Adalet ve Özgürlük Arayışında Özgünlük
Bartın Özgür Der bu hafta bir panel düzenledi. Bartın İl Kültür Merkezi Konferans Salonunda düzenlenen programda konuşmacılar Abdurrahman Dilipak, Hamza Türkmen ve moderatör Aydın Kuloğlu idi.
''İslam Dünyası ve Türkiye Müslümanlarının Sorunlarına Dair Çözüm Analizleri'' üst başlığıyla ele alınan ''Adalet ve Özgürlük Arayışında Özgünlük'' alt başlığına sahip panel etkinliği ile neyi amaçladıklarını kısaca anlatan panel yöneticisi Aydın Kuloğlu sözü Abdurrahman Dilipak'a bıraktı. Gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak konuşmasında şunları ifade etti;
''Hürriyet insanın kendi iradesiyle hiçbir kısıtlama engeli olmadan karar vermesi ve buna uygun hayat kurmasıdır. Hürriyet tanımını belki doğru ama kölelik tanımını çok da doğru oturtamadığımızı düşünüyorum. Köleliği esaret anlamında düşmana esaret olarak anlayabilirsiniz. Ama bu yönüyle daha çok militarist bir tanımı çağrıştırır. Fakat bizim bir düşmanımız daha var. O sadece başka ülkelerde saltanat süren bir şey değil, bizim nefsimizde taht kuran bir şeytandır o. Onun için 'Euzü billahi mineşşeytanirracim' diyoruz. Taşlanan şeytan vurgusuyla işe başlıyoruz. Aslında yeryüzünde sürekli bir savaştayız. Bir başka düşmanımız daha var. Egomuz yani. Şimdi içimizdeki arınma mücadelesiyle, yaşadığımız hayatın insanlığa emanet edilen değerlerini doğru tanımlamak, onu yaymak ve kurumlaşmasıyla ilgili mücadelemizden bahsedelim. Adalet ve özgürlük arayışında nasıl bir özgünlüğü anladığımızı mütalaa edelim. Hem içimizle ve hem dünyamızla yüzleşelim.
Sadece bizim hürriyetimiz değil tüm mazlumların, mağdurların yani diğerlerinin de hürriyetini savunmak üzerimize haktır. Bizler tüm insanlığa seçilmiş bir dinin mensuplarıyız. Eğer bizimle karşı mücadele halinde değiller ise ve onlar bize savaş açmamışlar ise onlarla iyi geçinmek Rabbimizin emridir. Allah Resulü Mekke'de bunu yaptı. Erdemli insanlarla ortak dayanışma içinde oldu. Zira İslam'ın davet emri ancak bu tarz ile âlem şümul bir özellik kazanır.
Aynı Allah aynı Resul ve aynı Kitabın tabileriyiz. Yolumuz, ahlakımız, kavramlarımız, meşrebimiz, milletimiz, gündemimiz, istikametimiz 'bir ve bütün'olmak durumundadır. İhtilaflarımızı çözmeyi, sesimizi kısmamayı ve kuşatıcı güncel sorunlarla mücadeleyi ertelemeyeceğiz. Eğer çözemez isek hakeme gideceğiz, onun vereceği karar aleyhimize de olsa onu kabul etmeliyiz. Allah Resulü de, dört halife de bunu yaptılar. Bu devam ettiği sürece sorunlar daha az oldu. Büyük ayrışmaların önüne geçildi. Ortak akıl, istişare hattından ayrılmadılar, en azından bu yönler onlarda unutulan, terkedilen bir haslet olmadı. Böylece büyük kırılmaları önlediler. Şu halde biz de kendi gidişatımızı tahlil ederek kavramalıyız. Yeniden kavramları, kurumları gözden geçirmeli, sözlüklere bakmalı, emirleri nehiyleri, tavsiyeyi, örnekleri aslına uygunluğu açılarından gözden geçirmeli ki, gençler bunu görsünler örnek alsınlar. Aksini savunana sen yeni bir rab, yeni bir din, yeni bir peygamber mi getirdin diye karşı çıkmalıyız. Doğrusuna varma çabaları bizim temel şiarımız, ahlakımızın ana öğeleri olmalı.
