“Ulusçuluk, Yabancılaşma ve İslami Arınma” Konferansı
Özgür-Der Bağcılar Temsilciliği Bağcılar Belediyesi Kültür Merkezinde "Ulusçuluk, Yabancılaşma ve İslami Arınma" başlıklı bir konferans gerçekleştirdi. Konferans Hamza Türkmen tarafından verildi.
Konferans Hasan Ağraç'ın okumuş olduğu Kuran-ı Kerim ve mealiyle başladı. Hamza Türkmen konuya Türkiye de içinde yaşanılan cahili sistemin günümüzdeki ve geçmişteki kimlik inşası faaliyetlerinden örnekler vererek başladı. Hamza Türkmen öncelikle Türkiye de ki darbeci ve Kemalist vesayet sistemini geriletme açısından son birkaç yılda gündeme gelen açılım politikalarının tartışılmasına ve özelliklede Ergenekon soruşturma sürecine olumlu baktığını ve bu hususta kamuoyu oluşturulması gerektiğini ifade ettikten sonra Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 14 Nisan 2009 tarihinde 200 kişilik akademisyen ve gazeteci topluluğuna hitaben yaptığı konuşmaya dikkat çekti. Türkmen, 2009 yılında Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın açılım politikaları ile bu konuşma arasında bazı adım atan konuşmalar yaptıklarını belirtti. Her ikisinin de devlet mutabakatından bahsettiklerini ifade etti.
Devlet mutabakatı denilen tespitlerin Başbuğun konuşmasında gizli olduğunu belirten Türkmen liberalizm ve küreselleşme sürecini savunan Başbuğun iki hususa vurgu yaptığını ifade etti. Başbuğ'un konuşmasında dile getirdiği birinci hususun kemalizmin şekilcilik olmadığını bir dünya görüşü olduğunu ve kapitalist yolla kalkınma modelini sunduğunu belirtti.
Başbuğ ikinci olarak bu konuşmasında Türk ulusu ya da galatı meşhur olarak kullanıldığı şekliyle Türk milleti kavramını etnik temelli yada dini temelli bir kavram olmaktan çıkarıp onu kültürel temelli bir kavram haline getiriyordu. Yani kemalizm'in ırk temelli veya 1000 yıllık tarih tezinin savunucusu milli dindarların din ile sentezlenen din temelli ulusçuluk tanımlarından vazgeçiliyordu.
Hamza Türkmen böylelikle TSK içinde bazı paşalar, küresel kapitalizme ve liberalizme ayak uyduracak kültürel temelli bir ulus tanımı yaptığını belirtti. Türkmen böylelikle darbeci, ergenekoncu, şekilci, kemalist format karşısında pragmatik değişiğin uç verdiğini söyledi.
Türkmen bu noktada 3 farklı kesimin ulusçuluk tanımına 3 farklı şekilde yaklaştığını ifade etti; kültürel temelli ulusu TSK'nın Türk milleti, genellikle AK Parti kurmayları Baskın Oran'ın 2005'teki raporu gibi Türkiye Milleti, PKK'nin ise Türk ve Kürt uluslarının tek devlet ve tek bayrak altında kardeşliği olarak deyimlediklerini belirtti. Bu kesimlerin hepsinin ulusu ırk temelli olmaktan çıkarıp seküler veya etnisite bağlamında tanımlamaya çalıştıklarını belirten Türkmen, ulus tanımının ırkçılıktan kurtulmasını olumlu olarak değerlendirmekle beraber, yeni ulus veya saptırılmış bir kavram olarak kullanılan "millet" kelimesiyle kastedilenin de seküler temelli olduğuna dikkat çekti.
Hamza Türkmen küreselleşme sürecinde hem Kemalizmin yeni ulus tanımına göre ayarlandığını hem de Türkiye cumhuriyeti toplumu ile ilgili yapılan ulus yada millet tanımının değiştiğini vurguladı. Üstelik bunun Kur'ani bir kavram olan millet kavramının tahrif edilerek yapıldığını belirtti. Yani eskiyen laik değerler bırakılarak çağdaş laik değerlere tutunuldu.
Sözü bu noktada ulusçuluk kavramına getiren Türkmen ulusçuluğun 19. Yüzyıl Avrupası'nda sanayi devrimini ile şekil kazanan Avrupa ve Amerika'ya ait bir kavram olduğunu söyledi. Türkmen ulusun oluşumunun kilise yada vahyi temelli değil, insanların sınırlı akıllarıyla ürettikleri kurgulardan üretildiğini dile getirdi ve sözlerine şu görüşleri de ekledi: Ulusun kendisi ve vatan, bayrak, sınır, devlet gibi ona ait sembollerde kutsal ilan edilmiştir. Bu kutsalların kaynağı tamamen insanların ürettiği bidat ve hurafelerdir. Biz Müslümanlar için ise kutsal olanı KUDDÜS olan Allah belirler.
Türkmen ulusçulukla ilgili ayrıca şu görüşleri dillendirdi; Ulusçuluğunun kutsadığı ve kutsal ilan edilen her sembol ve tanım Avrupa'da Hristiyanlık karşıtlığı ile oluşmuştur. Ulusçulukla laiklik iç içedir. Ulusçuluğun kutsallarını ise Avrupalı egemenler, müstekbirler, rasyonalistler, positivistler belirlemiştir. Biz müslümanlar için ise ulusal semboller ve onların kutsal kabul edilmesi tamamen Avrupa'dan taklittir, ithaldir, sanaldır, kurgusaldır. İslam dünyasında yaygınlaştırılan ulusçuluk vahye, Rasulullah'ın sünnetine, Kur'an akaidine uygun değildir.
