‘’Cumhuriyetin İlk Yıllarında İslamcı Dergiler’’
Bartın Özgür-Der’de bu hafta ‘’Cumhuriyetin İlk Yıllarında İslamcı Dergiler’’ konusu konuşuldu.
Sunumunu Mustafa Çolak’ın yaptığı seminerde şunlar ifade edidi;
Dergiler, modern döneme ait olup çeşitli konulara ilişkin haber, eleştiri, inceleme ve araştırmanın yanı sıra, birçok renkli fotoğraf, resim ve karikatürün de yer aldığı yayınlardır. Lügatte “derleme, toplama vb.” anlamlara gelir. Haftalık ve aylık olarak yayımlandıklarından “süreli yayın” da denilmektedir. Dergiler türlerine göre popüler/magazin, fikir ve sanat olarak da birkaç kalemde tasnif edilebilir. Osmanlı basın hayatına ve özellikle de 2. Meşrutiyetle birlikte cumhuriyet dönemi de dâhil, Batıcı; Türkçü, Kürtçü ve İslamcı gibi çeşitli düşünsel ve ideolojik formlar çerçevesinde birçok derginin yayımlandığını görmekteyiz. Modernizmle tanışma ve Tanzimat’ın ilanı sonrasında, oluşan ‘yeni’ dille birlikte muhalif çevreler, düşüncelerini gazete ve dergiler vasıtasıyla yaymaya, okuyucu ve takipçi oluşturmaya yönelmişlerdi. İslam dünyası özellikle Hicri 4. yüzyıldan sonra düşünce ve pratikte taklit aşamasına girmeye başlamış; toplum, nüfuz alanı genişleyen bir hurafe ve bidatler yığını ile karşı karşıya kalmış; İslam düşüncesinin Kur'ani saflığı zedelenmiştir. Bir takım ıslahatçı ve müceddid müslüman şahsiyetlerin, toplumu, içine düştüğü bu taklit ve donukluktan kurtarmaya, hurafe ve bidatlerden arındırmaya ve saf İslam düşüncesine döndürmeye çalışmalarına rağmen; tüm bu hastalıklarla maluliyet daha bir yoğunluk kazanarak modern zamanlara kadar varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Tüm bunların, uzun vadede İslam ülkelerinin siyasal ve nizami yapılarını da dejenere etmeye başlamasıyla artık her alanda bütünüyle bir çöküş duyulmaya başlanmıştır. İşte tüm bunlar, Malik b. Nebi'nin ifadesiyle "sömürgeleşmeye müsait olma" durumudur. Batı, Osmanlı Devletini tamamen etkisiz hale getirerek İslam coğrafyasının tümünü ele geçirme ve sömürgeleştirme planlarına devam ediyordu. Gerek iç, gerekse dış, tüm bu şatlar altında Cemaleddin Afgani (1839-1897) bir yandan, İslami ıslahat ve tecdid hareketinin bayrağını yeniden dalgalandırırken, bir yandan da o bitmez tükenmez enerjisiyle ülkeden ülkeye dolaşıp sömürgeleşmeye karşı aydınları ve halkları uyandırmaya ve mücadele etmeye çağırıyordu.
