Bartın Özgür-Der'de Seyyid Kutub Konuşuldu
Özgür-Der Bartın Temsilciliğinde bu hafta Seyyid Kutub ve mesajı konuşuldu
Özgür-Der Bartın Temsilciliğinde bu hafta 20.yüzyılda İslam coğrafyalarının yeniden uyanışında büyük katkısı olan Şehid Seyyid Kutub'un hayatının, mücadelesinin, eserlerinin ve Müslümanlar üzerindeki kazanımlarının anlatıldığı ''Seyyid Kutub'un Mesajını Anlamak Ve Geliştirebilmek'' konulu bir seminer düzenlendi.
Emre Metinsayar'ın sunduğu seminer Seyyid Kutub'u anlatan bir sinevizyon gösterimi ile başladı. Seyyid kutub'un hayatının anlatımıyla başlayan sunumda kısaca şunlara değinildi:
Seyyid Kutub 1906 yılında dindar bir ailede gözlerini dünyaya açar. Annesinin en büyük isteği oğlu Seyyid'in hafız olarak yetişmesidir. Annesinin büyük teşvikiyle oğlu Kutub 10 yaşında hafız olur. Kutub, annesine ithaf ettiği ''Kuran'da Edebi Tasvir'' adlı kitabında bunu ayrıntılı biçimde anlatır. Kutub'un babasıyla ilgili onun en çok üzerinde durduğu nokta ise çocuklarının üzerinde ahiret korkusunu yerleştirmek olduğunu vurgular. Küçüklüğünden beri ilgi duyduğu kitap okuma merakı gençliğinde onu edebiyat dünyasına yöneltmiş Taha Hüseyin, Abbas Mahmut Akkâd ve Mustafa Sadık er-Râfi gibi meşhur edebiyatçılar arasına katılmasına katkı sağlamıştır. Edebiyatla ilgilendiği dönemlerde, kendi hayat hikâyesini anlattığı "Köyden Bir Çocuk", "Sihirli Şiir" ve "Dikenler" isimli eserlerini yazan Seyyid Kutub bu dönemini daha sonra "cahiliye" dönemi olarak niteleyecektir.
Seyyid Kutub 1939 yılından itibaren; seküler, milliyetçi ve batıya hayranlıkla bakan çizgisini değiştirir ve makale olarak yazdığı " Kur'an'da Edebi Tasvir"i daha sonra 1945'de kitap haline getirerek bu eseriyle Kur'an'ı keşfettiğini ifade eder. 1946 yılında yazdığı "Kur'an'da Kıyamet Sahneleri" kitabıyla birlikte artık Seyyid Kutub'un Kur'an'a yönelişi başlamıştır. 1948 yılında yayınlanan ve 1964 yılında da Kemalist Sol ve Sosyalist hareketlere cevap verebilmek amacıyla MİT'in teklifiyle Türkçeye de çevrilen "İslamda Sosyal Adalet" kitabı sadece Mısır'da değil tüm İslam Coğrafyasında büyük yankı uyandırmıştır.
1949 yılında çalıştığı Bakanlıkta ki Planlamacıların organizasyonu ile eğitim metodları üzerinde araştırmalarda bulunmak üzere ABD'ye gönderilir.Burada yaklaşık olarak iki yıl kalır. Amerika'dayken, Müslüman Kardeşler Hareketi'nin kurucusu olan Hasan El Benna İngiliz desteğinde ki hükümet ajanları tarafından şehid edilir. Amerika'da Hasan El Benna'nın şehadeti'nin büyük bir coşku ve memnuniyetle karşılandığına yakından şahit olan Kutub için bu kırılma noktası olacaktır. 1950 yılının 8.ayında ülkesine döndüğünde hükümet Amerikan yandaşı bir Seyyid Kutup beklerken karşısında Batıyı eleştiren ve batı hayranlarını kınayan bir Seyyid Kutub buldu. Özellikle de eğitim bakanı İsmail El Kabaniyye yoğun eleştiriler yöneltiyordu. Eğitim Bakanı Seyyid Kutub'un fikirlerini açıklamasına engel olmak isteyince oda 1952 yılında bakanlıktaki görevinden istifa etti. İstifasının ardından bütün vaktini Müslüman kardeşler hareketinin çalışmalarına ayırmaya başladı. Seyyid Kutub 1952 yılından itibaren Müslüman Kardeşlere resmen katıldı ve cemiyetin yayın organı olan El Dava'da yazmaya başladı. Kutub artık Müslüman Kardeşlerin en önemli ideoloğuydu. Bir dönem İhvanı Müslimin gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yürüttü. Ancak teşkilatın hiçbir yönetim katında yer almadı.
