Bartın’da “Gazze Direnişinde Sünnetullahın İzleri” konuşuldu
Bartın Özgür-Der’in bu haftaki konuğu Hamza Türkmen idi.
Kardeş kuruluş Bartın İMH’nin konferans salonunda gerçekleştirilen seminerin sunuculuğunu Aydın Kuloğlu yaptı. Gazze’de yaşananlarla ilgili kısaca bilgi veren Kuloğlu, bu konuda üzerimize düşen sorumluluklara, kardeşlik bilincine, İslami kuruluşlarla ortak yapılacak etkinliklere, meseleyi her zaman gündemde tutmanın önemine değindi ve sözü konuşmacı Hamza Türkmen’e verdi.
‘’Gazze Direnişinde Sünnetullahın İzleri’’ konusunu ele alan konuşmacı Hamza Türkmen, seminerde kısaca şunlara değindi:
‘’7 Ekim'de, El Kassam tarafından Filistin'de, daha özelde Gazze'de, ölümcül ambargoyu aşmak ve Mescid-i Aksa yaramızı tekrar gündeme getirmek adına tüm küresel algıları ve İsrail'in yenilmezliğini yerle bir eden çok etkin bir operasyon yapıldı. 7 Ekimle birlikte işgalci İsrail tarafından Gazze halkına dönük büyük bir yıkım operasyonu başlatıldı. Dar bölgeye sıkışmış bir halkın üzerine en ağır silahlar ve tonlarca bombalar atılıyor. El-Kassam ve Gazze halkı muazzam bir direniş ve sabır gösteriyor. Küçük çocuklardan yaşlılara kadar tüm Gazzeliler topraklarını terk etmemek ve siyonist düşman karşısında teslimiyetçi davranmamak konusunda tüm dünya halklarına örnek bir duruş sergiliyorlar. El-Kassam mücahidleri son derece nitelikli mümin bir mücahid topluluğu olarak siyonist işgalcilere ve onları kışkırtan tüm kapitalist emperyalistlere karşı, metanetle ve sabırla, yüce Allah’a tam bir teslimiyet ve tevekkül içinde fedakârca bir savunma cihadı vermekteler.
Kardeşlerimize uygulanan ambargo Medine dönemi ilk Kur’an nesline uygulanan ambargoyu hatırlatıyor; ‘’Etrafı mübarek kılınmış Mescid-i Aksa’nın savunması Kuran’da vurgulanan ilahi yasaları ve Fil Suresini, fil orduları tarafından kuşatılan Allah'ın beyti Kâbe’nin korunmasını hatırlatıyor. Ama İslam’ın şiarlarından olan Aksa’yı savunmak da bugün “Arza varis bırakılan salihler”e düşüyor.
Allahu Teâla’nın mümin kulları nimeti hak ettiklerinde ve Allah'ın nimetine ihanet etmediklerinde Allah Teâla onları yeryüzünde varis kılacağı” (Bknz Enbiya 105) ayetine dair işaretleri ve mesuliyetimizi hatırlamamız gerekir.
Mekke'de Müslümanlar çok büyük bir ambargoya maruz bırakılmışlardı, bu ambargo Müslümanların kimi zaman direncini kıracak derecelerdeydi. Ama Rasulullah (s) öncülüğünde verilen sabır ve metanet mücadelesi Müslümanların zaferiyle sonuçlandı. Müslümanlar bu ambargonun ardından çok güçlenmiş vaziyette çıkmışlardı.
Her imanlı, vicdan sahibi müminin, bir nevi canlı yayınlarda izlenen bu katliam karşısında zulüm sömürü katliamlara karşı tavır alması gerekiyor.
Bu süreç sayesinde vicdan sahibi siyasilerden Diyanet’e kadar yeniden tutarlı küresel ve ulusal sistem analizleri yapılmaya başlandı. Üstü örtülen vahyi kavramlar her alana yeniden gündeme getirilmeye ve fikri birikimler konusunda hayırlı bir noktaya dönülmeye başlandı. 6 Ekim akşamına kadar bizler toplumsal buhranı, gençliğin kopuşlarını, yabancılaşmayı, kimliksizliği, sekülerleşmeyi konuşuyorduk. 7 Ekim'den sonra İslami camiada özellikle Allah'ın dinini şahitlik bilinciyle yaşayan insanların öncülüğünü ve Kudüs gündemini, küfre karşı dayanışma ve ortak tavır yükümlülüklerini konuşmaya başladık. Başladığı andan itibaren İslami camialarda büyük bir toparlanmaya vesile oluyor.
