Antalya: SUSMAYACAĞIZ, DİRENECEĞİZ!
Özgür-Der Antalya Temsilciliği tarafından düzenlenen "Başörtüsüne Özgürlük" eylemi Antalya kapalı yolda gerçekleştirildi. Daha önce gerçekleştirilen 2. basın açıklamasında 17 aile ve çocukları gözaltına alınmıştı.
Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve 27 Mayıs 2009 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesi'ne sunulan iddianamede 17 kişinin cezalandırılması talep edilmekte. Antalya 6. Sulh Ceza Mahkemesinde 15 Ekim 2009 tarihinde görülmeye başlanacak olan davada birçoğu anne baba konumundaki eşlerden oluşan bu kişilere "velayet hakkını kötüye kullanmak" suçu isnat edilmektedir. Her ay düzenli biçimde tekrarlanan eyleme ebeveynleriyle birlikte çocukların da katılması ve eylem sırasında tepki ve taleplerini ifade eden dövizler bulundurmaları suçlamaya gerekçe kılınmış.
Olayın geçmişiyle ilgili aşağıdaki metin basın açıklamasında okundu:
"Olayın gelişimini hatırlatmakta yarar var: Türkiye'nin muhtelif şehirlerinde başörtüsü yasağına karşı duyarlılık oluşturmak amacıyla oluşturulan platformlar zincirine 2007 Ramazan'ından itibaren Antalya da katılır. Antalya ili ve ilçelerinde faaliyet gösteren gönüllü kuruluşların temsilcilerinin oluşturduğu Antalya İnanç Özgürlüğü Platformu her ayın ilk Cumartesi günü Kışlahan Oteli Havuz Başı mevkiinde başörtüsü yasağını protesto amaçlı basın açıklaması yapmaya karar verir. İlki Ekim ayında gerçekleştirilen basın açıklaması herhangi bir müdahale ile karşılaşmaz. Ne var ki, Milliyet ve Cumhuriyet gibi gazeteler Antalya eyleminde yer alan çocukların resimlerini yayınlayarak kışkırtıcı yayınlar yaparlar.
Tahrik amaçlı bu tarz yayınların da etkisiyle 3 Kasım 2007 tarihindeki eyleme polis müdahale eder ve 11'i çocuk 27 kişiyi gözaltına alarak emniyete götürür. Çocukları ile birlikte Emniyet binasına götürülen kişilere Savcılık talimatıyla gözaltına alındıkları ve çocuklarını eyleme getirmek suretiyle, ruh sağlıklarının bozulmasına sebebiyet vermekle suçlandıkları söylenir. Çocukların ruh sağlığı konusunda "inanılmaz" bir hassasiyete sahip Savcılık sayesinde, çocuklar saatlerce anne ve babalarıyla birlikte Emniyette tutulurlar. Geç saatlere kadar süren ifade alımı işlemleri bittikten sonra ebeveynleriyle birlikte serbest bırakılırlar.
Ve aradan bir buçuk yıldan fazla bir zaman geçmesinin ardından Savcılık 17 kişi hakkında iddianame hazırlayarak, cezalandırılmaları talebiyle mahkemeye başvurur.
Yasal Bir Eyleme Çocukların Katılması Neden Suç olsun?
Yasal bir etkinliğe çocukların katılmasının neden suç sayıldığı belli değildir? İddianamede uzun uzun, eylemde çocukların ellerinde tuttukları dövizler sıralanmaktadır. Başörtüsü yasağının anlamsızlığının, hukuksuzluğunun dile getirildiği dövizler, iddianamede tek tek sıralanmaktadır. İfadede yer aldığı biçimiyle:
"… yapılan tespitte çocukların "Başı açık ablamın ne hakkı varsa başı kapalı annemin de hakkı olsun" yazılı pankart 1 adet, "Çocuk aklımla başörtüsüne niye kızıldığını anlayamıyorum" şeklinde döviz 2 adet, "Annem neden okuyamadı" şeklinde döviz 2 adet, "Annem niye okuyamadığını bana söylemiyor" şeklinde döviz 2 adet, "Ben de büyüyünce okuyamayacak mıyım" şeklinde döviz 2 adet, "Ablamın örtüsünden elinizi çekin" şeklinde döviz 2 adet, "Namazım, orucum, başörtüm, kulluğum, onurum özgürlüğümdür" şeklinde döviz 2 adet, "İnancına, örtüne, kimliğine sahip çık" şeklinde döviz 2 adet, "Yasak sürüyor uyuyor musunuz?" şeklinde döviz 2 adet, "Başörtüsüne koşulsuz, sınırsız özgürlük" şeklinde döviz 2 adet, "Başörtüsü inancımızdır, yasaklanamaz" şeklinde 1 adet döviz bulunduğu tespit edilerek el konulduğu …"
Basın açıklaması boyunca sık sık sloganlar atıldı ve basın açıklamasının sonunda gitar eşliğinde başörtüsü ve özgürlük ezgileri söylendi.
