Bartın'da 'İslamı Anlamada Usul Meseleleri’ Semineri
Bartın Özgür-Der’de yeni dönemde seminer programlarına Hamza Türkmen’in usul dersleriyle başlandı.
‘İslamı Anlamada Usul Meseleleri’ konulu ilk derse katılım yoğundu. Bayramlaşmanın ardından gerçekleştirilen programda şu hususlar öne çıktı;
Müslümanlar olarak aramızdaki irtibatlar, bazı meselelere verdiğimiz tepkiler ve birliktelik algımız önemli ama bu ‘duyarlılık halimiz’ sorunların giderilmesi ve geleceğimizin sağlam temeller üzerine inşa edilmesi hususunda yeterli görülmemeli.
İslami duyarlılığımız henüz toplumu ‘vahiyle uyarma, düşüncelerimizi hayatla bütünleştirme ve toplumsal şahidliği yaygınlaştırma’ seviyesine ulaşabilmiş değil.
Müslümanlar olarak gündemi belirleyen, olayların akışında hayatın tüm alanlarında İslami kimliğimizle amil/belirleyen konumuna erişmiş değiliz. Etkinliklerimiz henüz varolma ve duyarlılıklarımızı yaşatabilmeye yönelik. Bu seviyeyi bilinçlik düzeyine yükseltmemiz gerekiyor.
Tarihi süreç içinde vahiyle ve fıtrat yoluyla bağlarımız iyice zayıfladı. Yeniden vahiyle ve fıtratla bağlarımızı sağlamlaştırıp istikametimizi düzeltmeliyiz. Bu meyanda ‘usuliddin’ bahisleri üzerine yapacağımız çalışmalar öne çıkmalı. ‘Sıratı Müstakime Yöneliş’ çabalarımızla netleşmeliyiz ve din algımızı dosdoğru temeller üzerinde yeniden inşa etmeliyiz. Rabbimizin bizler için va’z ettiği emirleri tafsilatıyla kavramalıyız. Kendimizin değil, Rabbimizin dedikleri doğrultusunda bir hayat kurmaya, ‘ed din’ i yeniden vahiy ilkeleriyle belirleyerek, eksikliklerimizi Vahyin ve Muhammedi Sünnetin aydınlığıyla giderip yanlışlarımızı düzeltmeye çalışmalıyız. Allah’ın yeryüzü dini olarak seçtiği İslam’ı bilinç seviyemizde olgunlaştırıp hayatın tüm alanlarında hakim/etkin hale getirmeliyiz. Dini kendi vehimlerimizle değil, Rahmani ilkeler doğrultusunda yeniden kavramalı, imkanlılık alanlarımızda ıslah çabalarımızla topyekün seferberlik içinde olmalıyız.
‘Tahkik’ çabalarımızla dinin ilkelerini belirlemeye yönelelim. ‘Sabitelerin, değişkenlerin’ (Muhkem-Müteşabih, Mufassal-Mücmel, Hüküm-İctihad..) neler olduğunu iyice idrak edelim. Müslümanlığımızın görünür bilinir olması, çevremizde belirleyen olması için ‘’Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirmiş olduğu Kitab'a ve daha önce indirmiş olduğu Kitab'a iman edin.’’(Nisa 136) uyarısıyla kendimizi vahyin ihya edici yönüyle tecdid edelim.
İçinde yaşadığımız toplum genel anlamda Müslüman, ama Kitabımız Kur’an bu toplumun ‘hayat rehberi’ değil. Kuran’la inşa olmuş ‘şahidlik bilinci’ toplumda henüz istenilen düzeyde değil. Toplumu Allah’ın emirleriyle uyaran, İslam’ı kendi yaşantımızdan başlayarak yakın çevremiz ve toplumsal katmanlarda tanıklaştırabilen olgunlukta değiliz. (Bakara 143 ışığında). Zulme, tuğyana, ifsada ‘La’ diyen, aynı zamanda Allah’ın ayetlerinden mülhem güzellikleri genç nesillerle buluşturan, toprağa/arz üzerine sağlam tohumlar saçabilen nüveler olmalıyız.
