‘’Gelenekçi Muhafazakârlığın Kur’ani Algıya Tahammülsüzlüğü’’
Bartın Özgür-Der’de bu hafta ‘’Gelenekçi Muhafazakârlığın Kur’ani Algıya Tahammülsüzlüğü’’ konusu konuşuldu.
Bülent Gökgöz’ün konuşmacı olduğu seminerde kısaca şunlar ifade edildi.
Gelenekçi muhafazakârlık tartışmalarının yoğunlaştığı günleri yaşıyoruz. Gelenekçiliğin, muhafazakârlığın, liberal söylemlerin İslamcılığı hedef tahtasına koyduğu, İslamcı çaba ve kaygıları kıyasıya eleştirdikleri bir dönemin içerisindeyiz. Aslında vahyi yanlış anlamada veya anlamamada iki aşırı uç çizgi olarak gelenekçilik ve modernizmi zikredebiliriz. Gelenekçi çizgi ıslahatçı çizgiyi görmezden gelerek modernizmle suçlarken, modernist çizgide ıslahatçı çizgiyi inkâr ederek gelenekçilikle itham eder. Gelenekçi muhafazakârlığın Türkiye’de güncel Gülen grubu politikalarında, Suriye’de İşıd politikalarında, Mısır’da Nur partisi ya da İran politikalarında usul-i’d dini anlama farklılığının nasıl siyasal farklılıklara tekabül ettiğine de şahit olmaktayız.
Gülen Grubunun gündeme getirdiği İslamcılık tartışmalarında onlara alt yapı malzemesini sunan yaklaşım da İ.Kara gibiler oldu.Aslında konu doğrudan İslamcılık, ıslahat, direniş, din usulü ve sosyal-siyasal şahitlikle doğrudan irtibatlı bir konuyu olarak karşımızda durmakta.İslamcılık eleştirileri üzerinden farklı ton ve anlayışlarda düşüncelere sahip kişi veya ekollerin tezlerini anlamaya çalışmak elbette gelecek tasavvurumuz açısından önem arz etmekte.Daha somutlaştıracak olursak, Mümtazer Türköne, İsmail Kara, İsmet Özel, Sezai Karakoç, Şahin Alpay gibi isimlerin de son zamanlarda katıldığı bir tartışma sözkonusu. Kimisi akademik mülahazalarla konuyu ele alırken kimisi ise Türkiye politikasında güncel olaylar üzerine tavır alışlar içine girmekte. Ali Bulaç’ı İslamcılık tartışmalarında farklı tutacak olsak bile o da Türköne gibi şehirleşme ve dindarlaşma, nesil konularında Gülen Cemaati modelini önermiştir.Tersinden de Gülen Grubunun politikaları karşısında “Milli dindarlık” ve “Milli İrade” söyleminin güncellenerek, toplumsal desteğin de sağlanarak devletçi, sağcı, yerli ve hatta ulusal sembollerin kutsanmaya çağrıldığı ve hem zihin hem de kimlik bunalımının ve erozyonunun yaşandığı günlerdeyiz. Bu kavramların yeniden bir sağcılık, devletçilik ve gelenekçi damarı besleyen yanında da ulusal sembol ve kavramları hafızalara perçinleyen bir işlev görmekte. Yaşanan tartışmalar maalesef bu durumun sorgulanmasına yol açmıyor. Ak Parti ve içinden doğduğu Milli Görüş fikrinin eksene alındığı İslamcılık tartışmaları yürütürken, kimisi ise ıslahat öncülerinden Afgani, Abduh, R.Rıza, S.Kutup, Mevdudi, Mehmet Akif vb isimlerin ya da İhvan, Nahda, Hamas gibi hareketlerin merkezinde olduğu tartışmaları yürütmekte. Bu kalkış noktalarından hareketle Türkiye dış politikası eleştiri yağmuruna tutulmakta, Suriye’de yükselen direnişi, Mısır’da İhvan’ı, Tunus’ta Nahda’yı kritik etmeye çalışmakta, daha doğrusu ölçüsüz ve kaygısız iddia ve eleştirilerle gölge düşürülmeye çalışılmakta. İslamcılık düşüncesinin muharref kültür üzerinden eleştirilmesi, Rabbimizin ilettiği vahiy üzerinden değil de, üretilen kültür üzerinden subjektif değerlendirmeye tabi tutulması tutarsızlığını üzerinde taşıyan demogoji olmaktan öte bir şeyi ifade etmemektedir. Bunun örneklerini sizlere sunmaya çalışacağım.
Köksüz Olmak, Kökü Dışarıda Olmak, Anadolunun Kutsanması ve Ümmetçilik Söyleminin Eleştirilmesi; Bugün somut örneklerini Gülen Grubunda gördüğümüz gelenekçi muhafazakârlığın ümmetçi söylem ve politikalara yaklaşımlarını, ümmet maslahatını gözetmeyen politikalarını görüyoruz. Bu durum 12 Eylülde de 28 Şubat döneminde de aynı idi Mavi Marmara’da da aynı oldu Suriye’de Mısır’da da. Bu yaklaşımların temel kodlarını işte gelenekselci muhfazakarlıkta bulabiliriz.
