Herkes İçin Özgürlük, Herkes İçin Adalet
Özgür-Der Antalya Temsilciliğinin Kapalı Yol havuzbaşında "Herkes İçin Özgürlük, Herkes İçin Adalet" başlığıyla sunduğu açıklama, anayasa değişikliği zorunluluğu ve değişiklik teklifine dair statükonun direncine değindi.
Orhan Albayrak'ın okudğu basın açıklamasında şu vurgular öner çıktı.
" 367 saçmalığından meclisi fiilen bitiren başörtüsü ile ilgili iptal kararına, ülkeyi siyasi parti mezarlığına dönüştürme tutumuna kadar verdiği sayısız karar Anayasa Mahkemesi gerçeğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde belediyelerin Kur'an kurslarına yakacak yardımı yapamayacağından, açık liselerde dahi başörtülü okunamayacağına, katsayı eşitsizliğine kadar pek çok Danıştay kararı nasıl bir "hukuk" zihniyetinin tahakkümü altında olduğumuzun göstergesidir. Yine Ergenekon davasını yürüten hâkim ve savcıları sürmek, darbe çetelerini soruşturanları açığa almak, askere dokunanı meslekten ihraç etmek gibi icraatlara imza atan HSYK'nın yargıda nasıl bir kast sistemini temsil ettiği de ayan beyan görülmektedir. Tüm bu hastalıklı yapının kısmen de olsa değişmesi, otoriter zihniyet ve işleyişin bir nebze dahi geriletilmesi halkın ve muhalif kimlikli tüm oluşumların lehinedir. " denilmek suretiyle, gündeme damgasını vuran anayasa değişikliği tartışmalarına dair kanaatler ifade edildi; " ...toplumsal hayatı felce uğratıp, toplumu ağır baskılar altında sınıflar bölüp köleliğe icbar eden, siyasal ve ekonomik eşitsizliği sürekli kılmak ve bir avuç azınlığın saltanatının devamı amacını güden hukuksuzlukların bir an önce giderilmesi için HERKES İÇİN ÖZGÜRLÜK, HERKES İÇİN ADALET! şiarını bir kez daha toplumsal sorumluluğumuz gereği yineliyoruz..." talebiyle son buldu.
Basın açıklamasının tam metni:
AK Parti'nin Meclis'e sunduğu anayasa değişiklikleri paketi statüko cephesinin yoğun tepkilerine konu olmaktadır. Siyasi kanadını CHP ve MHP'nin temsil ettiği statükocuların asıl ağırlık merkezini ise üst yargı kurumları teşkil etmekte. Değişikliklerin engellenmesi için kolları sıvayan bu muhafazakâr cephe şimdiki meclisin anayasa değişikliği yapmaya yetkili olmadığından, tüm kesimlerle mutabakat oluşmadan yapılacak değişikliklerin yanlış olacağına, yapılmak istenen değişikliklerle yargının kuşatılıp yandaş hale getirileceğinden, devletin çatısının çökertileceğine kadar bir dizi suçlamada bulunmakta. Oysa itiraz babında ileri sürülen tüm bu gerekçeler asıl rahatsızlığı perdelemeye yönelik bahanelerden ibaret: Hak ve özgürlük taleplerinin resmi ideolojik dayatmalarla püskürtülmesi ve bürokratik tahakküm mekanizmasının aynen sürdürülmesi çabası tüm bu karşı çıkışların temelini oluşturmakta.