Tüm insanlığa vazedilen dinimizin en temel iki öğesi var; 'Adalet ve Hürriyet'. Tek başına barış bir teslimiyet halidir esasen. Bu iki değer yoksa orada İslam da olmaz, yaşamaz, kurumlaşamaz, ibadeti, bilinci hayata yayamaz. Taklide, içine kapanmış ritüele, görünmeyen ahlaka ve sadece ahiret korkusuna dönüşür. Bu temelsizlik üzerine hiç bir sosyal, inançsal bir şey ikame edemezsiniz. Orada dini evrenselleştiremezsiniz. Şimdilerde yeniden ahvalimiz böyle ilerlemeye başladı. Ya da böyle olması mı isteniyor? Nefislerine köle olmuş yönetici, işini yürüten halk, din adamı, hukukçu, tüccar bunu mu istiyor ya da bariz olarak bu yanlış değil mi?Hangi şart ve zamanda olursak olalım şerre, adil olmayana, kerih olana, hakları kısıtlayana kısaca batıla 'la ilahe' diyelim, diyebilelim ki, düştüğümüz yerden kalkalım.
Allah'ın bizden istediği adalettir. Adalet ve hürriyet yoksa hiçbir hak güvence altında değildir. Çok basit bir kelime gibi kullanmayalım özgürlüğü. Yabancıların köleleştirmesinden daha yıkıcı, daha çürüten olarak kendi nefsimizin ve kendi aklımızın bizi köleleştirmesini unutmayalım. Kendini merkez kabul eden insanın kendi dünya görüşü, ideolojisi, tercihleri ve kendi metası(satın alınabilen, kendinize ait olmasını istediğiniz şeyler, dünyalıklar, ihtiraslar) oluşuveriyor. Başkaları materyalist olur bizler de materyalist oluveriyoruz. Siz bu metaı ve mevkinizi temin için başkalarına dayatıyorsanız siz başkalarına ilahlık, rablik taslıyorsunuz demektir. Ama ben lailahe illallah derken kimseye ibadet etmem, ben özgür irademle Allah'ın rızasını seçiyorum, O'na kul olmayı seçiyorum demiş oluyorum. Şöyle düşünelim, zaten özgür irademiz yoksa sizler melek olurduk. Meleklerden üstün olmak için irade sahibi olmak gerekiyor.
İrade sahibi olmak iki şeyin ikrarıdır.
1. Allah'tan başkasına kulluk etmemek. Din büyükleriniz devlet büyükleriniz de olsa hiç kimseyi ilah ve rab edinmemek ve onların sizin üzerinizde mutlak hâkim olmasını ve sizi terbiye etmesine izin vermemek. 'Lailahe' nin açılımı yani.
2. Tek bir ilah seçmek.'İllallah'ın açılımı da Sadece Allah'ı seçmektir.
Lailaheillallah bir bilinçtir. İnsan nev'inin akıl ve sorumluluk melekesinden süzülen bir bilinç ifadesidir. 'Defi mazarrat celbi menafiden evladır'
Hürriyet aslında insanın imana girişinde birinci şarttır. Hürriyetiniz yoksa birçok sürüncemeler, imana giden yolda kişinin netliği tutarlılığı yakalayamayışı söz konusu oluyor demektir. Yani sadece 'illallah' demekle imana, adil olmaya ve gerçek özgürlüğe ve dini netliğine, sağlam kazanımlara varılamıyor demektir.
'El Adl' Allah'ın bir sıfatıdır. Tüm mükevvenatın işleyişinde bir dengeyi de işaret eder bu isim. Asıl olan bulunduğumuz anın adalet duruşunu hakkıyla yerine getirmektir. Bazen şartlar o kadar zorluklar içindedir ki bu şartlar altında dahi adaleti terk etmeden, ayırmadan yaşamak tam bir sebat işidir. Yarın bu gün olduğunda dünkü değerlilikte adil olmayı öğrendiğimizde 'el insan' olmayı kavradık demektir. Hz Yusuf as'ın yaşadıklarını safhalarıyla incelendiğimizde bunu görürüz. Sünnetullah ile düşünmek bu işte. Bütünsel işleyişi kavramak ve yaşamak budur. Kuran bunu öğretiyor işte.
Adalet eşitlik değildir. Bazımız bazımızdan farklıdır. Allah kadınla erkeği eşit değil meziyetleriyle, fıtri özellikleriyle farklı farklı yaratmıştır. Bir çocuk reşit olmadan onun olayları kavrayışı esas alınabilir mi? Ama onun enerjisi yaşlıdan daha fazladır. Yaşlının ise kavrayışı daha üstündür.
''Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.''(Nahl 90)
Adalet, iyilik, ihsan, yardım, sıla ı rahim, fahşadan uzak durma emirleri, tüm bu hasletler ancak düşünerek idrak edilebilir, düşünün idrak edin diyor rabbimiz. Adalet tüm bu anlatılan denge unsurlarının nirengisi oluyor. Hak üzerinde bir denge unsuru, terazi gibi.
Hakk nedir, kaynağı nedir?
İşte tam burada 'özgünlük' devreye giriyor. Bize ait kavramlarla medeniyet inşa etme, kurumlaşma, örnekler oluşturma hadisesi özgünlük oluyor. İlkeli kararlı ve bir usul üzerinde.
İslam özgün bir dindir. Ona ekleme veya eksiltme yapamazsınız. Onu saf haliyle uygularsanız, asla sadık kalırsanız ve bunu hesap ile, ahiret bilinciyle taçlandırırsanız kuru bir ideoloji olmaktan çıkartmış olursunuz. Allah katında yaşanan din olan İslam ancak aslına uygun kavramlarıyla, örnekliğiyle, biçim ve mahiyetiyle yaşanabilir.
Siyasete ve günlük yaşama bakalım. Şu kimse olmasaydı olmazdık, şu giderse batarız gibi temelsiz kaygılarla dini evrensel kılamayız.Ve böyle yapılırsa İslami iddialarımız küçülür, görüşlerimiz dünyevileşir, fanileşir. Allah'ın bu kaygıların ve pratiklerin hiç birine ihtiyacı yok. O dilerse ebabil kuşlarıyla bir dönemi dizayn etmeye kadir değil midir?
Genleriyle oynanan bir dünyayı helalleştiriyoruz. Tıpkı Yahudilerin cumartesi taktiği gibi.Fıtrata, hududullaha ters değilse o mubah oluyor. Peki özüyle aslıyla oynandığında mubah olur mu? Burada mubahçı olmayalım, Yahudileşmeyelim.
Kavramlarımızı salt moderniteyi merkez almadan kendi kültür mirasımızı esas alarak gündelik yaşamımızda güncelleyelim. Sahihlik temelinde asıl usul dengesini gözetelim. Asrın idrakini Kuran'la inşa edelim. İslam mirasını bilelim, öğretelim. Tarih, kavram, asıllar, hülasa İslam medeniyet taşlarını İslam temelleri üzerinde bilinçleştirelim.
Salt siyasi İslam olmaz. Akaidsiz bir İslam olmaz. Ayeti akaidsiz anlarsanız gider Hz Ali'yi öldürürsünüz. Allah korusun. Böyle değil mi bu gün. Sünni yada Şii dünyadaki aşırılıkların yada batini okuyuş biçimlerinin, batıni sufi yaklaşımların temelinde bu usulsüzlük yatmıyor mu? Yorumları mutlaklaştırmak, yanlış okumaları temel almak veya keşfi, ezoterizmi , salt tepkiselliği, dar bir hizbi merkeze alma mantığını arkasına alarak verilen kararlar değil mi bu aşırılıkların temelleri. Özgünlük derken bunu kastetmiyoruz. Bu özgünlük değil, tersine eklektik, karışık bir durumdur.
Biz Kuran ve Sünnet temelinde ilkeli, perspektifi sağlam, adalet ve özgürlük temelinde öz güvenli, merhamet sahibi, çoğulcu, Mümin kardeşinin ve erdemli komşusunun aklına ahlakına güvenen adil özgür bir dünya temenni ediyoruz.''
Araştırmacı yazar Hamza Türkmen şunları ifade etti:
''Kafamıza göre takılamayacağımız bir kimliksel duruşu öngörüyor dinimiz İslam. Serbestlik, batılı tarzda özgürlük arayıcılarının emansipasyon yaklaşımları bize ait olamaz. Değerlerimizin, esas umdelerimizin yeniden azade kılınmasıdır. Yeryüzünde sosyal siyasal ahlaki davranışsal tarihi beşeri tüm alanlarda İslam'ın üzerinden örtüyü çekip alma arayışıdır ''Özgürlük'', fıtrat arayışıdır. Vakıa şu; İçte aklı mizanı usulü kaybettik, diriliğimiz zayıflamıştı, birliğimiz zayıfladı sonra düşüş süreci hızlandı ve emperyalizmin örtüsü tüm İslam'ın değerlerinin, vatanının, İslam milletinin üzerini kuşattı. Topraklarımız ulusal sınırlara bölündü. Ulusçuluk yeni nesillerin zihin dünyasına boca edildi. Eğitim, maarif, kurumlar, merkezi yönetim dağıldı. Ümmet paramparça biçare düştü. Zaaf içindeki ümmetin birbirinden koparılan elleri nimetten iyice uzağa düştü. (Enfal 53)
Mesela Osmanlının en büyük şehirlerinden biri olan Halep, büyük bir alanı kapsıyor, Osmanlı sancağını temsil ediyordu. Antep, Urfa, Maraş buraya bağlıydı. Tam ortasından geçen sınırla yarısı Arap yarısı Türk ulusuna dönüştü. Halklar birbiriyle çatışan iki etnisiteye dönüştüler. Baascı, ulusçu,Türkçü iki batılı form, laik seküler iki ayrı devlet temerküz etti. Allahu Teâla kitabında müminlerin kardeş olduğunu söylemiyor muydu?