Seyyid Kutub bu dönemde çok sayıda kitapta yazdı. Kitaplarında İslamın sadece Allah ile kul arasında bir din olduğunu, siyasetten ve devletten ayrılması gerektiğini savunanlara karşı sert eleştiriler getiriyordu. Ona göre İslam kalplerde inanç olduğu kadar hayat içinde bir kanunlar bütünüydü. Seyyid Kutub'un katılmasıyla Müslüman Kardeşler daha politik bir çizgide mücadele vermeye başladı. Seyyid Kutub çok keskin bir muhalefet tarzına sahip olsa da ve tartışmasız bir kavramsal çerçeve çizerek İslamiyetin siyasal bir hareket olduğunu söylese de, takipçilerine hiçbir zaman silahlı mücadeleyi ve şiddeti önermedi. Tam aksine ona göre İslami Hareketlerin başarıya ulaşabilmesi HZ. Peygamberin siretini takip etmekle mümkün olabilirdi. 23 Haziran 1952'de Hür Subaylar adlı cunta oluşumu Müslüman Kardeşlerle ittifak kurup kansız bir darbe gerçekleştirerek Kral Faruk'u tahttan indirdi. Hür Subaylar hareketinin başında Cemal Abdul Nasır vardı. Müslüman Kardeşler Nasır tarafından kandırılarak İngiliz egemenliğine son verileceğine inandırılmıştı. Fakat Nasır, iktidarın ardından Müslüman Kardeşlere verdiği tüm sözlerden caydı ve 1954 yılı başında Müslüman Kardeşler teşkilatı resmen kapatıldı. Nasır bir süre sonrada verdiği sözlere ihanet ederek İngiltere ile bir anlaşma imzaladı. 27 Kasım 1954'de İskenderiye'de halka hitap ederken Nasır'a süikast girişiminde bulunuldu. Düzenlenen suikast girişimi başarıya ulaşamadı. Ancak Nasır bunu bahane ederek Seyyid Kutub'un da içinde bulunduğu onbine yakın Müslüman Kardeşler üyesini tutuklattı. Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla bu suikast önceden planlanmış olup, Nası'ın kurşun geçirmez bir yelek giydiği ve ateş edecek kişinin önceden ayarlanmış biri olduğu bilgisini bizlere verir.Amaç açık ve nettir: ''Müslüman kardeşlerin etkisini toplum nezdinde azaltmak ve hareketin gücünü bitirmek.'' Seyyid Kutub yapılan yargılamanın sonucunda 15 yıl ağır hapse mahkum edildi.Seyyid Kutup uzun yıllar cezaevinde kalmış olmasına rağmen bu durum onu bir an olsun mücadele ve davasından geri bırakmamış olup, Hasan El Benna sonrası düşünsel boşluk yaşayan İhvan-ı Müslimin ve tüm Müslümanlar için neler yapılabilir üzerinde kafa yormuş ve bu süreç ona etkileri günümüze kadar yansımış olan ''Fizilalil Kuran'' adlı tefsirini yazdırmıştır. Türlü işkencelerle geçen hayatından sonra hapis hayatının 10 yılını geçirmişken o zamanın Irak devlet Başkanı Abdulsamed Arif'in Nasır'ı ziyaret ederek Seyyid Kutub'u serbest bırakmasını istemesi üzerine Kutub, 1964 yılında serbest bırakıldı. Seyyid Kutub önemli bir kısmını ceza evinde yazdığı Yoldaki İşaretler adlı kitabını 1965 yılında yayınlayınca Nasır'ı çok kızdırdı. Nasır daha sonra Moskova'da iken Mısır'a haber salıp Seyyid Kutub ve 4000'e yakın ihvan üyesini yeniden tutuklattı. Bu kez gerekçe olarak Müslüman Kardeşlerin devlete karşı darbe girişiminde olduğunu gösterdi.