Hiç kuşkusuz hak ve adalet eksenli bir perspektiften değerlendirildiğinde anayasa değişiklikleri paketi tatmin edici olmaktan uzaktır. Başlı başına bir hukuksuzluk sürecinin ürünü olan 1982 Anayasasından tümüyle kurtulmak seçeneği yerine sınırlı değişikliklerle yetinilmesi zaaflı bir yaklaşıma işaret eder. Bu yönüyle yaklaşık sekiz yıllık hükümet etme sürecine rağmen AK Parti'nin anayasa sorununa ciddi, köklü ve gereğince yaklaştığını söylemek mümkün değildir. AK Parti'nin, resmi ideoloji muhafızı asker-sivil bürokratik oluşumların çeşitli düzeylerde önüne çıkarttığı engelleri aşma ihtiyacıyla gelinen noktada, mecburen ve kısmen anayasa konusunu gündemleştirmesi mevcut anayasanın tümüyle dayatılmış bir metin olduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu itibarla, 22 Temmuz 2007 seçimlerinin hemen ardından gelişen süreçte gündeme gelen sivil anayasa tartışmaları sırasında ortaya konan taslağa ilişkin olarak altını çizdiğimiz bazı hususları şimdi bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz: Temel sorun anayasanın ideolojik içeriği ve otoriter-bürokratik bütünlüğüdür. Bu yüzden öncelikle resmi ideoloji dayatmasından vazgeçilmelidir. Kemalizm'i resmi ideoloji konumuna oturtarak, bu ülkede yaşayan her kesimden insanı ve gelecek nesilleri baskıyla, tehditle biçimlendirme, şartlandırma zihniyetini içeren mevcut anayasa değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler mantığıyla tam manasıyla dogmatik bir metindir. Mevcut anayasa farklı dinî, ideolojik, etnik kimlikleri yok saymakta ve laik-Kemalist Türk ulusal kimliğini tüm topluma dayatmaktadır. Halkın egemenliğine dayalı olduğu iddia edilen devlet, oluşturulan bürokratik mekanizma ile halka ve halkın taleplerine kapalı bir yapı arz etmektedir. En temelde ise Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sistemli bir biçimde halkın İslami kimliği ve değerleri aşağılanmakta, dışlanmaktadır. Bu yönüyle 1982 darbe anayasası, Kemalist Cumhuriyetin otoriter mantığının bir uzantısı olarak hemen her yönüyle dayatmacı bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yani sorunun anayasanın kimi maddelerinde değil, özünde, ruhunda olduğu gerçeğinin gözden kaçırılmaması gerektiğinin altını çizmeyi gerekli görüyoruz. Bununla birlikte sorunun büyüklüğü ve bütüncüllüğü anayasa metninde yapılacak değişiklikleri önemsiz, değersiz kılmıyor. Sistemin tepeden tırnağa kapsamlı bir değişim geçirmesi ihtiyacını karşılamamakla birlikte, anayasada yapılmak istenen değişikliklerin doğru yönde atılmış önemli bir adım olduğu kuşkusuzdur.
Oligarşik bir yargı mekanizmasına yol açan AYM ve HSYK'nın yapısına ilişkin düzenlemelerle, bu iki kurumun siyaset ve toplum üzerinde vesayet kurumları niteliğinin sona erdirilmek istenmesi ve çoğulculaştırılmaları önemli bir gelişmedir. Aynı şekilde parti kapatmaların zorlaştırılmasından askerî yargının alanının daraltılmasına, 12 Eylül darbecilerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından YAŞ kararlarına yargı yolunun açılmasına, kamu çalışanlarının toplu sözleşme haklarının tanınmasına kadar bir dizi alanda yapılmak istenen değişiklikler olumlu ve önemli düzenlemelerdir.
Şüphesiz sınırlı değişikliklerle yetinilmiş olmasına ve AK Parti'nin anayasa değişikliklerini gündeme alış biçimine yönelik çeşitli eleştiriler getirilebilir. Öncelikle statükocu güçlerle uzlaşma çabalarının değişiklik tekliflerinin içeriğini etkilediği söylenebilir. Nitekim bu mantığın uzantısı olarak AYM'nin ve HSYK'nın oluşumunda siyasi organlara yeterli söz hakkı tanınmamıştır. Askerî yargıya ait üst kurumlar tümüyle kaldırılmamıştır. Şiddet ve ırkçılık gibi iki temel suçlama haricinde hiçbir gerekçeyle kapatılmamaları gereken siyasi partilerle ilgili yeterli güvence oluşturulmamıştır. Muhalif kimlik sahiplerinin siyasi temsilini kısıtlayan baraj konusu gözden geçirilmemiş ve yasada gerekli değişiklik yapılarak oran düşürülmemiştir. Genelkurmay Başkanı Milli Savunma Bakanı'na bağlanmamıştır. Mevcut anayasa metninde adeta serseri mayın gibi seyreden ideolojik içerikli muğlâk kavramlar netliğe kavuşturulmamıştır. Oysa tüm bu sıralananlar sınırlı bir değişiklik mantığıyla dahi yapılabilecek ve de yapılması gereken düzenlemelerdir.
