşımıza her şart içerisinde aynı davranmayı ilkesellik sayan usulsüz tavırlar çıkmakta. Yıllar öncesinde savunulan bir şeyi, yıllar geçmesine rağmen aynı şekilde savunmayı, aynı kelimeleri ve kalıpları kullanmayı ilke sayan yaklaşımlar türüyor.
Bizler içerisinde yaşadığımız toplumu ve tarihimizi iyi tanımalı, hatalarımızı tahkik etmeyi bilmeli, merhaleci bir algı ile ıslah mücadelemizi sürdürmeliyiz. Her Müslüman kendisini bu ıslah hattının bir neferi olarak görmeli, yetiştirmelidir. Hiç kimse kendisini mücadeleden bağımsız görmemelidir. Bu ıslah çabamızı merhamet dili ile devam ettirmeli, samimi ama hatalı olan insanları ve başta çevremizi, ailemizi bu dil ile kuşatmaya çabalamalıyız.