Haksöz-Haber
Basın Açıklamasının Tam Metni
SUSMAYACAĞIZ, DİRENECEĞİZ! HAKLARIMIZI TALEP ETMEKTEN VAZGEÇMEYECEĞİZ
İnsan hakları ve özgürlükler alanında büyük gelişmeler yaşandığı iddialarına karşın inancımıza ve kimliğimize yönelik baskı ve dayatmalar acımasızca sürmekte. Öyle ki, başörtüsü yasağı adlı ilkel, despotik uygulamanın ortadan kaldırılması bir yana özgürce, hakça konuşulmasına, tartışılmasına dahi tahammülsüzlük gösterilmektedir. Maruz kaldığımız bu açık zulüm uygulaması ve haksızlığın gündemleştirilmesi dolaylı yöntemler ve dayatmalarla engellenmeye, sesimiz kısılmaya çalışılmaktadır. Geçtiğimiz ay Antalya İnanç Özgürlüğü Platformu mensupları hakkında çocuklara başörtüsü eyleminde döviz taşıttırma iddiasıyla açılan dava da bu durumun somut bir göstergesi olmuştur.
Türkiye'de Küreselci işbirlikçilerle, ulusalcı işbirlikçiler arasındaki taşeronluk mücadelesi devam ederken, Ak Parti iktidarı küresel emperyalizmin imtiyazlı taşeronluğunu üstlenerek, Jakoben-laik ulusalcı elitlerin toplum üzerindeki baskısını hafifletme söyleminden öte gerçek bir adım atmamaktadır. Bu anlayış ülkemizde bir şeyleri değiştirmiyormuş gibi görünse de aslında Türkiye toplumunu ulusal formattan çıkarıp küresel formata sokmayı arzulamaktadır.
AKP'nin öncülüğünü yaptığı küreselci yaklaşım, özgürlük kılıfı altında toplumun bütün ahlaki değerlerini İslam'ın çizgisinden çıkarıp, küresel kapitalizmin çizgisine getirmenin mücadelesini vermektedir. Zina, eşcinsellik, rüşvet gibi büyük günahların normalleştirildiği, paranın ve mevkinin tek itibar kaynağı olduğu yeni bir toplum düzeni kurulmaya çalışılmaktadır. Bu düzende çok kazanmak ve çok harcamak, yani dünyevileşmek birincil hedef haline getirilmiştir. Bu düzende paylaşma ve dayanışma yerine rekabet kavramı öne çıkmıştır. İnsan insanın kurdudur. Yani insanların büyümek ve yükselmek adına birbirlerini ezdikleri bir düzen. Yani bütün ahlaki değerlerin erozyona uğratıldığı bir düzen.
Yeni dünya düzeni olarak isimlendirilen bu düzende Müslüman fert ve toplum yeniden biçimlendirilmektedir. Kuran ve sünnet ile ilişkisi birkaç ibadete indirgenmiş yeni bir Müslüman tipi oluşturulmaktadır. Haksızlığa karşı direnerek adaleti savunan değil, haksızlığa karşı susan teslimiyetçi bir anlayış, yeni tipin en karakteristik özelliği olarak önümüze çıkmaktadır.
Toplum mühendisliğine soyunanlar özgürlük talebinde bulunan halklarını baskı ve korku ile sindirmeye hizaya sokmaya çalışmaktalar. Bunun son örneklerinden birisi de Antalya İnanç özgürlüğü platformuna açılan dava.
Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve 27 Mayıs 2009 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesi'ne sunulan iddianamede 17 kişinin cezalandırılması talep edilmekte. Antalya 6. Sulh Ceza Mahkemesinde 15 Ekim tarihinde görülmeye başlanacak olan davada birçoğu anne baba konumundaki eşlerden oluşan bu kişilere "velayet hakkını kötüye kullanmak" suçu isnat edilmektedir.
