Bartın'da "Yakın Tarih 1908–1950" Semineri

Bartın'da "Yakın Tarih 1908–1950" Semineri

Özgür-Der Bartın temsilciliğinin bu hafta "Yakın Tarih 1908 – 1950" başlıklı bir serminer verildi.

Özgür-Der Bartın temsilciliğinin bu haftaki konusu yakın tarih 1908 – 1950 idi. Geniş bir katılımın gözlendiği seminer sunucusu M. Asım ÖZDEMİR idi.

Seminerde İttihat ve Terakki dönemi, iktidara gelişi, iktidarı kullanışı, Balkan savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlının durumu ve İttihat ve Terakkinin politikaları, 1. Dünya Savaşının kaybedilişi, Mondros Mütarekesi ve İttihat Terakki’nin şeklen çöküşü ve Anadolu'da İttihatçılığın devamı, Milli Müdafaa ve Mustafa Kemal, Meclisin Kuruluşu, 1. Ve 2. Gurubun meclisteki konumları, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Türkiye'de Düzenin Laikleştirilmesi, Serbest Fırka, Milli Şef Dönemi ve Demokrat Partinin İktidara Gelişi konu başlıkları işlendi.

Özellikle laikleştirme konusunda şunlar zikredildi.

"Cumhuriyet Arifesi: Geçiş Döneminde Din ve Laiklik

Milli Mücadele yıllarında yaşanan hayatın fikri lokomotifi olarak tek güç islamdır.İslam birleştirici bir çimentodur. Bütün konuşmalarda temel konu İslamdır. Onun temsilcisi olarak Halifeye yönelik olumsuz tavır alınmaktan önemle kaçınılır. 11 Eylül tarihli Sivas Kongresinde Hilafet ve Saltanata atıf yapılarak bağlılığın önemine vurgu yapılır. Bu tavır Meclisin açılışında da yurdun her tarafına gönderilen 21 Nisan 1920 tarihli yazıda daha da yoğun bir şekilde tekrarlanır.

M. Kemal ikinci meclisin teşkili için alınan seçim kararı ile ilgili yaptığı açıklamada “Yeryüzünde bir (hilafet) makamı bulunmazsa, İslam alemi kendisini imamesiz bir tespih gibi dağılmış perişan görür.” dinden bu yararlanma girişimlerini Birinci Meclis boyunca sürekli yararlandıkların görürüz.

Türkiyenin Laikleştirilmesi Sorunu

Türkiye’de batılılaşma, ilk anından itibaren yönetici kesimin ve Batıdaki veya Türkiye’de ki modern okullarında okumuş aydınların düşünceleriyle şekillenir. Cumhuriyet döneminden evvel Laiklik sentezi iki şekilde ifade edilebilir

1- Gökalp Sentezi: Batı (bilim, fen ve teknoloji) + Türklük (din ve kültür milliyetçiliği) + İslamiyet (ahlak sistemi olarak tasavvufi islam)

2- Kemalist Sentez: Batı (bilim, fen ve teknoloji) + Türklük (din ve kültür milliyetçiliği) + İslamiyet ( yok)

Osmanlıda tanzimattan beri din toplumsal hayattan uzaklaştırıldıkça, dinin boşalttığı yeri laik esas ve uygulamalarla doldurulur. Dine karşı cephe alınmaz. Cumhuriyet döneminde ise dine karşı radikal tavırlar takınılır. Osmanlı tarzı batıcılar ise bu zaman diliminde bir yönleriyle dine kayıyor ancak dine karşı radikal bir tavır almıyorlardı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yöneticileri söz konusu kesimin temsilcileri olurlar.

Laikleşmenin düzeyleri şu şekilde ifade edile bilinir.

1- Fonksiyonel düzeyde laikleşme: Dinin fonksiyonel yapısında gerçekleştirilen daraltma ve buna bağlı olarak, bireysel ve toplumsal hayatta dinden boşaltılan alanların din dışı unsurlarla doldurulması. dün olduğu gibi bugünün Türkiyesinde de bir çok toplumsal, yasal, idari ve ekonomik sorunun temel faktörü laikliktir. Batıdaki sekülarizmden farklı olarak İslam toplum yaşamında düzenleyici bir rol alıyor ve bu rolünü her yönüyle hukuki olarak oynuyordu. Batıda yönetim seküler tarzını uygularken yetkisini kilise ile paylaşırken ülkemizde ki uygulamada ise bu yetki paylaşmayacaktır. bunun için şöyle bir yöntem uygulanır. İslam yeniden tanımlanacak ve Laikliği Türkiyenin özel şartlarına uygun hale getirmek. Konu ile ilgili Mustafa Kemal şöyle der. “Dini ve ahlaki inkılap yapmadan evvel hiç bir şey yapmak doğru değildir.”