Türkiye’nin, Anadolu’nun merkeze alındığı, kutsallaştırıldığı bir yaklaşım gelenekçiliğin temel özeliklerindendir.Hem Kara hem de Türköne bu çizgiyi köksüz ve kökü dışarıda olmakla suçlar. Kara’nın dikkat çektiği tarih bin yıllık Anadolu tarihi, geleneksel yapılar tasavvuf merkezli tekke ve medreseler, yerli kültür de mistik milliyetçi Anadolu kültürüdür. Üstelik gelenekçi anlayış ve yaşayışın eleştirilmesini veya ondan şüphe edilmesini imandan şüphe noktasına vardırır. Kara, gelenek ile dini birbiriyle eşitleyerek oluşturduğu düşünce sistemine yönelik itirazları oryantalizme veya modernizme bağlamaktadır. Öyleki anadolu topraklarında tecrübe edilip biriktirilen din anlayışının dışına çıkan hiçbir arayışı meşru, makul kabul etmemekte. İşgal karşıtı hareketlerin İslami olduğu kadar Milli olması gerektiği hususunda ısrarcı olan Kara’ya göre, İslam devleti kavramının herhangi bir toprağa bağlı olmamasını yersizlik yurtsuzluk olarak saymaktadır.
Geleneğin Tahrif Edilmesi, Önemsenmemesi Eleştirisi; Kara, türbeler konusu üzerinde gelenekselci bakış açısıyla geleneğin devam ettirilmesini savunur. Bu noktada İslam kültürüne, muharref kültürün ıslahına yönelik çabaları hoş karşılamaz, ona göre bu manevi kayıplar modernizmin rasyonel akılcı yaklaşımlarının izleridir. Yine benzer şekilde ıslah çabalarını ve öncülerinin Kur’an ve sünnete dönüş vurgularında kendilerini ıslahat kavramı ile tanımlasalar bile onları terakki/ilerleme fikri ile ilintilendirir.
Modernizmden, Oryantalizmden Etkilenmekle Suçlanmak; İ. Kara, Akif’in Kur’an okuma biçiminden yola çıkarak İslamcılar ile modernizm hatta oryantalist söylem arasında bağ kurar. Oysa Akif, en temelde sorunların kaynağının dinden/İslam’dan uzaklaşmaktan, çözümün ise İslama uygun bir kimliğin kuşanılmasıyla gerçekleşebileceğini söyler.Ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına/Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına/İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin/Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için! Mısralarından yola çıkarak hem Akif’i hem de Akif’in düşünsel öncülü ve ardılı olan İslamcıları modern dönem ve ideolojilerin bu topraklardaki yansımaları olarak sunar. Bu bağlamda aynı söylemi Türköne de savunurken o ayrıca İslam’ın din olmaktan çıkartılıp bir ideolojiye dönüştürüldüğünü ve cemaatleşme, din kültürünün de yok edildiğini ileri sürer. Onun Kur’an’a yüklediği misyon şöyledir: Anlamaya ihtiyaç duymaksızın okuma, nüzul hikmetine konu olmayan üfleme, işitme duyusu başta olmak üzere mezarlıklara hapsetme, hatta fal bakma aracı olan anlayış. Ona göre sadece yaprağına bakılarak da şifa bulunabilir.
Yazara göre Müslüman aydınlar İslami kaygılarla değil, modernleşmenin karşısında ezilmiş ve içerisine düştükleri durumu savunmacı ve kendi kendini tasfiye haliyle izah etmektedir. Bundan dolayı İslamcılık düşüncesinin modernleşme ve oryantalistik dilin tezahürü olduğunu iddia etmektedir.
Oysa risaletin başlangıcından buyana Kur’an ve Rasul’ün sünnetini merkeze alarak sapkın inanç ve amellere karşı bir ıslah çabasını oryantalizme bağlamak, iyi niyetli izah edilebilecek bir durum değildir. İslam tarihini ve ilmi tartışmaları inceleyen kimse kader, sabır, tevekkül vb kavramların ortaya çıkşını ve siyasl sistemlerle olan münasebetleri incelendiğinde en son akla gelebilecek etki merkezi oryantalizmdir.
