Antalya’dan Zulme Hayır, Adalete Çağrı!
Özgür-Der Antalya Temsilciliği üye ve dostları bugün Antalya kapalı yolda Zulme Hayır Adalete Çağrı üst başlığı altında resmi ideoloji kalıplarında baskılanıp sürüleştirilen insanların sömürüsü üzerinden işletilen sistemin çürümüşlüğünü deşifre edip, bu i
Zulme Hayır Adalete Çağrı başlığı altında resmi ideoloji kalıplarında baskılanıp sürüleştirilen insanların sömürüsü üzerinden işletilen sistemin çürümüşlüğünü deşifre edip, bu insanlık dışı uygulamaları protesto edildi.
Başta Başörtüsü yasağı zulmü ile yaşam alanı bulan inançlara baskı ve Kürt sorunu başlığında etnik ve kültürel inkâr politikaları üzerinden tüm özgürlüklere savaş açmış Kemalist resmi ideoloji zulmünün, korku imparatorluğunu inşa etmek için amacından saptırdığı eğitim ve öğretim faaliyetlerinin asli yani insani düzlemine döndürülmesi çağrısı ile yabancılaşmış insanın kendine dönüş çağrısı dillendirilmiştir.
Özellikle bu işletimin "andımız" ve askeri komutlu militarist ulusal marş törenlerine, saygı duruşu adı altındaki pagan ritüellerine son verilmesi, başta milli güvenlik ve inkılâp tarihi dersleri olmak üzere, resmi ideolojiye uydurulmuş güdümlü din dersleri ve tüm ideolojik derslerin müfredattan çıkarılması ve bütün ders programlarının resmi ideolojiden arındırılması zorunluluğu vurgulanmıştır.
Tüm bu işletimin dayandığı askeri vesayet ve halk adına hesap sorması gerekli ilgili siyasilerin olan biten karşısındaki aymazlıklarının da eleştirildiği basın açıklamasını Özgür-Der Antalya temsilciliği adına Rüştü Hacıoğlu okudu.
Basın açıklamasının tam metni:
ZULME HAYIR ADALETE ÇAĞRI
Türkiye sorunlar yumağı içinde bir ülke. Sorunların merkezinde ise halkın iradesini, ihtiyaçlarını ve taleplerini görmezden gelen bürokratik zihniyetin tahakkümü bulunmakta. Bürokratik oligarşi kesintisiz biçimde ve çeşitli baskı aygıtlarıyla halka bir proje dayatmakta: Resmi ideolojik şablonlara uygun "kul" inşa etme projesi! Bu mantıktan hareketle en temel haklar gasp edilmekte, fikir ve ifade özgürlüğü yok sayılmakta ve bu ülke insanlarının inançları, onurlarına uygun bir kimlik ve kişilik geliştirebilme hakları çiğnenmektedir.
Hak gasplarının en yoğun yaşandığı alanlardan biri eğitim alanıdır. Gerek 8 yıllık zorunlu eğitim, gerekse de sonraki süreçlerde milyonlarca çocuğumuz ve gencimizin zihinleri resmi ideolojik doktrini esas alan anlayış ve uygulamalarla mütemadiyen kirletilmektedir. İnsan kişiliğini ve inanç bütünlüğünü görmezden gelen; statükoya aykırı fikir ve yaklaşımlar benimseyebilme ve geliştirebilme hakkını yok sayan bir anlayışla çocuklarımız, gençlerimiz resmi ideolojik kalıplar doğrultusunda şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Sadece giyime değil, zihne de yansıtılan üniformalı bir eğitim anlayışının neticesinde "okul" kışlalaştırılmış, öğrenciler askerleştirilmiştir.
Özgür-Der olarak kışla tipi eğitim anlayışına son verilmesinin hukuki, ahlaki ve insani bir hak olduğuna inanıyoruz. Eğitim alanında süregelen ulusçu, laik dayatmacı anlayışın topyekûn terk edilmesini ve resmi ideolojik kalıpların esareti altında tutulan beyinlerin özgürleştirilmesi için eğitim sisteminin baştan aşağıya yenilenmesi gerektiğine inanıyoruz.
Okullardaki totaliter ders programları, varlığımızı, şahsiyetimizi, kimliğimizi, hak ve özgürlüklerimizi açıkça tehdit ediyor ve halkın çoğunluğunu düşman olarak tanımlıyor. Bu programlarda zihinlere zerk edilen telkinler, komutlar, insana düşman, yabancılaşmış, köleleşmiş nesiller üretmeyi sürdürecektir. Biz, çocuklarımıza uygulanan eğitim müfredatının inanç ve ilkelerimiz doğrultusunda, düzenlenmesini, istiyoruz. Müfredatta yer alan inanç sistemimize, yaşam tarzımıza aykırı unsurların ayıklanmasının zorunluluk olduğuna inanıyoruz. Bu bağlamda İslam'ın açık bir emrini yerini getirdikleri için başörtülü öğrencilerin ve öğretmenlerin maruz kaldıkları haksızlığa ayrımcılığa, zulme öncelikle son verilmesini talep ediyoruz.