Siyonizmi küresel boyut bağlamında ele almak gerekiyor. Muharref Yahudilik tam olarak siyonizmle paralel görülmemeli. Siyonizm daha çok Batı medeniyeti / Modernite içinde ulusçuluk ideolojisi paralelinde oluşmuş Batı ve küresel emperyalizm tarafından kullanilan kullanışlı bir araç, Batı ideolojisinin bir parçasıdır. Siyonizm vahiy çıkışlı bir din değildir. Muharref Tevrat’ı, onun dini rivayetlerle yorumu olan Mişna ve Talmut kültürünü istismar ederek dini olanı ırk kurgusuna çeviren bir batılılaşma hareketidir. Frenkleşmiş, batı modernitesine teslim olmuş Yahudi kökenli laik aydınların gerçekleştirdiği kongrelerle mayalandırılmıştır.
İslam coğrafyalarındaki uluslaşma, İslami kimliğe yabancılaşma ve bizde yaşanan batılılaşmada yaşanan “ümmetten bir millet yarattık” mottosuyla yaşanan batılılaşma ve modernleşme ideolojisiyle aynı menşee sahiptir.
Bu fikirlerin ideolojileri bağlamıyla bakıldığında batının da siyonist Yahudilerin de lugatlarında ‘’insan hakları’’ mefhumu modernitenin sistemine ve siyonist Yahudilere boyun eğenler için geçerlidir.
İslam'da emrin ve teklifin muhatabı insandır. Rabbimiz ‘’Allah'a kul olun O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, yakınlara yetimlere çaresizlere yakın komşuya uzak komşuya yanınızdaki arkadaşa yolcuya ve hâkimiyetiniz altında bulunanlara iyi davranın, iyilik yapın, Allah böbürlenenleri sevmez’’ (Nisa 36) buyurarak bu batıl fikirleri hükümsüz bırakmaktadır. Kur’an hitabında “Ey nas” diyerek bütün insanları muhatap alır, onlara cahillik ve çözümsüzlükten kurtulmalıyız için iyilikle hitap etmeyi ve davranmayı öngörür. Bizim ötekimiz Mümtehine suresinde belirtildiği gibi insanlara zulmeden, müslümanları topraklarından süren, onlarla savaşan ve bu tür zalimlere yardım eden fasık ve kafirler”dir.
İşgal yılları içerisinde Filistin'in işgalinden sonra İzzettin el Kassam’ın Filistin için ümmetçi ve direniş çizgisi ile Emin el Hüseyin'in Filistin ve Arap ulusçusu direniş çizgisi daha sonra Hamas ve FKÖ haline dönüştü.
FKÖ lideri Yaser Arafat, İsrail'i tanıyan 1993 Oslo İlkeler Antlaşması ve 2000 Camp David zirvesine katılınca Arap ulusçusu Emin el Hüseyin'in bile gerisine düşmüş oldu.
1987 Birinci İntifada sürecinde Şehp Ahmed Yasin ve 6 arkadaşının istişari liderliğinde kurulan Hamas ve askeri kanat olarak oluşturduğu İzzettin el Kassam Tugayları böyle bir sürecin getirdiği teslimiyetçi varoluş halini sömürgeleşme hali olarak gördüler, İslam’la yoğrulmayı, Müminlerin izzetli olmasını ve hayırlı salih çabaları çoğaltmaya bu yolda kitleleşmeye; bir dirilişe ve bilinçlenmeye yöneldiler. Sistemli çalışmalarıyla gençlere bunu aşıladılar; laik ırkçı batıcı kanat desteğiyle ayakta tutulan teslimiyetçi süreci tasfiye etmeye çalıştılar, bu gün hamdolsun başarıları ortadadır, rabbim çalışana veriyor.
1993 Oslo anlaşması ve 2000 Kamp David zirvesine İslamcılar ve FKÖ'nün bazı sol kanat mensupları ve Hristiyan direniş birimleri muhalefet ettiler işgalci siyonist rejimi ve devleti İsrail'i kabul etmeyen Filistinliler İkinci İntifa’dayı başlattılar.
Müslümanlar Filistin örneğinde de görüldüğü üzere hadiseleri okurken adaleti, rahmeti, davet ve cihad bilincini asla elden bırakmamalıdırlar, çünkü bu davranışların hayırlarını süreç içerisinde her zaman göreceklerdir.
Filistin davası emperyalist ve siyonist kuşatmaya maruz kalan Müslüman ve Hristiyan, yine sosyalist milliyetçi kimlikler içinde yaşayan tüm Filistinlilerin taşıdığı bir davadır. Ama bu olguda nitelik ayrışması ve yöntem seçiciliği önemlidir. İslam’ın temeli oluşturması ve Kur’an’da vurgulanan Muttaki Muhlis Mücahid şahsiyet ilkelerinin inşası ve icraatların Allah’ın rızası temelinde sürmesi ilahi yasaların (sünnetullahın) hayırlara dönük kuşatıcılığında rol oynayan faktörlerdir.