Mükellefiyet yaşı Kuran’da altı çizilen bir konu. ‘Yetimlerin olgunluk yaşlarına eriştiğinde mallarının verilmesinin istenmesi’ dirayet-sorumluluk yaşına işaret ediyor. Rüşd yaşına gelen her insan olayları, çevresini ‘bütüncül kavrama’ çağlarına erişmiştir. Bu aynı zamanda soru sorma, cevap arama yaşıdır; Hayatın içeriği, olan bitenler ne? Bizi kim yarattı? Kainatın yaratıcısı kim? Hayat nereye gidiyor? Kim hüküm koyuyor?.. Sorularını sorar.
Evren muazzam işleyen bir mekanizma. Galaksiler, yıldızlar, milyarlarca ışık yılı ötelerden ve öncelerden bize ışık gönderen yıldızlar. Allahu Teala ‘düşünün’ diyor. ‘Yıldızlara bakın, tefekkür edin’ diyor. Şimdi tüm bu evren kendiliğinden mi yaratıldı? Kendiliğinden mi oldu? Bir düzen varsa bunun koyucusu Allah ise ve O insan için düzen koyduysa soruyu soralım; ‘Allah bizi yarattı bizi başı boş mu bıraktı?’ Hayır. Tüm bunların kurallarını koydu, aramızdan elçiler seçti ve bize ‘hayat kitabımızı’ gönderdi. (Enfal 24,25)
İnsanın beş temel ihtiyacının karşılanması ve korunması gerekir. ‘Zaruratı Hamse’. Can, akıl,mal, nesil, din emniyetinin güvence altına alınması gerekiyor. Bu ihtiyaçlarımızı hangi ölçüye göre belirleyeceğiz. Bunu sınırlı olan beynimle, kapasitemle nasıl yapacağım? Firavun gibi “Ben bilirim, ben sizin rabbiniz değil miyim?” diyen ben merkezli/hedonist halimizle her şeyi ben bilirim dediğimiz zaman çatışma başlıyor.
‘Siz tedebbür etmiyor musunuz?’ (Nisa 82) deniliyor. ‘’De ki: 'Size bir şeyi öğütlüyorum: Allah için ikişer ikişer ve teker teker durup sonra düşünmenizi. (Göreceksiniz ki) arkadaşınızda hiçbir mecnunluk yoktur. O ancak şiddetli bir azabın öncesinde sizin için bir uyarıcıdır.' (Sebe 46)
Kur’an sahabeden bu yana korunarak geldi. Muhtelif mezhepler var ama kitap aynı.”Yakin” özelliğini aynen koruyor. Oryantalistlerin onlardan etkilenen bazı tarihselcilerin yaklaşımlarıyla değil, bizzat Kur’an’ın kendini tanımlamasıyla ‘korunmuş, yakin, hak bir bilgiyle’ geldi. Herkesin kılavuzu/rehberi anlaşır bir kitap, hayat kitabı, insanları karanlıktan aydınlığa çıkartan bir kitap.
Hayatın ekonomi, insan ilişkileri, aile, karı koca ilişkileri, kadın erkek ilişkileri, fakirlerin durumu, çocuklarımızla bağlarımız ve sorumluluklarımız, zan, ticaret, ölçü ve tartı konularını Kuranı Mübin’le tekrar muhasebe etmeliyiz. Biz hayat mesellerimizi hangi sabitelere, hangi değişkenlere göre ayarlayacağımızı Kitaptan öğreneceğiz. Bunu bilip kavramamız şart zira bu hayatın bir ahiret karşılığı var ve orada Kuran’dan hesaba çekileceğiz.(Zuhruf 44)
Bizlerin inanca müteallik akaid konuları olarak bildiklerimizin çoğu zannidir/kelamidir, yani yorumlarla oluşmuştur. Yararlanırız ama bunlar akaiddir diyemeyiz. Rasulullah (s) ın akaid kitabı Kur’anı Kerim’di. Kuran’daki kapalı lafızları anlamlandırma çabalarımız yaklaşımlarımızdır; akaid değildir. İşte ‘sabiteler ve değişkenler’ konusu bu alanda çok net olmalıdır. Bilginin kaynağı meselesini Kur’an ekseninde ele almalıyız. Yoksa keşf, rüya, düğümlere üfürenlerin ortaya çıkmasını engelleyemeyiz.