Seyyid Kutub'un yargılanması bir yıl kadar sürdü ancak bu süre içerisinde çok ağır işkencelere mağdur bırakıldı. Yapılan onca işkencelere rağmen davasından vazgeçmediği görülünce, bu kezde psikolojik işkenceye girişildi. Tutuklanmasından bir yıl sonra Seyyid Kutub hakkında idam kararı verildi. Krarın ardından Nasır tarafından gönderilen aracılar kendisine özür dilemesi ve düşüncesinden vazgeçmesi karşılığında af edileceğini ilettiler. O da şu tarihi sözleri söyledi; " Eğer idamı hak etmiş olarak Hakkın emriyle ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam. Namazda, Allahın birliğine inanarak kaldırdığım parmağım asla bir tağuttan özür dilemeyecektir." Seyyid Kutub, Eşşey Abdulfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havaş ile birlikte idama mahkum edilmişti. İdam kararı 29 ağustos 1966 sabahı cezası infaz edidi ve cesedi bilinmeyen bir yere gömüldü.
Türkiye'de nasıl algılandı diyerek konuya devam eden Metinsayar şu cümlelerle konuyu toparladı:
"Yoldaki İşaretler"in 1966 yılında Türkçeye çevrilmesiyle Türkiye'de ve Türkiye dışında kendini İslam'a nispet eden insanların Kur'an'a yönelmesinde, çok yeterli ve düzenli olmasa da Kur'an'la yeniden irtibat kurulmasında çok etkili olmuştur. "Kitab'ı terkeden", "arkasına atan", "ona sadece saygı duymakla yetinen" insanlar, özellikle Türkiye'de uzun tarihî dönemlerden sonra ilk defa ve ciddi olarak Kutub'un etkisiyle Allah'ın Kitabı'nı okumaya, anlamaya çalıştıklarını ve mesajı gündemlerine aldıkları görülmüştür. Ayrıca Seyyid Kutub, müslümanların Kur'an'la ve dolayısıyla İslam'la aralarındaki büyük mesafenin giderilmesinde/azaltılmasında büyük etki sahibi olmuş; düşünme ve mücadele verme anlayışını savunmuştur. 'Bilindiği üzere Ra'd sûresi tefsirinin girişinde, tefsirini insanlarla Kur'an arasında köprü kurmak için yazdığını, sahih bir itikad ve yaşam idrakine ulaşmada Kur'an'la doğrudan temasa geçilebilirse artık yazdığı tefsire de ihtiyaç kalmayacağını belirtmektedir. Seyyid Kutub'un Müslümanlara kazandırmayı amaçladığı ana hedef açık ve net olarak şu temel üzerine bina edilir: "İlk dönem neslinin susuzluğunu giderdiği kaynağa bakmalıyız….Her şeyden önce o ilk neslin beslendiği kaynak yalnızca Kur'an idi. Allah elçisinin sözel ve eylemsel sünneti, sadece bu kaynağın pratiğe aktarılmış biçimiydi. Nitekim Hz. Aişe'ye Allah Elçisinin ahlakı sorulduğunda o şu karşılığı vermişti: "O'nun ahlakı Kur'an'dı." Bu durumsa, söz konusu ilk neslin susuzluğunu giderdiği, eğitildiği ve kişiliğini biçimlendirdiği yegâne kaynak Kur'an idi."
Seyyid Kutub'un en son ulaştığı olgunluk evresi düşüncelerini şu maddelerle özetlememiz mümkündür:
1) Temel kaynağımız Kuran olmalıdır.
2) İtikadi kabuller Zanna dayanmamalıdır
3) Geçmiş dönemlerde alınmış fetvaları Seyyid Kutub ''sahife fıkhı'' olarak nitelendirir. Bunlar o dönem yaşamış alim,ulemanın şahsi görüşleridir. Bunlar dini aslı gibi olmamalıdır. Mezhepler olabilir ama Mezhepçilik kabul edilmemelidir. Çünkü bugün yaşanan sorunlara uygun yeni görüşler yani ''Hareket Fıkhı'' oluşturulmalıdır.
4) Müslümanlar bulundukları hal ile durum tesbiti yapmalıdır.
Sonuç bölümünde Metinsayar şunları ifade etti: O yaşamıyla, mücadesiyle ve şehadetiyle Müslümanları diriltmiştir. Onu anlamak bugün hayatta her türlü zulme, tuğyana ve haksızlığa karşı çıkmak ve Kur'an'ın gölgesinde bir hayatla mümkün olacaktır.