Bu uygulamalarla din sadece vicdana sıkıştırılmaya çalışılacak ve toplumsal uygulamaları sınırlandırılacaktır. konu ile ilgili M. Kemal “ Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayatın kendisinden almış bulunuyoruz. “ aynı zamanda “ Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasında ki bağlılıktır.” hatta Falih Rıfkı daha da ileri giderek “ Kemalizm, ibadetler dışında ki bütün ayet hükümlerini ortadan kaldırmıştır.” diyecek kadar ileri gitmiştir.

2- Sembolik düzeyde laikleşme:

Sembolik düzeyde laikleşme gerçekleştirdiklerinin iki temel amacı vardı. 1- Avrupa ile ortak özellikler taşımak 2- Geleneksel olan her şeyden kopmak. Bu sembollerin en önemlisi şapka devrimidir. 28 Kasım 1925 te uygulamaya konulur ve toplumda ki egemen insan tipini değiştirmenin ve yenisini inşa etmenin simgesi olarak anlam kazanır. Osmanlıda başlık şekilleri dini, kültürel, ekonomik, idari kimlikleri ve statüleri ifade eden bir sembol halindedir. Hatta mezar taşlarında ki başlık ifadelerinde bile bu devam eder. II. Mahmudun 1829 yılında fesi kanuni zorunluluk olarak tüm osmanlı milletine mecbur bırakılması ve toplumsal bütün farklılıkların ortadan kaldırılması toplumsal tepki oluştursa da 19. yüzyılın sonlarına doğru büyük vilayetlerinde ve İstanbul’da kabul görse de kürt, arap ve laz diyarlarında bu emre pek uyulmaz. Sonuçta fes müslüman kimliğini sembolize eden bir araç haline dönüşür.

Şapka devrimi ile beraber bu iş Kastamonu gibi muhafazakar bir ilde seçilir. 25 Kasımda yasa kabul edilir ve arkasından da İstiklal Mahkemelerinin en önemli davası haline gelir. Pek çok ilde idam cezaları verilir, hatta en güçlü karşılığı veren Rize açıklarına Hamidiye kruvazörü gönderilir.

Sembollerin değişimin de kadının rolü de önemlidir. Kadının batılı tarzda görünümünün değiştirilmesi de kolay olmamıştır. Çarşafa dokunmak namusa ve aileye dokunmaktır. Bu iş için tabi ki takriri sükun kanunu kullanılır. Basın ve muhalefet susturulur. Bu konu da devrimci değil evrimci bir yaklaşık kullanılır. Pilot bölge olarak Trabzon seçilir. Belediye kararı ile çarşaf yasaklanır. Halktan bir tepki gelmediği görülünce de yasak tedrici bir şekilde uygulanmaya devam eder. Açıklık toplumda teşvik edilir. Cumhuriyet Gazetesi bu durumu yaymak için güzellik yarışması düzenler.

Günlük hayatta da laikleşme uygulanır. Bürokratik erkanın düzenlediği balolar bu konuda önemli yer tutar. Toplum içinde bir arada yer almayan kadın ve erkek bu balolar vesilesiyle bir arada bulunmaya teşvik edilir. Toplumun çoğunluğu bu değişimlere uymak ve tepki gösterse de muhalefet etmek suçtur.

Alfabenin değiştirilmesi de sembolik düzeyde batılı omanın yanında en büyük değişimi geçmişle olan bağlarını kopartması açısından vermiştir. Alfabenin değiştirilme isteği İttihat ve Terakkiden beri aslında düşünülen bir uygulamaydı. Cumhuriyet kadrolarının amacı alfabe devrimiyle terk edilen alfabenin dinsel bir karakteri olmuştur.Bu karakterle artık yeni nesiller geçmişle olan irtibatlarını kopartacaklar ve böylece laik bir toplum ortaya konmuş olacaktır.