MÜSLÜMANLARIN DERGİ FORMUYLA TANIŞMA SÜRECİ…
Urvetü'I-Vuska : Emperyalizme karşı tüm gücüyle mücadele veren Cemaleddin Afgani, 1879 yılında İngilizler tarafından tehlikeli görülerek Mısır'dan bir gemiye bindirilmiş ve Bombay'a getirilmişti. Urabi direnişi başladığı sıralarda Afgani'nin bağlantılarının, direnen Mısır halkına destek olmasından korkan İngilizler, Bombay'da onu daha sıkı kontrol etmeye başladılar. Daha sonra o, Bombay'dan Kalküta'ya nakledildi. Mısır'daki hareketin başarısızlıkla sonuçlandığı ve İngilizler'in Mısır topraklarını işgale başladıkları haberi Afgani'ye ulaştığında kafasındaki büyük projeyi uygulamaya geçirmeye başladı."el-Urvetü'l-Vuska" adında, sonraları İslam dünyasının ileri gelenlerinden çoğunun katılacağı uluslararası gizli bir İslami teşkilat kurdu. Teşkilat, adını "Tağut'uinkar edip Allah'a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa (el-Urvetü'I-Vuska) sarılmıştır." (Bakara, 256) mealindeki ayetten alıyordu,1882 yılı civarında, Afgani faaliyetlerini sürdürebilmek amacıyla zorunlu olarak Paris'i merkez seçti. Talebesi ve dostu Muhammed Abduh (1845-1905) ise, İngilizler'e karşı direnişe geçen Urabi Paşa'yı desteklemek ve bu harekete katılmak suçundan tutuklandı ve üç yıl sürgüne mahkum edildi. Bu yüzden Beyrut'a oradan da Paris'e gitti. Burada Cemaleddin Afgani ile buluştu ve "el-Urvetü'l-Vuska" teşkilatının Başkan Yardımcılığı'nı üstlendi. Afgani, Abduh'un da katılımı ile birlikte burada el-Urvetü'l-Vuska adlı dergiyi çıkarmaya karar verdi ve Başyazarlığa Abduh getirildi. Çok manidardır ki, bu misyonla ortaya çıkan bir dergi, fiili işgale uğrayan, uğrama tehlikesi olan Müslüman bir ülkede değil de kendini halkların dostu, devrimlerin ana kaynağı ve özgürlükler yurdu olarak lanse eden Fransa gibi Batılı ve aynı zamanda da sömürgeci bir toprak parçasında yayımlanabilmiş ve yayımına devam edebilmiştir. İslam dünyasının, Batılı sömürgeci güçler tarafından işgalini Müslüman halklara anlatmak, tanıtmak ve bu işgale direnerek karşı çıkma amacıyla, Arapça olan el-Urvetü'l-Vuska'nın ilk sayısı 1884 tarihinde yayınlandı ve yayını 18 sayı sürdü. Dergi İslam ülkelerine bedava gönderiliyordu. Dergiyi ekonomik yönden "El-Urvetü'l-Vuska" teşkilatı finanse etmekteydi. Derginin misyonu şuydu: 1) Müslümanlar esas kaynaklar olan Kur’an ve Sünnetle yeniden buluşmalıdırlar, 2) Kadim İslâmi geleneğe sahip çıkılmalı ve sonradan oluşturulup taklitçi bir biçimde sürdürüle gelen gelenekçilik aşılmalı. Var olan hurafelerden temizlenilmelidir. 3) Sömürgeci güçlerin fiili veyahut kültürel ve ekonomik işgallerine karşı halk uyandırılmalı ve direnişe geçilmelidir.
Adı geçen dergi Osmanlı münevverleri arasında bir hayli ilgi görmüş, dikkatle incelenip ondan yararlanma yoluna gidilmiştir. Bu derginin düşünsel planda bir devamı niteliğinde olan Menar ekolünün başta Mehmed Âkif olmak üzere bir yığın aydın ve âlimin üzerinde etkisi olmuştur. Buna ek olarak, Elmalılı tefsirinden tutun da Mustafa İslamoğlu’na kadar birçok kişinin yapmaya çalıştığı tefsir ve meal çalışmalarında Menar’ın ve ondan da öte El- Urvetu’l- Vuska çizgisi etkilidir. Bu toprakların ilk İslami/İslamcı dergileri sayılan Sırat-ı Müstakim/Sebilürreşad dergilerinin esin kaynağı bu dergi ve bu ekoldür.
