''Muhammedi Sünnet ile İrtibat Yollarımız" Semineri
Akhisar Özgür-Der Temsilciliğinde düzenlenen seminer programları derneğin taşındığı yeni salonunda İzmir Özgür-Der'den Nurcan Büyük'ün sunduğu ''Muhammedi Sünnet ile İrtibat Yollarımız ve Sünnetin Dindeki Yeri'' adlı sunumla devam etti.
Nurcan Büyük özetle şunları anlattı:
Kur'an'da önceki toplulukların yolu ve Allah'ın adeti veya yasası şeklinde kullanılan "sünnet" kavramının daha sonraları lügat kullanımı çerçevesinde izlenen örnek, metod, yol anlamlarını içerir biçimde, Rasulullah'ın uygulamalarına izafe edilerek kullanılmaya başlanması; Hz. Muhammed'in Kur'an'ın anlaşılması, nasslarının örneklendirilmesi ve şahitliğinin yapılması konusundaki rolünü anlatmak açısından bir kolaylık sağlamıştır. Ancak Rasulullah'ın uygulamalarını belirleme konusunda anlatım kolaylığı getiren "sünnet" kavramının, gerek içeriğinin belirlenmesi ve gerek Rasulullah'ın söz, fiil ve davranışlarını bize aktarma biçimi olarak nasıl bir bilgi akışını ifade etliği konusunda birçok ihtilaf olmuştur. Sünnet kavramı ile bağımız ve bu kavramın içeriği konusunda farklı farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Örneğin hadis ekolü "sünnet" kavramını Rasulullah'ın uygulamalarına izafe ederek bağlayıcı nass olarak algılarken fakihler bu kavramı genellikle nafile veya mendub kavramları içinde değerlendirmişlerdir. Sünnetin sübutu konusundaki ihtilaf genellikle sünnet kavramı ile hadis kavramının özdeşleştirilmesi yanlışından kaynaklanırken; sünnetin içeriği konusundaki ihtilaf da Hz. Muhammed'in konumunu belirleme konusunda Kur'an'ın bildirdiği ayetlerle yetinip yetinmeme noktasında düğümlenmektedir.
Öncelikle sünnetin sübutu veya içeriği konusunda yapılan tartışmalar içinde göz ardı edemeyeceğimiz ve ölçüsü kişiden kişiye değişmeyen Kur'an'ın konuyla ilgili açık, anlaşılır ve muhkem ayetlerine baktığımızda, Rasulullah'ın sünnetinin, kendisine indirilen kitabın bildirimlerini ve hükümlerini eylemleştirmek anlamına geldiğini anlayabiliriz. Bu çerçevede Hz. Muhammed'in sünnetini, Kur'an'ı yaşama geçirme eylemi olarak ifade edebiliriz. Bu eylemliliği ile o, ümmetine Kur'an'ın anlaşılması ve yaşanılması konusunda örneklik oluşturmuştur.
Dinimizi Kur'an belirlemektedir. Ancak Kur'ani bir ahlakın ve mücadele tarzının oluşturulmasında ve Kur'an'ın bildirdiği bazı hükümlerin uygulanmasında Hz. Muhammed'in örnekliği bizi yakinen ilgilendirmektedir. Kur'an'ın nasslarını yorumlarken de Hz. Muhammed'in sünneti bizim için en temel önceliği oluşturmaktadır. O halde, dinimizin uygulama biçimini öğrenmek için başvurduğumuz sünnetin içeriği hususunda sahip olmamız gereken kanaat, hepimizi ilzam eden bir gereklilik ise, zanni değil kafi delillere dayanmalıdır. Zaten Allahu Teala, örnek alınmasını ve itaat edilmesini istediği rasulünün konumunu, Kur'an-ı Kerim'de yüzlerce ayetle yeterince açıklamıştır. Rasulullah 'in insan olarak vahiy öncesi ve vahiy sonrası durumu, bilgi kaynağı, görevi, kendisine yapılan gaybi yardımlar, ayrıcalıklı özel halleri, itaat edilmesi ve hüküm vermesi konusundaki yetki ve sınırları, kendisine yöneltilen uyarı ve ikazlar gibi konularda tasnif edebileceğimiz birçok ayet, yeterli düzeyde Hz. Muhammed'in konumunu ve sünnetinin değerini aydınlatmakta ve anlamamıza yardımcı olmaktadır. Ancak anlaşılamayan tutum, sünnetin konumunu Kur'an'ın sübut ve delalet açısından kat'ilik taşıyan söz konusu ayetleri ile değerlendirmeyi yeterli bulmayıp, kat'ilik taşımayan bazı ahad haberlerle, gelenek içinde oluşmuş ön kabullerle, hatta keşf gibi tamamen sübjektif ölçülerle birlikte değerlendirilmeye çalışılmasıdır. Oysa değerlendirilmeye çalışılan herhangi bir olay değil, dinimizin anlaşılmasında temel bir ölçü olayıdır. Temel ölçüler zan ve vehimlerden kalkılarak değil; muhkem, açık ve kesin delillerden kalkılarak kavranılabilir. Bu alanda yapılan yanlış, sünnetin sübutu konusunda olduğu gibi, sünnet ile hadisi aynı değerde görmek yanlışından da kaynaklanmaktadır.