İslam dünyası ve İslam ümmeti, küffarın kuşatmasıyla karşılaşmadan önce saltanat sistemleri altında yaşarken iç hali bozulmaya başlamıştı. Avrupa sömürgeciliği iç dinamizmini ve dinginliğini kaybeden İslam dünyasını kültürel, siyasi ve fiziki olarak kuşattı. 1. ve 2. Dünya savaşlarından sonra emperyalist devletler coğrafyamızı iyice böldüler ve başımıza işbirlikçi ulus devletler inşa ederek çekip gittiler. Bir kısmı cumhuriyet, bir kısmı şahlık, bir kısmı krallık, bir kısmı da cunta yöntemleriyle Müslüman halkları uluslaştırmaya çalıştılar. Uluslaştırmak Müslüman halkları modernleştirmek ve laikleştirmek demekti.
Ulusçuluğu Türkiye'de başarılı kılmak için ilk Meclis 23 Nisan 1920'de Kur'an okunarak ve dualarla açılmıştı. Ama batıcı, işbirlikçi kadrolar dini aidiyeti olan hlakı aldatmış ve sonra da Fransız laikleri gibi jokaben politikalar uygulamışlardı. İçinde yaşadığımız ülkede de yasaklar, idamlar, sürgünlerle, İslam'dan uzaklaşma yaşatıldı. Millet kavramı gibi vahyi kelimelerden ve kaynaktan uzaklaşma süreçleri yaşandı.
Hamza Türkmen konuşmasının bundan sonraki bölümünde ulusçuluğun Avrupa'da nasıl üretildiği ile ilgili tarihi süreci anlattı. Ulusçuluk sanayi toplumuna ait bir kavramdı. Fabrika sistemi ile binlerce insan fabrikalar etrafında kümelenmişti bu da güvenlik sorununu ortaya çıkarmıştı. Hakim sınıf ve yeni sermayedarların hakim oldukları şehir ve topraklarda güvenliği sağlamak için teorisyenlerle birlikte çözüm olarak bir ulus ideali icat etmişlerdi. Kiliseyi devre dışı bırakarak lâ-dini bir temelde zorunlu eğitime tabi tutulmuştur bu kitleler. Yüzlerce etnik dilden birini seçerek eğitimde o tek dili kullanmışlardır. Üstelik o dilin alt kültürlerini de abartarak, efsaneler ve mitler üreterek diğer alt kültürleri asimile etmiş ve ezmişlerdir.
Konuşmasının son kısmında yabancılaşma ve bununla bağlantılı İslami arınma konusunu ele alan Türkmen bu hususta şu görüşleri dile getirdi.
İslami çerçevede yabancılaşma ifsad anlamında kullanılabilir. Allah insanı Allah'ı birleme fıtratı üzerine yaratmıştı. Sonrada vahyi ile fıtratına uygun olan doğru yolu göstermişti. Fıtrattan ve vahiyden kopma hali ise bozulma-çözülme yani ifsad hali idi ki bu da yabancılaşma olarak tanımlanabilir.
Batıda da ise yabancılaşma kavramı ilk kez eski ahitte kullanılmıştır. Eski Ahit'te puta tapmayla ilgili olarak çıkmıştır. İnsanlar kendi yaptıkları yarattıkları nesneleri kutsal sayarlar, böylece kendi gücüne potansiyeline yabancılaşırlar. Batıda ayrıca Hegel, Marks ve Varoluşçular bu kavramı kullanmışlardır. Konunun bir toplumsal ve kişisel çözülme hali olduğunu belirten Türkmen yabancılaşmadan yani ifsattan kurtulmanın, nefsimizi mutmain hale getirmenin vahiyle mümkün olacağını belirtti. Türkmen bunun için eğitimini Rasulullah'ın eğittiği ilk sahabe nesli gibi Kur'anla yapan, Kur'an ve tevhidi dersler yapan ve bu doğrultuda sosyal ve siyasi olayları değerlendiren, her türlü şirke, cahiliyeye, zulme ve yabancılaşmaya karşı tavır alan, hakkın ve adaletin şahitleri olmak için mümin kardeşlerle irtibatlı olan ve eğitim ve tebliğ faaliyetlerini paylaşan şahsiyetler olunması gerektiğini belirtti.
Türkmen vahyin ilk şahitlerinin Müzemmil suresinde belirtildiği üzere Rasul ve Rasulle birlikte geceleyin tertil üzere Kur'an okuduklarını, yine Yunus süresinde ifade edildiği üzere Rasul ve Rasulle beraber olanların basiret üzere hakkı tebliğ ettiklerini belirtti. Türkmen konuşmasını şu sözlerle bitirdi; bütün uğraşılarımızın ilk hedefi her türlü ruczdan kaçınmak, fıtri ve vahyi yabancılaşmamızı gidermek için Kur'an eğitimi ile buluşmaktır. Dünya ve ahiretimizi kurtarmanın yolu bilgi iman ve tanıklık yapmaktır.
Konferans programı dinleyicilerin soruları ve Hamza Türkmen'in bu sorulara verdiği cevaplarla sona erdi.
Haber: Murat Yürükoğulları