İslam'a sırtını dönmüş, hatta dini değerleri tümüyle reddetmiş bir anlayışla örülen eğitim sisteminin bu ülkede yaşanan pek çok sorunun kaynağını teşkil ettiği açıktır. Okulları, putperest batı kültürüyle örtüşen resmi ideoloji dininin tapınakları haline dönüştürerek, ilimden uzak, resmi ideoloji ezberciliğini esas alan programlarla, toplumun eğitim ve kültür seviyesinde büyük erozyona sebep olmuştur. İşte Kemalist eğitim sistemi, bugünkü çürümenin gerçek sebebini teşkil etmektedir. Kalıba dökülen nesillerin fıtratlarının bozulması, şahsiyetlerinin öğütülmesi ve vicdanlarından koparılmaları suretiyle sürüleştirilmiş bir toplum yapısı ortaya çıkarılmıştır.
Bu noktada insan hakları ve özgürlükler konusunda halka vaatlerde bulunan siyasiler de bilmelidirler ki, sivilleşme ve özgürleşme yolunda ilk adım olarak, topyekûn eğitim sisteminin askeri vesayetten ve militarist kuşatmadan kurtarılması, eğitimdeki ideolojik kıskaca son verilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda resmi ideolojinin amentüsü olan "andımız" ve askeri komutlu militarist ulusal marş törenlerine, saygı duruşu adı altındaki laik ritüellere son verilmesi, başta milli güvenlik ve inkılap tarihi dersleri olmak üzere, resmi ideolojiye uydurulmuş güdümlü din dersleri ve tüm ideolojik derslerin müfredattan çıkarılması ve bütün ders programlarının resmi ideolojiden arındırılması şarttır.
Yaşanan onca gelişmeye rağmen bürokratik zihniyet eski alışkanlıklarından vazgeçmeye niyetli gözükmemektedir. İşte Ergenekon sanıklarından Org. Hurşit Tolon'da ele geçirilen ve Vakit gazetesinin manşetinden duyurduğu Genelkurmay imzalı kitapçık bizlere başörtüsü düşmanlığında ordunun ne mantık ne de hukuk tanıdığının yeni bir göstergesini sunmuştur.
"Kamu Kurum ve Kuruluşlarındaki Kıyafet Düzenlemesi" başlığıyla ve Hizmete Özel notuyla yayınlanmış söz konusu kitapçıkta Türkiye'de uygulanmakta olan başörtüsü yasağının gerekçelendirilmesine çalışıldığı gözlenmekte. Yasakçıların yıllardır seslendirdiği bayat ve tutarsız tezler üşenilmemiş, bu kitapçıkta da sıralanmış: Başörtüsü ile türbanın ayrı şeyler olduğu; evde, tarlada kimsenin kıyafetine karışılmadığı ama laikliğin korunması için kamusal alanda farklı bir tutumun gerektiği; yasağın vatandaşların tek tipleşmemesi için de elzem olduğu; zaten Kur'an'da da örtünmenin emredilmediği ve benzeri bir dizi saçmalık göze çarpmakta.
Genelkurmay Başkanlığınca yayınlanan bu kitapçıkta, başörtüsünün Allah'ın emri, Kur'an'ın hükmü olmadığı, Bizans'tan alınmış olduğu iddia edilmekte ve başörtüsü yasağına karşı çıkarak özgürlük talep edenler ise "karanlık amaçlı" olarak nitelenmektedir. Böylece Genelkurmay, kendi anayasa ve yasalarını çiğneyip yetkilerini aşarak, çirkin bir siyaset ve hukuksuzluğun altına daha imza atıp suç işlemektedir.
Bizler ise diyoruz ki : "Başörtüsü Allah'ın emri ve Kur'an'ın hükmüdür ve bu hakikati değiştirmeye ne TSK'nın, ne NATO'nun, ne de bir başka otoritenin gücü yeter. Bizler dinimizde hüküm koyacak Allah'tan başka ilah tanımıyor ve buna teşebbüs edip tağutlaşanları reddetmeyi de imani bir sorumluluk olarak kabul ediyoruz. Karanlık konusuna gelince, Allah'ın beyanıyla Kur'an insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirilmiş ve aydınlığı sadece o temsil etmektedir. Bu yüzden karanlığı temsil eden tağutlarca konan yasakları aşarak Allah'ın emirlerini yaşamak için verilen onurlu mücadele dahi ancak aydınlığı temsil etmektedir. Bu onurlu mücadeleyi "karanlık amaçlı" olarak niteleyenler, içinde bulundukları geri ve seküler dogmalara dayalı karanlığı aydınlık zannetme yanılgısını yaşayanlardır.