Şu unutulmamalıdır ki, vakıa olarak Kur'an'ı belirleyen sünnet veya hadis veyahut icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kur'an'dır. Din ile ilgili bütün belirlemelerin kaynağı, Rabbimizin Hz. Muhammed'e vahyettiği ve günümüze mütevatir bir yolla gelen korunmuş olan Kur'an-ı Kerim'dir. Sünnet dahil hiç bir rivayet ve hüküm, Kur'an nasslarının üstünde yeni bir ilke ve yeni bir görüş getiremez. O halde sünnet konusunun içeriğini belirlerken öncelikle başvuracağımız ve hükümleriyle kayıtlı kalacağımız asıl kaynak kitabımız olan Kur'an'dır.
Peygamberlerin iki önemli işlevinden söz edebiliriz: 1. Rabbimizin vahyini insanlara taşıdıkları risalet görevi, 2. Vahyi mesajın yaşanması konusunda insanlardan itaat edilmesi istenen uygulamaları veya sünnetleri.
Peygamberler Allah'ın elçileridirler. Ama aynı zamanda bizler gibi insandırlar. Vahiy insanlara yöneltildiği gibi, risalet görevini üstlenen ve insan olan rasullere de hitap etmektedir. Kendilerine elçi gönderilenler nasıl ki elçilerinin uyarı ve haberleri karşısında sorumluluk taşıyorlarsa, aynı şekilde elçiler de getirdikleri mesaj karşısında tıpkı diğer insanlar gibi sorumluluk taşımaktadırlar. Zira onlar da kuldur. Kulların uyması gereken ilahi hükümlere, Rabbimizin bildirdiği gaybi haber ve ölçülere onların da uyması ve inanması gerekmektedir.
Rasullerin sorumluluğu diğer insanlara göre çok daha ağır ve önemlidir. Zira bütün rasullerin kendilerine vahyedilen bilgiyi insanlara aktarma görevleri yanında, insanların kendilerine itaat etmeleri amaçlanan bir diğer fonksiyonları da vardır . Rasullere itaat etme görevi, rasullerin risalet görevleri yanında getirdikleri mesajın sosyal hayatta şahitliğini gerçekleştirme yükümlülüklerini ön plana çıkarmaktadır. Örneğin Hz. Muhammed'e itaat etme görevimiz, onun vahyi aktarımı dışında da fonksiyonunun bulunduğuna işaret etmektedir. Bu Rasulullah'ın örnekliği meselesidir. Rasuller tebliğ ettikleri vahyi bilginin eylemleştirilmesi konusunda ilk örnekliği oluşturmak zorundadırlar. "Rasulullah'ın sünneti" adı altında yapılan tartışmalarla ilgili bağımız bu noktada kurulmaktadır.