Filistin davası Filistin halkını işgalci rejimden sürgünlerden kurtarma tarihi dini ve kültürel değerlerini ve bu değerlerin ortak sembolü olan Mescid-i Aksa' ya sahip çıkma davasıdır. Filistin intifadası bu dava tanımı üzere yapılan bir konsensüsle devam etmektedir. Ve bugün Filistin özgürlük mücadelesinin inisiyatifi Hamas’la birlikte müslümanlara başka bir ifadeyle Islamcılara geçmiştir. Dün Filistin davasına sahip çıkan Türkiye solunun bugünkü suskunluğu veya hasedinden bundandır.
Küresel kapitalizmi analiz edecek olursak; Gazze katliamına karşı protesto gösterileri yapan vicdan sahibi batılılar ve bilhassa Alman vatandaşlarının attığı ‘’Nehirden Denize Özgür Filistin’’ sloganı Alman hükümeti tarafından yasaklandı, peki niçin yasaklandı, çünkü İsrail ümmet coğrafyasının merkezine küresel emperyalizm tarafından ileri karakol olarak yerleştirilmiş bir hançerdir. İsrail kapitalizmin son dönemin patronu ABD açısından bölgemizdeki en önemli jandarma üssüdür.
Siyonist İsrail'in, ‘’İslami Uyanış ve Vesayetten Kurtulma Hareketleri’’ne karşı Pakistan’dan Kuzey Afrika'ya Türkiye'den Güney Sudan'a kadar istihbaratıyla, lojistigi ile, ekonomik komplolarıyla ve gerektiğinde askeri operasyonlarıyla, denetleyici ve acil müdahale gücü rolünü üstlendiğini unutmamak gerekiyor.
Peki, ne yapacağız?
Resulullah (s),’’küfür tek millettir’’ buyurmuştur. Rabbimiz Haşr Suresinde ‘şeytanın dostları olan küfür güçlerinin kendi aralarında derin ayrılıklar içinde bulunduğunu, kalplerinin parça parça olduğunu’ (Haşr 14) bildirmektedir. Dünya tarihinde, 1. ve 2. Dünya savaşı ulus devletlerin kendi aralarında paylaşım savaşlarında milyonlarca insanın öldüğüne dünya tanıklık etti.
‘’Allah günleri insanlar arasında döndürüyor’’ (Ali İmran 143). Ayetler bize düşen itikadımızı ve sosyal yapınızı ıslah ediniz demektedir. Yeniden vahye, Resulullah (s)’in örnekliğine ve Kitabullah'a iman ederek ve ümmet olarak toparlanmak şarttır (Nisa 136).
Adil şahid, izzetli özgür ve sadece Allah yolunda müminler olmak mücadelesini kuşanmış bir ümmet/topluluk her zaman vardır: Rabbimiz de ‘’Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır’’ (Enfal 181) buyuruyor. Önemli olan sabikundan olmaya çalışmak; ümmet diriliğimizi hem ameli hem vahyin anlaşılıp tebliği ve düşünce basireti açısından yükseltmeye gayret etmeliyiz. Bize hayatları pahasına bu ödevlerimi hatırlatan ve bizlerin duyarlilıklarını yeniden canlandıran Gazzeli direnişci mümin kardeşlerimizi çok şey borçluyuz.
Müminler kendi aralarında kardeşleri sıkıntıya uğradığında onlardan yana tavır alırlar. İşte bizim bu konuda tavır alarak dünya vicdanını harekete geçirecek bütün etkinliklere Gazze siperinde direnme heyecanını yaşar gibi destek vermeli ve hakkin sesini yükseltmeye çalışmalıyız. Ayrıca hayıflanmaları ve gerçekci olmayan kof talepleri bir tarafa bırakıp maddi yardımları ve kamuoyunu uayandırma eylemlerinin sürekliliğini ibadet aşkıyla önem vermeliyiz.
Unutmayalım bireysel ve toplumsal olarak önceliğimiz refah ve dünya peşinde koşan değil İslamlaşma peşinde koşanlardan olursak; itikadımızı ve halimizi nezihleştirmeye çalışırsak Rabbimizin vaadidir; Allah’ta bizim halimizi değiştirir. Zaten dareyni kazanmanın yolu da bu değil midir?
Rabbimiz direnişçi mücahid Gazzeli kardeşlerimize yardım eylesin. Bu direnişin sonu mutlaka muttakilerin zaferleriyle sonuçlanacaktır ama süreç uzun sürebilir bunlar imtihandır, Allahu Teâla kullarını açlıkla korkuyla ekinlerden azaltmayla kısaca dünya hayatında muhtelif bir takım sebeplerle imtihan ettiğini söylüyor. Tüm bu yaşananların imtihan olduğunu unutmamamız gerekiyor.’’