Bizi birbirimize bağlayan ne bir ulus,ne bir kavim ne bir toprak ne de bir batıcı ideoloji bağı değildi. Bizi birbirimize bağlayan Allah'ın biz insanlar için seçtiği iman bağıydı. Biz özgünlüğümüzü işte tam burada arayacağız. Fıtrata, ilahi vahye uygun olarak tarif edilen ulvi kaynakta arayacağız özgünlüğümüzü.
Allah insanı yarattı ama başıboş bırakmadı. Şehirlere, insan topluluklarına uzaktan koşarak gelen, onlara Allah'ın Hak Kitabını getiren o elçiler var ya, işte o şahitlerin izinde arayacağız özgünlüğümüzü.
Bizim fıtratımızı en iyi bilen, semavattan yeryüzüne bakıldığında 5 milyon ışık yılı uzaktan dünyaya henüz gelen bir yıldızın ışığı misali minnacık varlığımız, aklımızla mı kendi yaşamımıza yön vereceğiz? Hayır, bizi yaratan, evreni yaratan gaybi varlıkları yaratan, âlemleri yaratan Allah'ın çok açık bir şekilde örneklerle anlattığı mutlak 'hakikat'e kulak vereceğiz.
Rabbimiz biz insanoğlunun bize bahşettiği düşünme kalb etme melekeleriyle bize Rabbimizi bulma özelliği verdi. Kâinatı sorgulayarak yaratılış amacını kavrama özelliğini fıtratımıza yerleştirdi. Rabbimizin hemen inanmamızı istemiyor, tedebbür edip bütünü görüp iyice kavrayıp öyle akletmemizi istiyor. Gerçek ilme bu şekilde ulaşacağımızı bize bildiriyor. Aslolan da Allah'ın ilettiği o ilme ulaşabilmektir. Bu ilme ve hakikate kim ulaşmamamızı engelliyorsa o gerçeğin üzerini örtüyor demektir. İşte bizim özgünlüğümüz hakkı arama çabasıdır, Allah'a kulluğumuzu idrak etme çabasıdır. Özgünlüğümüz hakkı hakk olarak ifade edebilmemizden geçiyor. Eğer ifade edemiyorsak buradaki adalet kavramı sadece demagoji ve göstermelik olarak kalacaktır.
Baninin (!) deyişiyle Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ümmetten ulus yaratıldı. Şimdi çare mi arıyoruz? Özgünlük tanımı mı yapmaya çalışıyoruz? Ancak asıldan, ümmetten, kitaptan, sünnetten kopan parçaları bir araya getirerek, suyun kaynağına giderek ve hayatı tüm yönleriyle o süzgeçten geçirerek bir özgünlük tanımı yapabiliriz. Sekülerleşmiş ya da karışıklığı sahih gibi algılayan o dağınık toplumu yeniden rabbani ilkelerle buluşturursak özgünlüğü inşa edebiliriz. Tüm Resullerin, Müslihlerin, Kitaba varis kılınan hayırlarda yarışanların asli görevi bu olmadı mı? ''Bozulanı ıslah etmek.''
Gerçek bağla bağlanacağız, Allah'ın bağıyla. Kavim bağı ırk ve akrabalık üzerinden ırk üzerinden yürür. İşçinin bağı ekonomi üzerindendir. Tüm bu bağlar fıtrat dışıdır. Bizim yeniden Muhammed ümmetini yakalamamız lazım. Bizim bağımız ancak Allah'ın ilkeleri üzerinden olabilir. Gerçek kutsalın adresi ''El Kuddüs'' olan Rabbimizin bizim için seçtiğidir. Yol bellidir. Biz bu yolu, inşa edici kurucu nizamı üretilmiş değerlerle, sahte, zanni hakikat yaklaşımlarıyla bina edemeyiz. Hak Allah'tandır. Rabbimizin indirdiği hakikatleri kafamıza göre tanımlayamayız.