Bize hidayet kitabı olarak gönderilen Kur'an'ın ilk muhatabı, taşıyıcısı ve onun mesajının ilk şahidi Hz. Muhammed'dir. Allahu Teala için, elçisinde güzel bir örnek olduğunu vurgulamaktadır. Rabbimiz insanlara hakikatin şahitliğini yapmakla görevlendirdiği islam ümmetine de, örneklik yapmak üzere elçisinin şahitlik yaptığını bildirmektedir . Kur'an'da hüküm verme konusunda Allah'a ve Rasulullah'a karşı gelinmemesi ve onlara itaat edilmesi, ihtilaf edilen konularda Allah'a ve Rasul'e başvurulması gereği vurgulanmaktadır, iman edenler Rasul'e destek verip tam bir samimiyetle ona teslim olmalıdırlar . Ama bütün bunlarla birlikte Rasulün bir beşer olduğu unutulmamalıdır . Ancak Kur'ani bütünlük içinde baktığımızda onun diğer beşeri şahsiyetlerden daha öncelikli bir sorumluluk taşıdığını da görürüz. Hz. Muhammed'in kendisine vahyedileni insanlara aktarma görevi yanında, Kur'an'ın mesajını sosyalleştirme konusunda da diğer insanlar üzerinde itaat edilmesi gerekli bir önceliği ve örnekliği mevcuttur.
Rasulün örnekliği ve ona itaat görevi Bedir Gazvesi'nde olduğu gibi onun yaşadığı dönemle ve o dönemin özel şartları ile ilgili olduğunda, o dönemde yaşayan müminler için kesin bir bağlayıcılık taşıyacaktır. Bu konumdaki örneklik, sonrakiler için zorunlu olan bir bağlılık durumu oluşturmaz. Bu bağlamda Kur'an'da dikkatlerin yöneltildiği Rasuller'in mücadelelerinden çıkartacağımız ibretler ne ise, Rasulullah'ın zamanı ve mekanı ile kayıtlı tavır ve uygulamalarının bize hitap eden değeri de ancak bu boyutta kalacaktır.
Ancak Kur'an'ın anlaşılmasında namaz örneğinde olduğu gibi zaman ve mekan boyutlarını aşan bir kuşatıcılıkla Rasulullah'ın örnekliğine muhtaç olduğumuz konularda, Resule itaat boyutu evrenselleşir. Zaten Hz. Muhammed'in sünneti denilen Rasul'ün örnekliği ile zorunlu ilgimiz de, Kur'ani nassların yorumlanmasında Rasulullah'ın zaman ve mekanı aşkın bu öncelikli ve evrensel tutumu ile irtibatlıdır.
Rasulullah'ın örnek uygulamalarını değerlendirme konusunda yapılan önemli yanlışlardan bir diğeri de şudur: Rasulullah'ın öncelikli tavrı, vahyi bildirimlerin örneklenmesi, sosyalleştirilmesi, özel sahalara ve konulara tahsisi çerçevesinde algılanacağına; onun fonksiyonunu Kur'an'ın bildirmediği veya muhayyer bıraktığı alanlara taşıyıp, bu alanlarda ona muhataplarını da bağlayıcı olan Kur'an dışı özel vahyi bilgiler alması veya şarilik gibi vahiyle belirlenmemiş mutlak yetkiler ve konumlar atfedilmesidir.
Gerek Rasul'in dinin anlaşılması konusundaki rolünü küçümseyenlerin ve gerek bu rolü Kur'an çerçevesi dışına taşan bir ölçüsüzlükle abartanların temel yanlışı, Hz. Muhammed'in uygulamalarıyla irtibatımız konusunda sağlıklı bir usulü Kur'an bütünlüğü içinde elde edememeleridir.
Rasulullah'ın dini anlama ve uygulama biçimi olarak algılanan bu rolün değerlendirilmesinde düşülen usulsüzlükler; ya yanlış değerlendirmeler nedeniyle dine yeni ölçü ve kurallar katma gibi yanlışlar oluşturmuş ya da bu olumsuzluklara karşı çıkma telaşı içinde Kur'an'ın öncelenmesi iddiasına rağmen aslında Kur'an bütünlüğünden kopuk bir tutumla Rasul'ün öncü rolü karşısında tepkisel bir inkarcılığı doğurmuştur.
Seminer programı yapılan katkılar ve sorulan soruların cevaplanmasıyla son buldu.