"İlah, Rab Olan Allah(cc)’ı Takdir Etmemiz"
Bartın Özgür-Der’ de ‘İlah, Rab Olan Allah(cc)’ı Takdir Etmemiz’ konusu üzerinde duruldu.
Nihat Yalçın’ın açılımını yaptığı konuşmada şu vurgular öne çıktı ;
Yüce Rabbimiz insanı en güzel biçimde yarattığını ve dünya hayatını ona imtihan yeri kıldığını söylüyor. Yaşadığımız dünya hayatında bize her türlü nimeti yaratan ve rızkı ihsan eden Rabbimizdir. Bir mü’min için en önemli kulluk vazifesinin başında , net bir itikada sahip olmak, Allah’ı bilmek ve O’nu tanımak gelmektedir. Çünkü Rabbimiz yüce kitabımız Kur’an’da, kendisini yanlış tanıma ve yanlış yönelişler içindeki itaati şirk olarak tanımlıyor.
Dünya hayatı ahiretin tarlasıdır. İtikadın ve amelin sahih bir zeminde inşa olması şarttır. Bu zemin vahy ve Peygamber (s) ın mirası olan İslami hayat, kimliğimizin şahitliği ve onu diğer insanlara taşıdığımız tebliğ ilkeleriyle korunan ortamımız olacaktır. Hz. Adem’den bugüne gelen süreçte insanlık hep Rabbimizin bizim için seçtiği Din-i İslamı tahrif edip, asliyetinden uzaklaştırmıştır. Böyle dönemlerde Peygamberler gönderilmiş onlar kavimlerini uyarmış ve onları Allah’a şirk koşmamaya ve O’na kulluğa çağırmışlardır. Bu hakikat Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir.
’’Allah’ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden hiçbir rızka, hiçbir şeye malik olmayan ve buna güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar.’’(Nahl ,16/73)
Elbette ki bu dünya hayatı ceza ve mükafatın insanlara yegane takdim edildiği yer değildir. İnsanoğlu iş işten geçip ahirette her şey apaçık belli olunca Allah’a kayıtsız şartsız teslim olurlar ve uydurdukları ilahları da kendilerini yüzüstü bırakmışlardır ama nafile.
‘’ O şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördükleri zaman: ‘Rabbimiz, seni bırakıp taptığımız ortaklarımız bunlardır’ diyecekler.(Onlar da bunlara) ‘Siz gerçekten yalan söyleyenlersiniz’ diye sözü (geri çevirip) fırlatacaklar. O gün artık Allah’a teslim olmuşlardır ve uydurdukları (yalancı ilahlar) da onlardan çekilip uzaklaşmıştır.(Nahl,16/86-87)
İnsan sınırlı bilgiyle yaratılmıştır. Tevhid hakikatını ancak bir yol gösterici vasıtasıyla tam olarak kavrayabilir. Kendi kanaatlerimiz, şahsi ve kitaptan yoksun bilgilerimiz bizi hem Allah’tan uzaklaştırıp, hem farkında olmadan şirkin içine sürükleyebilir. Kuran bize Allah tasavvurumuzu nasıl oluşturmamız ve yaratıcımızı nasıl tanımamız gerektiğini en doğru anlatan ilahi kelamdır. Vahyin kati işaretlerinden mahrum Allah tasavvuru kişiyi sapıklığa düşürebilir ve Allah dışındaki sahte ilahlara kul yapabilir.
‘’Çirkin nitelemelere ahirete inanmayanlar layıktır; Allah’a layık olan ise en yüce, en güzel nitelemelerdir. Zira O her işinde mükemmel olandır, her hükmünde isabet sahibidir.’’ (Nahl,16/60)
Allah’ın gücünü ve kudretini hakkıyla takdir edememek , insanı şeytanın takipçisi kılar.
‘’Ne ki yine de insanlar içerisinden, Allah’ı bilmeden tartışma konusu yapan ve haddini bilmez her türlü şeytanın peşine takılan kimseler çıkabilmektedir.’’ (Hac,22/3)
Mü’minler her an Allah’ı anmak , O’na sığınmak, yaptıkları her işi O’na yöneltmek ve O’na kulluklarıyla hayatlarını tanzim etmek zorundadırlar.
‘’Onlar ki, ayaktayken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah’ı anar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerine tefekkür ederler: Rabbimiz! Bütün bunları anlamsız ve amaçsız yaratmadın! Yücelikte eşsizsin! Bizi ateşin azabından koru!’’(Al-i İmran, 3/191)
Rabbimiz’in muhteşem bir yaratma kudretine sahip oluşu, Allah’ın dışındaki tüm varlık ve insanoğlunun acizliği şu ayette farklı biçimde anlatılmaktadır.