El-Menar ; Urvetü'l-Vuska’dan sonraki süreçte bu çizgiden gelen insanların çabaları sonucu, daha sonraları Kur’an merkezli İslami/İslamcı bir ekole dönüşen Mısır orijinli “El-Menar” dergisi yayımlanmaya başlamıştır.CemaleddinAfgani ile Muhammet Abduh'un çıkartmış oldukları el-Urvetü'l-Vuska dergisinin büyük ölçüde etkisinde ve bu paralelde basın ve dergicilik olayını sürdüren en önemli şahsiyetlerden biri kuşkusuz Reşid Rıza'dır.Reşid Rıza Kahire'ye varır varmaz Muhammed Abduh ile temas kurdu. Kendi deyimiyle üstadı bir gölge gibi izledi. 1898 Martında el-Menar dergisini kurdu. Dergi, İslam'ın ruhuna yabancı adet ve uygulamaları eleştirmeyi, dini inançlara sonradan sokulmuş yeniliklerin yanlışlıklarını ortaya koymayı, öğrenime karşı istek uyandırmayı amaçlamaktadır. Genel olarak el-Menar dergisinde işlenen konular, el-Uvrvetü'l-Vuska'da işlenen konu ve düşüncelerle uyum içindedir.Osmanlının son dönemlerinde de bu ekolden etkilenen yerli bazı Müslüman aydınların çıkardıkları Sırat-ı Müstakim/Sebilürreşad dergisi, batıcı kulvardaİctihaddergisi benzeri dergiler hem bir düşünceye hizmeti esas aldıkları gibi, kendi zamanlarının kültürel birikimlerine de önemli oranda katkılar sundular.Sonuçta…Dergilerin misyonu kişiden kişiye, gruptan gruba, cemaatten cemaate değişiklik arz eder. Kimileri için sırf her dem çıkması gereken bir mevkute, kimileri için kurumsallığı yansıtan bir araç, bir kartvizit, kimileri için onun vasıtasıyla iş kotarılan bir reklam ve rant aracı, kimileri için dostlar görsün kabilinden kültürel, edebi bir uğraş vs…
60 ÖNCESİ İSLÂMÎ NEŞRİYAT: SİN(DİRİL)ME, TAHAYYÜL VE TEFEKKÜR
Modern Cumhuriyet’te 1960’a kadarki dini yayınlar ele alındığında bunların, gerçekte tek parti ve çok parti dönemlerinin kendine has koşullarını içselleştirdikleri görülmektedir. Bu iki dönem içinde İslâmî yayınların niteliksel açıdan en zayıf kaldığı dönem Cumhuriyet’in köktenci dışavurumunun somutlaştığı 1945 öncesidir ve bu da tek parti koşullarıyla ilişkilidir. Bu dönem sıkı bir tecrit politikasını yansıtan bir süreç olarak da değerlendirilebilir. Söz konusu kuşatma ortamında, ciddi bir İslâmî söylem ağırlığından ya da derinlikli bir çıkıştan söz etmek için elverişli bir atmosfer de yoktur. Takrir-i Sükûn döneminin yarattığı ortam, bu anlamda devlette belirleyici bir strateji değişikliğini gündeme getirmişti. Bu tarihe kadar varlığını bir şekilde sürdürebilme olanağı bulmuş pek çok düşünce artık kendini geri plana atabilmenin planlarını yapmaya zorlanmış, hayat-memat sorunu olarak algılanabilecek bu hengame içinde ekstrem sayılabilecek düşüncelere bir çeki düzen verilmiş; panik tepkiler dışında farklı bir duruş sergileyen kişiler varlık kaygılarını daha uygun yollarla giderme arzusunda olmuşlardır. Osmanlı devletinin adım adım çöküşünün açıkça gözlenebileceği dönem, pek çok kurtuluş reçetesi arasında özellikle İslâmcı, Batıcı ve Türkçü yönelimlerin kapsamlı arayış ve önerilerine sahne olmuştur. Yıkılan bir imparatorluğu kurtarma niyeti özellikle bu üç değişik argümanın etrafında şekillenmiştir. İslâmcıların söylemi nerede hata yapıldığına ilişkin geriye dönük bir analizi ve bundan sonra ne yapmalı sorusunu canlı tutan, artık iyice kökleşmiş bir yenilgi psikolojisini aşmaya yönelik önerileri kapsamaktaydı. Cumhuriyet Türkiyesinin önderleri, din konusundaki tercihlerini ortaya koymakta da her zaman kararlı olmuşlardır. Aslında yönetimin dini neşriyat ya da İslâmî görüşlerin serdedilmesi konusundaki tepkileri nettir ve asla bir uzlaşma kabul etmemektedir. Sonuç olarak bu kaygı, laikliği teminat altına almanın mümkün yolu olarak dinsel düşünce ve yayınlara karşı ciddi bir ambargo uygulanmasına yol açmıştır.