İslami mücadelede yöntem konusu: Kimse kendi yorumunu asıldır , Kuran’dır ve itikadın kendisidir diye sunmamalı. Yönelimimiz düşünce, fikriyat ve çıkarsamalarımız Kur’an’ın konuyu ele alış niteliği/değerliliği üzerinden olmalıdır. İslam’ın temel esasları Kur’an’ın inanç ve ameller olarak tanımladığı muhteva zemininde şekillenmelidir.
İmanla amelin bütünleşmesi “el birr” olarak tanımlanıyor. Temel ibadetlerimiz, hayat minvalimiz ayette anlatılan eksen üzerinde kurulu olmalıdır;
‘’Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.’’ (Bakara 177)
Yaşadıklarımızla Kuran’ın bağını kurma açısından ilk inen ayetler ‘şahitlik, basiret, sorunları çözümleme, ve tertil okumaları’ üzerinde duruyor.
Biz Müslümanlar için en büyük nimet Kuran’la bağımızın sürmesidir. Bağların hangi alanda zayıfladığının tespitini yapmak önemlidir. Günümüz toplumlarını değerlendirdiğimizde itikatta, amelde, ahlakta, oluşturduğumuz kurumlarımızda, hülasa yaptığımız işlerde ‘nimetten/dinden’ uzaklaşmışız. İslamın bilinç dünyamızda sıralamasını ya kültüre indirgemiş veya batıl yorumlar üzerine bina etmişiz.
Birlikte Kurani ölçülerimizle aynılaşmaya çalışmalıyız. Bizi diğer insanlardan ayıran bu duyarlılıklarımızı İslami kimliğimizle öne çıkan mümeyyiz vasfımızı daha nitelikli bir zemine taşımalıyız. Çare ne doğuda ne batıda aranmalı çare sadece Kuran’dan aranıp bulunmalıdır.
İslam Dünyasında ana hatlarıyla üç ekol öne çıkıyor;
1- Dünün modernistlerinin başlattığı bugünün gelenekçi din anlayışı; Mukallid, tahkik etmeyen, tedebbür, tefekkür etmeyen din anlayışı. Bu insanlar da İslamı yaşama gayretindeler. Kitap bu kesim tarafından bizlere ulaştırıldı, helali haramı biz onlardan öğrendik ama yetmez. Terk edilmiş bir kitap gerçeği var. Hayatı bu kitaba göre dizayn etmemiz gerekiyor.
2- Bugünün modernistleri; Modern anlayışla Kur’anı yorumlamak istiyorlar. Mevcut kelam kitapları bunları cevaplandıracak durumda değil. Bizi en yakından ilgilendiren ‘tarihselcilik hastalığı’ var. “Tarihselcilik” her ilahiyat fakültesinde müstakil ders olmalı. Bizim yararlandığımız boyutlar var ama bu uğraşlar korunmuş kitabı tartışmaya açıyor.
3- Islah ekolü, yeniden vahye yönelme çabaları; Allah’ın hükmünün anlaşılmasında netliği yakalamak, vahiyle hayatın bağlarını kurmak. Bu çizginin ana eksenini ‘tahkik’,‘şura’,’kararlılık’ oluşturmalı, fikri -ameli konuların yöneliminde ‘istişare, müminlerin ortak aklı ve ittika vasfı’ hayatlara yön vermeli. Ümmet olma yolunda güçlenmedikçe istişareyi, fikri netliği, biz olma fikriyatını ortaya koymamız mümkün olmayacak. Bu yaklaşım kavramsal netliği, ilkeli siyaseti güçlendirecek ve ümmet olarak olaylara yön vermeyi öğreneceğiz. Mücadeleyi mücadele sahasında kazanacağız. Islah ekollerinin Rad Suresinde (Ra’d/11)vurgulanan toplumsal değişim sünnetullah yasalarının kavranmasıyla ümmetin diriliş süreci yeniden başlayacak nimet geri dönecektir. Bu meyanda bir dönem bu kararlılıkla neşriyata sunulan ‘Menar, Sıratı Müstakim, Urvetu-l Vuska’ gibi dergiler önemli bir fonksiyon icra etmişler ve bu gün bile bizlere ilham vermektedirler.