Suçlanan kişiler başörtüsü yasağını protesto etmek üzere Antalya'da oluşturulmuş "Antalya İnanç Özgürlüğü Platformu"nun kurucu ve katılımcıları. Hukuksuz ve ahlaksız bir uygulamaya karşı her ay bir araya gelip tepkilerini dile getiren bu insanların eylemleri Savcılığa göre suç! Ne var ki, suçlama için ortada yasal bir dayanak olmadığından dolaylı suç ihdas edilme yöntemi izlenmiş. Her ay düzenli biçimde tekrarlanan eyleme ebeveynleriyle birlikte çocukların da katılması ve eylem sırasında tepki ve taleplerini ifade eden dövizler bulundurmaları suçlamaya gerekçe kılınmış.
Olayın gelişimini hatırlatmakta yarar var: Türkiye'nin muhtelif şehirlerinde başörtüsü yasağına karşı duyarlılık oluşturmak amacıyla oluşturulan platformlar zincirine 2007 Ramazan'ından itibaren Antalya da katılır. Antalya ili ve ilçelerinde faaliyet gösteren gönüllü kuruluşların temsilcilerinin oluşturduğu Antalya İnanç Özgürlüğü Platformu her ayın ilk Cumartesi günü Kışlahan Oteli Havuz Başı mevkiinde başörtüsü yasağını protesto amaçlı basın açıklaması yapmaya karar verir. İlki Ekim ayında gerçekleştirilen basın açıklaması herhangi bir müdahale ile karşılaşmaz. Ne var ki, Milliyet ve Cumhuriyet gibi gazeteler Antalya eyleminde yer alan çocukların resimlerini yayınlayarak kışkırtıcı yayınlar yaparlar.
Tahrik amaçlı bu tarz yayınların da etkisiyle 3 Kasım 2007 tarihindeki eyleme polis müdahale eder ve 11'i çocuk 27 kişiyi gözaltına alarak emniyete götürür. Çocukları ile birlikte Emniyet binasına götürülen kişilere Savcılık talimatıyla gözaltına alındıkları ve çocuklarını eyleme getirmek suretiyle, ruh sağlıklarının bozulmasına sebebiyet vermekle suçlandıkları söylenir. Çocukların ruh sağlığı konusunda "inanılmaz" bir hassasiyete sahip Savcılık sayesinde, çocuklar saatlerce anne ve babalarıyla birlikte Emniyette tutulurlar. Geç saatlere kadar süren ifade alımı işlemleri bittikten sonra ebeveynleriyle birlikte serbest bırakılırlar.
Ve aradan bir buçuk yıldan fazla bir zaman geçmesinin ardından Savcılık 17 kişi hakkında iddianame hazırlayarak, cezalandırılmaları talebiyle mahkemeye başvurur.
Yasal Bir Eyleme Çocukların Katılması Neden Suç olsun?
İddianame ilginç ayrıntılar ve aleni hukuki çelişkiler içermektedir. Öncelikle savcılığın temel kurgusunun çok sorunlu ve bütünüyle hukuksuz olduğu görülmektedir. Suça konu olan eylemin ne olduğu belli değildir. İddianamenin muhtelif yerlerinde suçtan söz edilmekte, "izinsiz basın açıklaması eylemi" tanımlaması yapılmaktadır. Oysa basın açıklaması yapmanın izne tabi olmadığı açıktır. Kaldı ki, bu gözaltı olayından sonra da eylemler her ay düzenli biçimde tekrarlanmış ve herhangi bir müdahale ile karşılaşılmamıştır.
Yasal bir etkinliğe çocukların katılmasının neden suç sayıldığı belli değildir? İddianamede uzun uzun, eylemde çocukların ellerinde tuttukları dövizler sıralanmaktadır. Başörtüsü yasağının anlamsızlığının, hukuksuzluğunun dile getirildiği dövizler, iddianamede tek tek sıralanmaktadır. İfadede yer aldığı biçimiyle:
"… yapılan tespitte çocukların "Başı açık ablamın ne hakkı varsa başı kapalı annemin de hakkı olsun" yazılı pankart 1 adet, "Çocuk aklımla başörtüsüne niye kızıldığını anlayamıyorum" şeklinde döviz 2 adet, "Annem neden okuyamadı" şeklinde döviz 2 adet, "Annem niye okuyamadığını bana söylemiyor" şeklinde döviz 2 adet, "Ben de büyüyünce okuyamayacak mıyım" şeklinde döviz 2 adet, "Ablamın örtüsünden elinizi çekin" şeklinde döviz 2 adet, "Namazım, orucum, başörtüm, kulluğum, onurum özgürlüğümdür" şeklinde döviz 2 adet, "İnancına, örtüne, kimliğine sahip çık" şeklinde döviz 2 adet, "Yasak sürüyor uyuyor musunuz?" şeklinde döviz 2 adet, "Başörtüsüne koşulsuz, sınırsız özgürlük" şeklinde döviz 2 adet, "Başörtüsü inancımızdır, yasaklanamaz" şeklinde 1 adet döviz bulunduğu tespit edilerek el konulduğu …"
Bu ifadelerin hangisinde suç mevcut? Hepsi haklı, anlamlı, gerçek tespit ve talepler. İddianamede adeta illegal bir çetede ele geçirilen malzeme listesi yapılır. Ergenekon operasyonlarında ele geçirilen silahların sıralanması gibi listelenmesi, tam bir keyfilik, işgüzarlık örneği olmuştur. Durum açıkçası kuzuyu yemeye niyetli kurt vaziyetini andırıyor.