1923-1945: TEK SESLİLİĞİN DÜNYASI ; Aslında bu dönemin en belirgin özelliği, yeni bir düzen tesisi yönündeki ısrar ve bu bağlamda ortaya çıkabilecek sorunların üstüne kararlılıkla gidilmesidir. İslâmî endişelerin yol açtığı tepkilerle dinsel nitelikli arzu ve talepleri içeren eleştiriler Cumhuriyet döneminin tamamına yayılan bir genelleme içinde İslâmcılık olarak tanımlanmıştır. Böylece kültürel, politik ve dinsel ağırlığına fark edilir düzeyde vurgu yapma arzusunu taşıyan girişimler, hem rejim hem de genel siyasal tablo içinde İslâmcı ilan edilmiştir. Oysa Cumhuriyet’in ilk yıllarında belirgin bir şekilde yer alan İslâmcı eğilimler, yönetimin sertleşmesine paralel olarak ciddi bir zayıflamaya, geri çekilmeye ve hatta bazı dönemlerde şaşırtıcı bir şekilde kendini unutturmaya yönelmişlerdir. Laik bir siyasetin gündelik hayatı düzenlemeye çalıştığı Cumhuriyet’in tek parti döneminde, İslâmcıların politik muhalefetini zayıflatacak her çaba sürekli takdir görmüştür. Bu bağlamda pek çok İslâmcı düşünürün, kendi konumunu artık yeni koşulları dikkate alarak belirlemeye çalıştığı, bu çerçevede soruşturma/kovuşturma süreci yaşayanların da, ilgi alanlarını farklı konulara kaydırdıkları görülmektedir. Dinin kontrol gücünün zayıflatılarak, laikliğin gücünün pekiştirildiği bu siyaset içinde İslâmcılar da yayınlarında mevcut sınırlamalara dikkat etmişler, hatta bu yeni durumu özellikle doğru okumaya özen göstermişlerdir. Laikliği, bireysel dindarlık ve toplumsal bütünleşmenin zorunlu araçlarından biri olarak algılayan bir anlayış içinde, söz konusu tanımlamaları zorlayan her tür fikir, esasen sıkıntıyı tercihle eşdeğer sayılmıştır. Bu eğilimleri kontrol altına alacak, gerektiğinde sindirecek ve gelişme arzusunu özellikle zayıflatacak bir dizi kanun ve bunları pekiştirecek uygulamalar da bu sürecin bir parçası olmuştur.
II. Sırat-ı Müstakim (Sebilürreşad); Meşrutiyetle birlikte oluşan fikri özgürlük ortamı, İslamcı aydınlara basın yayın faaliyetleri yoluyla gündemlerindeki meselelere dair düşüncelerini dile getirme imkanı tanır. Bu dönemde İslamcı fikirlerle temayüz etmiş gazete ve dergilerden bir kısmı şunlardır; “Sırat-ı Müstakim (Sebilürreşad), Beyanü’l-Hakk, Livay-ı İslam, Volkan, Hikmet, İttihad-ı İslam, Tearüf-i Müslimin, Tasavvuf ve İslam Mecmuası”. Bu yayın organlarında İslamcı aydınlar, dini, hukuki ve ahlaki tartışmaların yanında Tanzimat‟tan bu yana tartışılagelen medreseler konusunda görüşlerini açıklarlar.1839'da Tanzimat Fermanı'nın ilanını takip eden yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nu siyasi, askeri ve iktisadi bakımdan ayakta tutabilmek üzere Osmanlı aydınları arasında Osmanlıcılık, İslamcılık ve Medeniyetçilik gibi belli başlı üç ideolojik cereyan yaygınlık kazanmaya başlar. Bilhassa 1908'de II. Meşrutiyetin ilanından sonraki yıllarda biraz da siyasi ortamın müsait oluşundan dolayı Türkçülük cereyanının katılmasıyla söz konusu ideolojik faaliyetlerin daha da yaygınlık kazandıkları görülmektedir. Fakat İslamcılık cereyanı II. Meşrutiyet'in düşüncesine