İddialarda Usuli Tutarlılık Aranmaması;Geleneği önemseyen çevreler Kur’ani söyleme karşı herhangi bir usuli bir tutarlılıkla iddia ortaya koyamamaktadırlar. Onlara göre ölçü geleneğin ve mistisizmin kalıplaşmış dünyasından ibarettir. Misal olarak ‘kadim ahlak’ diye üst ve dokunulmaz bir ölçü koymaya çalışmaktalar.Bu kadim ahlak anlayışının kaynaklarının da tasavvuf ve tarikatler dünyası oluşturuyor. Saf ahlakın adresi bin yıldır Anadolu topraklarında Türkler eliyle yaşamlaştırılan din ve devlet kültürüdür.Uzlet, halvet, bir lokma bir hırka, ilham, keşif, keramet, rabıta, rüya, rıza, şeyhe mutlak itaat, ricaül gayb, silsile, türbedarlık gibi kavramlar onlara göre İslamcılar tarafından oryantalizmin etkisi ile tasfiyeye tabi tutulmaktadır! Peki, bu kavramların hangisinin Kur’an ve Sünnet’te karşılığı vardır? Örn. Kara, kaynakların doğru anlaşılması kaygısının nasıl bir usül teklif ettiği konusunda çelişkilerin olduğunu ileri sürmekte ve Akif’in“doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı”mısralarında yer alan Kur’an kaynağına dönüş vurgusunu, İslami ilimlerin usül anlayışını tahrif ettiğine inanmakta. Tefsir noktasında Kur’an ayetlerini yorumlarken kimi bilimsel veriler ve teoriler arasında ilişki kurma çabasını, meal çalışmalarını, mevzu-zayıf hadis tartışmasının canlanmasını, sınırsız içtihad çabalarını, mezhep karşıtlığını, irade ve hürriyet öncelikli yeni kelam anlayışının, tenkidçi siyer İslam tarihi çabalarını da tehlikeli bulmakta.
Gelenekçi Yaklaşımın Kadına ve Başörtüsüne Bakışı-İslamcıların Eleştirilmesi;İslamcıların pasif, hayatta ve İslami mücadelede yer almayan, istişari temele alınmayan kadın anlayışını eleştirmesinden rahatsız olan Kara, bu anlayışı İslamcılara modernistlerin hediyesi görüyor. Başörtülü, eğitimli, hürriyetine ve haklarına sahip, sosyal hayata katılan, çalışan, dışa dönük bir kadın portresini hem modern hem de dindar olarak tasvir etmekte ve Türkiye’de yaşanan başörtüsü mücadelesini de bu meselenin bir parçası olarak değerlendirmektedir.
Gelenekçi Yaklaşımın Siyasal Gelişmeleri Değerlendirmesi;Türkiye’deki İslamcılığın yükselişini 12 Eylül darbesine bağlayan Kara, 28 Şubat darbesinin de İslamcılığın önünü açtığını ifade ediyor. Bu ifadelendirmeyi Ak Parti üzerinden yapıyor. Siyasal ve toplumsal olayları, gelişmeleri izah ederken sürekli komplocu bir yaklaşım ve izah tarzının hâkim olduğunu da görmek mümkün. Güncel tartışmalarda da izlerini gördüğümüz bu tutum, Kara’da da oldukça hâkim. Çünkü ülkede darbenin nasıl ve hangi akımlara yönelik olacağını batının belirlediğini söyleyen Kara, askeri müdahalelerden sonra İslamcılığın yükselmiş olmasını da Batının bilinçli politikaları olarak izah etmekte ve dolaylı olarak Batının İslamcılığı beslediğini dile getirmektedir.60 sonrası tercüme faaliyetlerinin yüklelmesini ve Kutup, Mevdudi, İhvan çevirilerinin artmasından rahatsızlık duyan Kara, sosyalist çevreler için de aynı çeviri yükselişini zikretmesine rağmen çeviri faaliyetlerinin İslamcıları yerellikten ve milliyetçi-muhafazakâr çizgiden koparmıştır.“Türkiye ve İslam dünyasındaki iç dinamiklerin, yakın-uzak tarih tecrübelerinin, Müslüman-İslamcı hafızanın bu müdahalelere direnci, cevabı, dönüştürme yeteneği ve nihayet uzlaşma-uyum çabaları şüphesiz bir diğer belirleyici unsur olacaktır” ifadelerinde tahkir edilen ve iradesiz kitleler olarak görülen topluluklar, hareketler tasvir edilmektedir. İslamcılık hem Batı’nın ürettiği değerler üzerinden kendini üretecek, yani Batı’yı takip ve taklit mercii olarak görecek hem de Batı’ya karşı mücadele verecek bir hareket olacaktır.
Günümüz İslamcılık hareketlerinin tarihselcilik, ulusçuluk, laiklik, demokrasi, bilim ve tarih anlayışına, ekonomi anlayışına, faşizm, milliyetçilik, komunizm ve liberalizm eleştirilerine hiç yer vermeyen yazar, Ortadoğu İntifadalarının Batıya karşı bir itiraz olduğunu anlayamamaktadır.Geleneksel ve tasavvufi din anlayışını eleştirmesin ötürü yazara göre İslamcılık, cumhuriyet ideolojisi ve dâhil modernist projelerle paralellik arz etmiştir. Yine yazara göre küffara asırlar boyunca direnen, milli mücadele dâhil sömürgecilere karşı koyan güç geleneksel yapılardı. Yazar politikalarda karşıtlık ya da yakınlaşma üzerinden kategorilendirme eğilimini sürekli yapmakta.