Kent tipi laiklik algısının en önemli göstergesi Ankara’nın yenide inşası olmuştur. Bu inşada dinsel karakterin simgesi olan camiye yer yoktur. 1950 yılında Demokrat Parti iktidarında açılan Maltepe camisine kadar da olmamıştır.

3- Kurumsal Laikleşme: 3 Mart 1924’te 429, 430 ve 431 sayılı kanunlar kabul edilmiştir. Bu 3 kanun Osmanlı siyasi, idari yapısında ulemanın elinde bulunan bütün kamusal faaliyetleri, ulemanın temsil ettiği dinin kontrolünden alarak sivil bürokratların tekeline veriri.

429 sayılı kanunlar Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılıp Diyanet İşleri Reisliği kurulur.

Böylece batı tipi bir laiklik ki buna sekülarizm deriz yerine devlete bağlı bir din anlayışına göre şekillenen Türk tipi bir laiklik anlayışı oluşmuş olur. Türkiye de toplumun gelişebilmesi için ya da dönüşebilmesi için dinin sürekli kontrol altında tutulması gerekmektedir. Bunun yanında laik devlet, laik düzeni korumak için dini sürekli denetlemek durumundadır. Fakat batılı örneklerde gördüğümüz uygulamalarda din ve devletin eşit iki kurum olarak itibar gördüğüne şahit oluruz. Bunun yanında İslam hayatı direkt olarak düzenleyen 55 ayetiyle birlikte hayatın her yönüne müdahil olan bir din olarak yaşamımızdadır. Bu algısal çatışma günümüzde de sürmektedir.

430 sayılı kanunla ise Türkiye’de ki tüm eğitim öğretim kurumları Maarif vekaletine bağlanır (Tevhidi Tedrisat). Bu kanunla birlikte tüm eğitim tek elden yapılması amaçlanır. Böylece devlet kontrolü olmadan hiç bir eğitim öğretim çalışması yapılamamaktadır. Özellikle dini eğitimi kontrol altına alınmasına yöneliktir.

431 sayılı kanunla ise Hilafetin ilgasına ve Hanedanı Osmaniyenin ülke dışına çıkarılmasına karar verilir. Böylece Laiklik uygulamalarının temel dayanağı da oluşturulmuş olur.

Böylece bu üç kanunla din üzerinde kontrol ve velayet sistemi kurulmuş olur. Dinin ahkam hükümleri yerine geçecek olan yasaları yapma ve uygulama görevi devlete, itikad ve ibadet işlerini düzenleme yetkisi Diyanete verilir. Böylece İslamda var olmayan örgütlü bir din adamları sınıfının ortaya çıkarılmasına neden olur.

Bu yasalarla birlikte Cumhuriyetin kurulması ile birlikte devletin bir dini vardır, 3 Mart 1924 ile ve 429 sayılı kanunla devletin bir dini yoktur. 20 Nisan 1924 sayılı Teşkilatı Esasiye kanun ile birlikte devletin tekrar bir dini vardır.

4- Yasal Laikleşme: Lozan da Batılı devlet temsilcilerine ülkede laik hukuk sisteminin geçerli kılınacağı sözüne bağlı olarak gerçekleştirilenler unutulmamalıdır. Sekülarizm yerine bugün uygulanan Türkiye’ye özgü laik sistemde devlet dine sahiptir. Batıdaki muadilleriyle olduğu gibi Din kurumu ile Devlet kurumu eşit zikredilemezler. Hatta protokolde Diyanet İşleri Başkanlığı günümüz mevcut iktidarı sayesinde 11. sıraya kadar yükselmiştir. Yasal düzeyde laikleşme de uygulanan yöntem bütün kanunların batıdan olduğu gibi çevrilmesi şeklindedir. Medeni kanun, Borçlar Kanunu İsviçre den, Ceza Kanunu Fransa dan alınır. Bu şekliyle var olan hukuk kültürü toptan sıfırlanarak yerine bir kültür hukuku oluşturulmaya çalışılır." denildi.

Yoğun geçen program Karşılıklı soru cevap ve yorumlarla tamamlandı.

bartin-20121229-609.jpg

bartin-20121229-610.jpg 

Önceki ve Sonraki Haberler