hakim siyasal ve ideolojik akımların muhakkak ki en tesirlisi ve kuvvetlisi olmuştur. İslamcı tezlerin en güçlü şekilde dillendirildiği dergi 1908-1925 arasında haftalık yayınlanmıştı. Din, felsefe, edebiyat, hukuk, ilim, siyaset, içtimaiyat ve Müslümanların ahvalinden bahseden haftalık bir dergi olarak İstanbul, Ankara, Kastamonu, Kayseri, Trabzon`da yayınlandı. Derginin fikir babası Mehmet Akif`ti. Bu akım el-Urvelü'l-Vuska'da çerçevesi belirlenmiş olduğu şekilde müslümanları hurafe ve bidatlerden arındırmak, ıslah etmek ve müslümanları taklitçilik bağlarından kurtarmak şeklinde de anlaşılmalıdır
Dergi, genel olarak, Urvetü'l-Vuska hareketi çerçevesinde faaliyetlerini sürdürmüş olmasına rağmen biz burada onun ortaya koymak istediği düşünce ve mücadeleleri genel hatları ile şöylece sıralamak istiyoruz:
1. Yeniden Asıl Kaynağa Dönmek: 2. İçtihad Fikri: 3. Emperyalizme karşı mücadele ve İslam birliği siyaseti.4. Hükümete karsı vatandaşın haklarının yeniden tesbit edilmesi meselesi: 5. Eğitim-öğretimin ıslahı ve cehaletle, bilgisizlikle ve taklitle mücadele:
Dergi çok geniş bir coğrafyaya ulaştırıldı. Arnavutluk, Yemen, Bağdat, Mısır ve benzeri birçok İslam beldesinde büyük bir ilgi gördü. Bu coğrafyalardan yazılar, mektuplar gazeteye akmaya başladı.Eşref Edib, bu konudan bahsederken “On bin, yirmi bin, basıyor, gazete yetiştiremiyorduk. (…)Bilhassa Rusya’ya binlerce nüsha sevk olunuyordu. Asya’nın en uzak köşelerinden üstada mektuplar geliyor, şiirleri, yazıları takdir olunuyordu.” ifadesini kullanmaktadır.Rusya'daki Müslümanların problemlerine genişçe yer veren derginin bir süre sonra dağıtımı Çarlık Rusya'sı tarafından engellenir. İstanbul'a Rusya'dan zaman zaman gelen edipler ve fikir adamları Sırat-ı Müstakîm'e uğrayarak Akif'le tanışırlar ve bağlarını sürdürürler.
NECİP FAZIL KISAKÜREK VE BÜYÜK DOĞU; İslâmcı söylemin kendi dünyasında ufuk açıcı ve yol gösterici dergileri arasında sayılan Büyük Doğu, Eylül 1943’ten başlayarak çeşitli aralıklarla (15 dönem) Mayıs 1978’e kadar yayımlanan fikrî, edebî, siyasî ve dinî içerikli bir dergidir.Büyük Doğu Dergisi, tek parti döneminde edebî ağırlığının yanı sıra siyasi polemikleriyle ve muhalif lehçesiyle İslâmcı söylemin her zaman öncüsü olmuştur. Daha ilk çıkışında “ideolocyaörgüsü”nü ortaya koymuş ve misyonunu açıkça dile getirmiştir: “Tanzimat’tan beri devam eden sahte inkılâplar ve bu inkılâpların türettiği sahte kahramanlar, dâvamızın, müşahhas plânda baş meselesidir”. Necip Fazıl’a göre Büyük Doğu,“İslâmiyetin emir subaylığı, İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne yeni bir içtihat kapısı... Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği; mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde olanca saffet ve asliyetiyleİslâmiyete yol açma geçidi ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı...”Büyük Doğu dergisi, Hareket dergisi gibi çok kere Türk milliyetçiliğinin İslâm’la buluşturulmasının önemli adımlarından biri olarak görülebilir. Necip Fazıl hem İslâmcı hem milliyetçiydi.
