'Mekke'de Cahili Sistemin Baskısı, Şahitlik ve Gizlilik'
Akhisar Özgür-Der temsilciliğinde düzenlenen seminer programlarının 7.si panel şeklinde yapıldı. Oturum başkanlığını Bekir Koyun'un yaptığı seminerde Aziz Karaboğa ve İmdat Akdal 'Mekke'de Cahili Sistemin Baskısı, Şahitlik ve Gizlilik' konusunu anlattılar.
Kur'an'da çok önemli bir yer tutan geçmiş peygamberler ve ümmetlerine ilişkin kıssalara bakıldığında açık olarak görülecektir ki, Hz. Muhammed'e ve getirdiği mesaja karşı çıkan Mekke Oligarşik Sistemi ile diğer peygamberlere karşı çıkan cahili toplumların temel nitelikleri büyük ölçüde aynıdır. Kamer süresindeki anlatım tarzı bizim bu iddiamızın en güzel dayanaklarından birisidir: Rabbimiz Nuh, Hûd, Salih, Lut ve Musa peygamberlerin kavimlerinin gösterdikleri yalanlayıcı tepkileri tek tek anlatırken her bir ümmetin akıbetini bildiren ayetlerden sonra; "Andolsun biz Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?" diyerek tekrar tekrar uyarıda bulunmakla muhataplarına geçmiş ümmetlerle kendileri arasında mukayese imkanı vermektedir. Buna binaen, cahili yapının/yapıların tepkilerini bekleyen kimlik öğelerini Kur'an'dan tespit edebiliriz. Mekke Cahili yapısı'nın egemenleri de diğer cahili yapılarda görüldüğü gibi kendilerine verilen nimetleri Allah'ın ölçüsüne rağmen hevasından koyduğu ölçülere göre değerlendirerek azgınlaşmakta ve ekonomik imkanları ile çocuklarının çokluğuna güvenerek müstağni bir tavır sergilemektedirler.
Kur'anî mesajı mevcut statükoları açısından tehdit edici bir nitelikte gören cahili yapı, ilahi mesajı getiren elçiye ve vahyi bildirime karşı tepkisini ortaya koymakta gecikmedi. Zaten İslami kimliğin oluşumu içe kapanık, mesajını gizleyen bir düzlemde devam etmiyordu. Allah Rasulü ve arkadaşlarının cahili yapıya karşı oluşturulan mücadele zemininde mesajlarını halkın gündemine sokan bir eylemliliği açıkça bilinmekteydi. Müzzemmil sûresinde de belirtildiği gibi İslami tebliğ; gelip geçici bir hevesin ürünü değil, bilakis ciddi, sürekli ve programlı bir çabadan oluşmaktaydı. Zaten bu nedenle de İslami direnişin kaynağını oluşturan Kur'an'da, bölüm bölüm ve programlı olarak/tertil ile indirilmekteydi. Buna binaen egemenler müslümanların kararlılıklarının bilincinde olarak çeşitli yöntemlerle karşı tepkilerini ortaya koymaya başladılar.
Cahili Mekke Sistemi, İslami direnişin seyrine ve performansına göre çeşitli zulümlere başvurmuştur. Biz bu cahili tepkiyi üç aşamada ele alabiliriz:
1- Kayıtsızlık, Alay ve Dedikodu Dönemi
Hem ilahi mesajı topluma taşıyan ve açık bir kimlikle mesaja "şahitlik" eden elçiye, hem de ilahi mesaja karşı, egemenlerce ortaya konulan istihzaî tavırla ilgili ilk dönem Kur'an ayetlerinde çok sık örnekler yer almaktadır. Müşrikler bu tavırlarıyla hem elçi hem de getirdiği mesaj hakkında şaibe oluşturmayı umarak İslami gelişimi daha başlangıçta engellemeye çalışmışlardır.