Bu gün bizim gündelik işlerimize, reel siyaset ilişkilerine de baktığımız yer burası olmalıdır. Tüm karanlıkları aydınlatan, yeryüzünü ışığıyla, adaletiyle, denge nimetleriyle donatan Kuran ı Mübin bizim gerçek gündemimizdir. Allah Resulünün gündemi ne ise bizim gündemimiz de aynıdır. Bu günkü sistem ekonomisiyle, içtimai kurallarıyla, hukukuyla, yasalarıyla, kültürüyle, kabulleriyle rahmetli Seyyid Kutup 'un cahiliye dediği bir nizamı tecessüm eyliyor. Bu gerçek yüzyılın en isabetli tespitidir, bunu hafife almamalıyız.
Yeniden Kurana ve sahih sünnete dönmek için bir dinamizm içinde olmak, ihya ve ıslah çabalarını yaygınlaştırarak, ümmet olarak bir diriliş yakalayabilmek için ortaya koyacağımız çabalar bizim gündemimizi belirlemeli. Bu gün Türkiye'de batılı hayat formunu benimseyen laik, seküler, Kemalist bir ideolojiye göre bina edilen bir devlet anlayışı ve toplum yapısı söz konusu. Eğitimden hukuğa, partilerden günlük yaşama kadar geniş alanda etkisini sürdüren bir kuşatma altındayız. Geçmişten itibaren Müslümanlar kendilerini meşrulaştırmak veya beğendirmek için birçok kılıf icad ettiler. Milli, uzlaşmacı, ilkesiz bir çoğulculuğu benimsemek zorundaymışız gibi bir hava oluştu. Oysa biz bu yapmacık roller yerine açık kimliğimizle, karşıdakine saygılı ama kendi içinde de dışarıda da tutarlı bir görünüm sunmak durumunda olmalı değil miydik? Her gün ''iyyakenabudü ve iyyakenesteınu'' diyerek Rabbine söz veren bizlerin böyle bir kulluk, tapınç içinde olamayacağımızı bilmemiz gerek mi?
Rasulüllah'ın (sav) Mekke'de sonra Medine'de birlikte yaşama zemininde ortak ahlak, ilkeler ve yasalar belirleme ve şehrin güvenliğini birlikte temin etme konularında güç birliği yaptığı gibi bizim de böyle davranma hakkımız zaten vardır. Bunun hukuksal, siyasal zeminini temin etmek için çaba sarfetmek meşru hakkımızdır.
İslam'ın sabiteleri ve değişkenleri vardır. Sabiteleri her zaman altın gibidir, çamura batıp çıksa yine altındır. Örneğin; Allah yaratılmışlara benzemez, zan hakktan hiçbir şey ifade etmez. Bunlar Kuran'ın muhkem ayetleridir. Bizim adımız Müslüman, Allah koymuş. Yanına hiçbir sıfat getirilemez. Çok partili sisteme geçerken babalarımız dedelerimiz hacca gidebilelim, çocuklarına Kuran ve namaz öğretebilelim, ezan tekrar Arapça okunsun diye Türkçülüğe sığınmışlardı. Ümmetçilik elbisesini çıkartıp milliyetçiliği kabul etme pozisyonunda kaldılar. Bir nevi karşıtına sığınarak var olma çabasına girdiler. Ama 70'li yıllarda Müslümanlar, üniversite okuyan gençler çıkardıkları İslami dergilerde ilk defa dediler ki;biz milliyetçi değiliz. Devletçi sağcı değiliz. Aynı zamanda biz dinimizi delillerinden öğreniyoruz. Dolayısıyla mezhepçide değiliz. Batıni anlamda tasavvufçu değiliz, biz Müslümanız dediler.
Rabbimiz nasıl emrettiyse, Rasuller nasıl gösterdiyse ve ıslah önderleri nasıl yaşadıysa bu çizgiyi bugün devraldık. Engelleri güçlerimizi toplayıp, niteliğimizi arttırıp aşarak geleceğe ilerleyeceğiz inşallah. İşte bu çizgi Müslümanların ''özgünlük'' çizgisidir.''