SELAMET MECMUASI ;Bu dönemin en ilginç dergilerinden birisi, hem İslâmî duyarlılığın konu ve eksen açısından değişime uğramasının en ilginç örnekleri arasında sayılabilecek bir girişim olarak hem de tek partili hayattan çok partili hayata geçişin sancılı değişim süreçlerini içselleştiren bir çaba olarak dikkat çeken Selâmet Mecmuası’dır.İkinci dönemde dergi, Yeni Selâmet adıyla yayınlanmıştır. Derginin yazar kadrosu arasında yer alan isimler önemlidir. Yazarları arasında Ömer Rıza Doğrul, Ahmet Hamdi Akseki, Rıza Nafiz Taner, Musa Carullah ve Ahmet Halit Yaşaroğlu yer almıştır. Öte yandan dergide Mustafa Abdurrâzık Paşa, Muhammed İkbal, Tâhâ Hüseyin, Zeki Ali, A. CressyMorrison, John K. Birge gibi yabancı yazarlardan yapılan çevirilere de yer verilmiştir.Aslında dergi, Ö. Rıza Doğrul’un diğer çalışmalarına da yansıyan kimi tartışmalı görüşleri nedeniyle İslâmî çevrelerde ihtiyatla izlenmiştir. Bu bağlamda Doğrul’unKadıyani ya da mason olduğuna ilişkin suçlamalara imkan veren kimi şaibeli tutumları, derginin genel İslâmî kamuoyu nezdinde problemli bir şekilde ele alınmasına yol açmıştır.
İSLÂM ;Aslında Urvetü'l-Vuska hareketi çerçevesinde gelişen akım, Türkiye'de sadece Sırat-ı Müstakim (Sebilürreşad) dergisiyle sınırlı kalmamış; bir takım farklılıklarla da olsa İslam Mecmuası, Beyanu'l-Hak ve Volkan gibi yayınlarda da değişik tonlarda kendini tezahür ettirmiştir. Bunların içinde el-Urvetü'l-Vuska'ya en yakın olanın İslam Mecmuası olduğu söylenebilir.
Esasen derginin gayesi ifade edilirken bile, alışılmışın tersine artık hiç yutkunmayan bir dil kullanılmaktadır:“Gayemiz, İslâm dininin esaslarını yaymak ve müdafaa etmektir. Binaenaleyh İslâmî esaslara aykırı muzır fikirleri ihtiva eden yazılara mecmuamızda yer verilemez”. Dergide aslında dinle devlet arasındaki ayrımın söz konusu olmayacağından fikrinden hareketle, gerçekte devletin dine sahip çıkması fikrine vurgu yapılmaktadır. Gericilik-ilericilik tartışmalarının sürekli canlı tutulurken bu kavramların analizine de yer verilmekte, ayrıca İslâm’ın ilerlemeden yana olan özelliklerine de sık sık atıfta bulunulmaktadır.
C SONUÇ ; Cumhuriyet’in yaklaşık ilk kırk yılına ilişkin İslâmî söylemlerin ortaya çıkardığı bu sonuçları, sadece yerleşik politik koşulların sınırlayıcılığıyla açıklamak güçtür. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İslâm birliği düşüncesi maddi temellerinin çoğunu yitirmiş, Türkiye’de İslâmcı düşünürlerin büyük bölümü halifeliğe ve İstanbul hükümetine karşı Kurtuluş savaşı’na katılmışlardır. Buna bağlı olarak Cumhuriyet döneminde kimi İslâmcılar önemli görevlere gelmesine karşılık İslâmcılık bir düşünce akımı olarak sona ermiştir. Özellikle 1929’da çıkarılan kanunlar da (Hilâfetin İlgası, Tevhid-i Tedrisat, Şer’iyye ve Evkaf Vekâletinin Lağvı) başta İslâmcılık olmak üzere genel olarak belirgin İslâmî söylem ve kanaatlerin geri plana atılmasına yol açmıştır. Aslında ilk dönem Cumhuriyet kadroları içinde kayda değer İslâmcı düşünürler görev almış olmasına rağmen, bu kişiler de kendi dünya görüşlerine yön veren düşünsel eğilimlerini siyaset dünyasına taşıma konusunda oldukça dikkatli davranmışlardır. Hatta bunların yeni siyasi tutumlarına ağırlığını veren politik tutum ve tercihleri, Türkiye’nin özgül koşulları içinde İslâm’a ilişkin konuların sağlıklı bir şekilde ele alınmasına da çok kere imkan vermemiştir.