Tüm bu eksikliklere karşın yine de gündeme getirilen değişiklik tekliflerinin desteklenmesi gerektiği açıktır. Sadece, resmi ideoloji muhafızlığına soyunmuş yüksek yargı kurumlarının siyaset ve toplum üzerindeki vesayetini sona erdirecek ve açık-dolaylı militarist müdahalelere meşruiyet zemini sağlamaya yönelik işlevlerini ortadan kaldıracak bir düzenleme bile şu aşamada anlamlıdır, önemlidir, gereklidir.
367 saçmalığından meclisi fiilen bitiren başörtüsü ile ilgili iptal kararına, ülkeyi siyasi parti mezarlığına dönüştürme tutumuna kadar verdiği sayısız karar Anayasa Mahkemesi gerçeğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde belediyelerin Kur'an kurslarına yakacak yardımı yapamayacağından, açık liselerde dahi başörtülü okunamayacağına, katsayı eşitsizliğine kadar pek çok Danıştay kararı nasıl bir "hukuk" zihniyetinin tahakkümü altında olduğumuzun göstergesidir. Yine Ergenekon davasını yürüten hâkim ve savcıları sürmek, darbe çetelerini soruşturanları açığa almak, askere dokunanı meslekten ihraç etmek gibi icraatlara imza atan HSYK'nın yargıda nasıl bir kast sistemini temsil ettiği de ayan beyan görülmektedir. Tüm bu hastalıklı yapının kısmen de olsa değişmesi, otoriter zihniyet ve işleyişin bir nebze dahi geriletilmesi halkın ve muhalif kimlikli tüm oluşumların lehinedir.
Yine bu çerçeveden bakıldığında, otoriter zihniyetten sadır olan hukuksuzluğun, kast sistemini sürekli kılmanın yöntemi olarak okulları da birer askeri kampa dönüştürmüş olmasıdır. Orta öğretimde zorunlu hale getirilen "milli güvenlik" dersleriyle o yaştaki çocuklardan hangi milli güvenlik politikalarını algılamaları beklenmektedir? Yoksa, "milli güvenlik" adı altında dayatılan resmi ideolojiyle, kast sisteminin sınıfsal ayrımcılığa dayalı yapısı körpecik zihinlerde normalleştirilmeye mi çalışılmaktadır?
Özellikle imam-hatip liselerinde milli güvenlik dersleriyle başörtülü öğrenciler üzerinde oluşturulan başörtülerini çıkarmaları yönündeki baskı, güvenlik kavramının içeriğini bir kez daha düşünmeyi zorunlu kılıyor; kimin güvenliği?
Milli güvenlik dersleriyle imam-hatip liselerinde daha da belirginleşen çelişkiler, pedagojik formasyondan yoksun olmak bir yana, bizatihi düşman imha etme bilgisi ile donatılmış askeri personel ile verilmeye çalışılan derslerle neyin amaçlandığı düşündürücüdür?
Okullardan fabrikalara, devlet kurumlarından özel kurumlara kadar toplumsal yaşamı fesada uğratıp, insan kişiliği üzerinde ağır tahribatlara sebebiyet veren bu otoriter askeri düzenin sosyalleşmesine ve şizofren bir topluma dönüşmemize etkilerine dur demek için resmi ideoloji ile egemenlerin hukuksuz statülerini korumayı hedefleyen bu darbe anayasasının değiştirilmesi, siyasal bir zorunluluktan öte, toplumsal hayatın normaleşebilmesi için elzem olmuştur.
Özgür-Der Antalya Temsilciliği olarak, toplumsal hayatı felce uğratıp, toplumu ağır baskılar altında sınıflar bölüp köleliğe icbar eden, siyasal ve ekonomik eşitsizliği sürekli kılmak ve bir avuç azınlığın saltanatının devamı amacını güden hukuksuzlukların bir an önce giderilmesi için HERKES İÇİN ÖZGÜRLÜK, HERKES İÇİN ADALET! şiarını bir kez daha toplumsal sorumluluğumuz gereği yineliyoruz.