Asker bürokratlar, kendilerine hiçbir şey kazandırmayan, üstelik kurumlarını yıpratan ve vazifeleri de olmayan bu konularda konuşma, yönlendirme alışkanlıklarını artık terk edip, işlerine bakmalıdırlar. TSK, vazifesi güvenlik sağlamak olduğu halde, kimi üst askeri bürokratların bunun dışında her şeye ayırdıkları zaman ve enerji sebebiyle, esas görevin yerine getirilmesinde zaafların oluşması, siyasileşmenin ve halkın dini değerlerine müdahale alışkanlığının yol açtığı ideolojik vasatta da darbeci ve çetecilerin üremesi kaçınılmaz sonuç olmaktadır.
Kimi askeri yetkililer, zorunlu askerliğe aldıkları halkın çocuklarını korumakta bile zaafa düşüp, pimi çekilmiş bombalarla cezalandırılmalarını, kendi döşediği mayınlarla parçalanmalarını, karakollara yapılan baskınlarda topluca katledilmelerini dahi önleyemeyip üstelik gizleme çabası göstererek, en son Lice'de yaşanan vahim olayda ortaya çıktığı üzere havan mermisiyle küçük kız çocuğu Ceylan Önkol'un parçalanmasına yol açarak, üstelik parçalanmış cesedini de ortada bırakarak ve bunlara benzer insan hayatını değersizleştiren onlarca olayla, artık halkın güvenliğine bizzat kendileri tehdit oluşturma görüntüsü vermektedirler.
Bütün bu zulümlerin hesabı siyasi iktidar tarafından sorulmalı ve ayrıca askeri vesayetten kurtarılmış bağımsız yargı tarafından, elbette önce böyle bir yargının hukuki şartları hazırlanarak, yargılanmaları ve hak ettikleri cezalara çarptırılmaları temin edilmelidir.
Ülkemize egemen kılınan askeri vesayet rejimi halkımızın hak ve özgürlüklerini yok etmiş, büyük sorunlara yol açmıştır. Yaklaşık seksen yıldan bu yana hüküm süren bu asker egemen sistemde haksızlıkların, keyfiliklerin, yolsuzlukların girdabında büyük ıstıraplar yaşandı/yaşanıyor. Özgürlükten, adaletten yoksun bir yaşam ile yoksulluk ve sefalet halkımızın kaderi haline getirilmiştir.
Türkiye'nin her tarafında, Şemdinli'den Susurluğa, Diyarbakır'dan Bursa'ya, Yüksekova'dan Ankara "Sauna çetesi"ne, Atabeylere ve en nihayet savcılıkça ele geçirilen delillerle terör örgütü olduğu iddia edilen Ergenekon'a kadar, yönetim kadrolarında üst düzey askerlerin de yer aldığı çetelerle halkımızın en temel hak ve özgürlükleri gasp edilip, kaynakları talan edilirken, öncelikle bu konudaki hukuki sorumluluklarını yerine getirmeyenler, bu çeteleri, darbecileri susturup, yargılayıp tasfiye ederek görevlerini yapmayanlar, tehditler savurarak bu kokuşmuşluğun tartışılmasını engelleyemezler.
Resmi ideolojiye uymayan tüm farklılıklara yönelik baskıların, Kürt Sorunu başlığı altında etnik kimlik, anadilde eğitim hakkı ve başörtüsü yasağı olmak üzere halkımızı bunaltan bütün yasakların, haksızlıkların arkasında hep askeri bürokratlar öncülüğündeki bu oligarşi yer aldı. Genelkurmay'ın hukuka aykırı keyfi uygulamaları sebebiyle AİHM'ce halkımız yüklü tazminatları ödemek zorunda bırakılarak, bir de bu yönden zulme muhatap kılınmaktadır. Yetkilileri, bu tür tazminatların, hukuksuzlukları yapan TSK üst yönetimindeki bürokratların şahsi hesaplarından ödenmesini sağlayacak tedbirleri bir an önce almaya çağırıyoruz.
Dinimize, başörtümüze müdahale eden kimi asker bürokratların bu hukuksuzluğunu, hak ve özgürlük düşmanlığını, halkımızın güvenliğini sağlamadaki zaaflarını ve pimi çekilmiş bomba cezası olayı benzeri pek çok olayda ve en son Ceylan Önkol olayında bir daha yaşandığı üzere, "can güvenliğimizi güvenlik güçlerinden nasıl koruyacağız" endişesine yol açan keyfiliklerini, hukuksuzluklarını protesto ediyoruz.