Yasal bir eyleme insanların çocuklarıyla katılmasını, suçlama konusuna dönüştüren iddianamede çok ilginç tespitler var:
"…Şüphelilerin, esas itibariyle, çocuklarının eğitimi kapsamında bir haklarını kullandıkları yönünde beyanları olmuş ise de, disiplin yetkisinin eğitim hakkının doğal bir sonucu olduğu, ancak ebeveynlerin velayet yetkilerinden doğan yetkilerini kullanırken çocukların bedensel ve ruhsal sağlığının bozulmasına neden olmayacak, bir tehlikeye maruz kalmayacak tedbirler alarak çocuklarının sağlıklı bir ortamda bulunmaları ana görevleri iken olay tarihinde izinsiz olarak yapılan bir basın açıklamasına yaşları itibariyle içeriği ve siyasi durumu nedeniyle ülke içerisinde yönetimde yer alan birimlerin bile çözemediği bir sorunu çocuklar aracılığıyla deşifre etmek açıklamaya çalışmak ve bu konuda çocukları kullanmak onlar üzerindeki yetkinin kötüye kullanılması ve onların eğitimi değil ruhsal ve bedensel durumlarının bozulmasıyla sonuçlanacak bir durumla sonuçlanabilme riskinin olduğu aşikardır…"
Bununla birlikte asıl sorun elbette sadece dilden değil, zihniyetten kaynaklanmaktadır. İddianame "yönetimde yer alan birimlerin bile çözemediği bir sorunu çocuklar aracılığıyla deşifre etme" nin çocuklarda meydana getirebileceği ruhsal ve bedensel riskten söz ediyor. Aynı mantıktan hareket edildiğinde büyüklerin de bu sorundan uzak durması sonucu çıkartılmaz mı? Öyle ya, birileri de çıkıp "çözümsüz olduğu belli bir sorunla ne diye uğraşıyorsunuz, kafayı bununla mı bozmaya niyetlisiniz" diye sorabilir rahatlıkla. Bu ifadelerin arka planında "artık bırakın, bu konuyu kaşımayın" anlayışının izlerini bulmak mümkün.
Zaten asıl sorun da tam da buradan kaynaklanmaktadır. İddianame öncelikle çocukların katılımını değil, başörtüsü yasağını protesto eylemini mahkûm etmeye yöneliktir. Çocukların ruh ve beden sağlığının korunması kaygısının ise daha ziyade gerekçe olarak kullanıldığı, büyük ölçüde sos işlevi gördüğü anlaşılmaktadır.
Gerçekten savcılığın çocukların ruh ve beden sağlığını düşündüğünü, bundan dolayı kaygılandığını varsaymak hiç mümkün mü? Sonuçta bu ülke, her sabah 7 yaşındaki çocukların varlıklarını, mahiyeti hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadıkları soyut bir varlığa armağan etmeye zorlandıkları bir ülke değil mi? Bundan daha büyük bir sağlıksızlık düşünülebilir mi?