‘’Siz ey insanlık ailesi! Bir misal veriliyor, şimdi onu dinleyin: Allah dışında yalvarıp yakardığınız o varlıkların hiç biri,asla bir sinek bile yaratamazlar; bu iş için hepsi bir araya toplansa dahi… Dahası, eğer sinek kendilerinden bir şey kapıp kaçacak olsa, ondan onu dahi geri alamazlar: (zira) almak isteyen de aciz, alınmak istenen de! ‘’(Hac/73)
Ve Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamayacağını ifade eder.
‘’ Kuşkusuz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; fakat dileyen kimselerin bunun dışındaki günahlarını bağışlamayı diler. Zira Allah’a ortak koşan kimseler, (O’na) iftira ederek korkunç bir günah işlemiş olmaktadırlar.’’(Nisa, 4/48)
‘’Allah kendisine şirk koşulmasını asla affetmez, fakat dilediği kimselerin bunun dışındaki günahlarını affeder; zira Allah’a şirk koşan kimseler derin bir sapıklığa gömülüp gitmişlerdir.’’(Nisa,4/116)
Rabbimiz bizden tek ilah kendisine kulluk etmemizi istemekte ve emretmektedir.
‘’De ki: Gerçekten bana: -Sizin ilahınız yalnızca bir tek ilahtır diye vahyolunuyor; artık Müslüman olacak mısınız? ‘’( enbiya,21/108)
Sosyal hayatımızda tevhidi duruşun karşılığı tek bir ümmet olmak ve bir olan Allah’a katıksız yönelmek olarak ifade edilir:
‘’Gerçekten, sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz.’’(Enbiya,21/92)
Günümüz toplumunlarında dini algı çeşitliliği insanları belli ölçü ayrımlarıyla fırkalara ayırıyor.Bunun sonucunda da fırkalaşma, hizipçilik mü’minleri alabildiğine ayrıştırıyor. Bugün Kur’an’ı ve Muhammedi Sünneti kendilerine rehber edinmeyenlerle aynı yolda yürüyemediğimizi ifade etmemiz gerekiyor. Kendi zanları ve hevalarıyla dinimize eklemeler yapıp onun üzerine bina edilen muharref bir dini yaşıyorlar. Bizim amel sahamızda ki kulluk ölçülerimizi Kuran belirlerken, bu kardeşlerimiz şeyhlerinin veya kendi vehimlerini Allah’ın sözünün önüne geçirerek dini kendilerine uyduruyorlar. İtikadımız ve ilah tasavvurumuz bir olan ve hiçbir ortağı olmayan Allah inancında birleşmeyince, aynı peygamber algısında da birleşemiyoruz.
Şirke varan ilk adım Allah’a ait olan mutlak gücü kendi önderlerine/ulularına isnat etmekle atılır ve iyi niyetli bir şekilde devam eder gider. Dua ve tevbe gibi kulun yalnızca Allah’tan dileyeceği yardımları ululadıkları ve ulvi vasıflarla donanmış kabul ettikleri şeyhlerinin hürmetiyle/himmetiyle yapmaya başlarlar. Yusuf suresinde 106.ayette ’’İnsanların çoğu şirk koşmadan iman etmezler’’ ışığında imanımızı yeniden sorgulamamız gerekmektedir.
Yunus suresi 15.ayette ‘’Ben yalnızca bana vahyedilene uyarım: çünkü ben Rabbime karşı gelecek olursam, korkunç bir Gün’ün azabından korkarım’’ diyerek bize aslında vahye uygun bir hayatı yaşamamız emredilmiştir. Ama yaşadığımız toplumda vahiy belirleyici saik olamamıştır. Mistik tasavvufi anlayışta ki hulülde ilahın her şeye girdiği veya bazı insanların tanrıyla birleştiği itikadını reddetmeden tevhid anlayışından söz edilemez. Yine günde 40 defa okuduğumuz Fatiha Suresinde ‘’Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz ‘’ ayeti hayatla bütünleşerek her anımızda tezahür etmelidir.Tevhidi anlayıştan en ufacık bir sapma kişiyi şeytanın otoritesine boyun eğmeye götürecektir.
Tevhidi bir duruş ancak ‘’dini yalnızca Allah’a has kılarak ‘’ mümkün olacaktır.