Bizler Antalyalı Müslümanlar olarak yaklaşık 2 yıldır her ay bu meydanda başörtüsü yasağına karşı tepkilerimizi ortaya koymakta; bu dayatmanın mağduru olan kitleler adına haktan ve adaletten yana çağrımızı dile getirmekteyiz. Ne var ki, yasakçı kafa bu haklı talebimizi, insanlıktan ve erdemden yana sesimizi bizatihi bastırılması gereken bir haykırış olarak algıladığını ve bu mantıktan hareketle suç ihdas etmeye yöneldiğini ortaya koymuştur. Antalya İnanç Özgürlüğü Platformunun 2007 Kasım ayında gerçekleştirdiği basın açıklaması sırasında bütünüyle savcılığın keyfi yorumu ve hukukun en temel ilkelerinin yok sayılmasıyla yaşanan gözaltı olayı soruşturmaya konu kılınmış ve nihayet geçtiğimiz ay tarafımıza iletildiği üzere dava konusuna dönüştürülmüştür. Yasağa karşı periyodik biçimde düzenlenen eylemlere ebeveynlerin çocuklarıyla katılmaları hayali suça gerekçe kılınmıştır.
Özgür-Der Antalya Temsilciliği olarak içinde yer aldığımız Antalya İnanç Özgürlüğü Platformuna mensup 17 kişi hakkında Antalya Savcılığının hazırladığı iddianame hukuki bir metin olmaktan uzaktır. İddianame çok temel bir çelişki üzerine oturtulmuştur. Platformun eylemi "izinsiz basın açıklaması eylemi" şeklinde tavsif edilmiştir. Buradan hareketle halkı bilgilendirmek ve yasakçıların uygulamalarının mantıksızlığını, hukuksuzluğunu tasvir etmek için kullanılan dövizler birer "suç" unsuru şekline sokulmaya çalışılmıştır.
Başörtüsü yasağına karşı haklı tepkiler hakkında olumsuz bir hava, suç şaibesi oluşturmak suretiyle zulme karşı direniş irademizin kırılmak istendiği açıktır. Üstelik de bu çok çirkin bir biçimde yapılmakta ve "çocuk istismarı" gibi onurlu her insanın tepki duyacağı, her anne- babada nefret hislerini harekete geçirecek bir ithamla ifa edilmektedir. Bizatihi bu suçlamayı "hukuk istismarı" olarak görüyor ve lanetliyoruz. Keyfi yorumlar, hayali suç isnatlarıyla örülmüş bu iddianamenin içerdiği tutarsızlıkları mahkemede teşhir edeceğiz.
Ne ilginçtir ki, her fırsatta çocuklarımızın eğitim adı altında resmi ideolojik dayatmalara maruz bırakılarak bir hamur gibi şekillendirilmeye çalışılmasına, medyanın hiçbir ahlaki sınır tanımayan çirkinliklerine, kapitalist tüketim anlayışının yönlendirmelerine karşı çıkan bizler bizatihi tüm bu dayatmaların sahibi düzen mensuplarınca "istismar"la suçlanmaktayız. Bu tutumun tam manasıyla "yavuz hırsız ev sahibini bastırır" mantığı olduğu açıktır!
Bizler çocuklarımızın özgür, adil, insanca bir dünyada yetişmesini sağlayacak ortamın tesisi için mücadele eden, bunun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan, gerektiğinde bu uğurda bedeller ödemekten de geri durmayan onurlu insanlarız, Müslümanlarız. Bugüne dek başörtüsü yasağında olduğu üzere gerek bu ülkede gerek tüm yeryüzünde mazlum ve müstezaf insanların karşılaştığı her türlü zulme karşı sesimiz çıktığı, gücümüz yettiğince karşı çıktık, hakkı ve adaleti haykırdık. Bundan böyle de bu tavrımızı sürdüreceğiz. İslami kimliğimizin bizlere yüklediği sorumluluğu yerine getirmek için küçük-büyük, genç-yaşlı demeden çaba sarf edecek, çocuklarımızın ve hepimizin şerefli bir hayat sürmesi için gerekli mücadeleden asla geri durmayacağız.
Hiç şüphesiz cezalandırılmak istenen şey sadece kadın ve erkek 17 Müslüman değil, despotizme karşı koyuş iradesidir! Ve bu en baskıcı bir yöntemle yapılmakta, doğrudan çocuklarımız üzerinden kimliğimiz, kararlılığımız, eylemliliğimiz sindirilmeye, çözülmeye çalışılmaktadır. Ama bunlar beyhude uğraşlardır. Kimliğimizden, haklılığımızdan, mücadelemizden taviz vermeyeceğiz inşallah! Çocuklarımız bugüne dek yasağa şahitlik ettiler, şimdi de zulmün sadece başörtüsü yasağından ibaret olmadığına şahitlik edecekler! Bu süreçte yasallık zırhına büründürülmüş keyfiliği, zorbalığı daha yakından tanıyacaklarına kimsenin kuşkusu olmasın!
Özgür-Der Antalya Temsilciliği