2. İftira, Karalama ve Psikolojik Baskı Dönemi
İlahi bildirilere, Rasul (s) ve çevresine karşı başlangıçta egemenlerin takındıkları alaycı, inkarcı, küçümseyici, hafife alıcı tavır, İslami gelişimi engellemeye yetmemiştir. Bilakis, Rasülü ve getirdiği mesajı ciddiye alanların sayısı gittikçe artma eğilimi göstermiştir. Bu durumu gören cahili toplumun egemenleri, bütün rasullere karşı gösterilen cahili bir geleneğe başvurarak iftira ve karalama kampanyası başlatmışlardır.
3- Terör ve Abluka Dönemi
Esasen, egemen şirk sisteminin öncüleri vahyin indirildiği ilk anlardan itibaren teröre başvurmaktan kaçınmamışlardı. Mü'min kadınların ve erkeklerin işkencelere uğradığına işaret eden sûrelerin ilki Buruc süresidir.
İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip sonra yaptıklarına tevbe etmeyenler yok mu. onlar için cehennem azabı vardır. Ve onlar için yangın azabı vardır. İnanan ve iyi işler yapan kimselere altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur. Şüphesiz Rabbi'nin tutuşu şiddetlidir. İlkin vareden, sonra geri çevirip yeniden yaratan odur. O bağışlayan, sevendir (Buruc, 85/10-14)
Burada özellikle dikkat çeken bir nokta da, mü'min erkeklerin yanı sıra kadınların da ayetlerde zikredilmesidir. Bu da gösteriyor ki, çağrının duyurulması ile birlikte, kadınlardan bir grup Rasul'e iman edip, büyük takibat, sıkıntı ve işkencelere maruz kalmalarına rağmen daveti kabule koşmuşlardır. Kur'anî mücadelenin şahitliğini gerçekleştirmede canı ile bedel ödeyen ilk şehit sahabe Sümeyye adlı bir kadın olmuştur.
Mekke oligarşisinin ileri gelenleri bu işkencelerle de yetinmemiş, ekonomik ve sosyal bir tecrit politikası izleyerek mü'minleri tam bir ablukaya alıp İslam'a karşı savaşlarına yeni bir boyut katmışlardır. Mekke halkı müslümanlarla sosyal, ekonomik, kültürel her türlü insani ilişkilerini kesmiş ve müslümanlar Mekke'nin bir dağ mahallesinde üç yıl çeşitli mahrumiyet ve eziyetler altında sürecek olan zor yıllar yaşamışlardır.
Mekke'deki hakim sınıfın tepkilerinin temel sebepler ise şunlardır:
1.Mevcut toplumsal ve idari yapılarının bozulacağı endişesi
2.Ticaretin ve kazancın zarara uğraması endişesi
3.Toplumun önde gelenlerinin kişisel nüfuz endişeleri
4.Aşiretler arası rekabet ve hased duygusu
5.Küfrün taassubu
Oturum başkanı sözü ikinci konuşmacı olan İmdat Akdal'a verdi. Akdal özetle şunları anlattı:
Hz. Peygamber her türlü zorluğa ve engelleme çabalarına rağmen kendisine gelen hakkı gizlememiş ve açık bir tavırla toplumunda adaletin ve vahyin şahitliğini/tanıklığını yapmıştır. Tüm peygamberlerde tevhid mücadelerinde açık tavırlar sergilemişler Allah'tan gelen vahyi ve kimliklerini gizlememişlerdir. Bu konuya örnek olması açısından Alak suresine bakabiliriz.
"Hayır; insan mutlaka azar, kendini yeterli gördüğünden. Ama dönüş Rabbinedir. Namaz kılanı engellemeye çalışanı gördün mü! Hiç düşündün mü? Ya o hidayet üzere ise ve takvayı emrediyorsa, Ama kendisi yalanlıyor ve yüz çeviriyorsa. O, Allah'ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu? Hayır, eğer bundan vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız. Oyalayıcı, günahkar perçemden! O zaman o gitsin de meclisini/adamlarını (nadiyesini) çağırsın. Biz de zebanileri çağırırız. Hayır, ona boyun eğme; Allah'a secde et ve yakınlaş." (Alak, 6-19)
Bu ayetlerin işaret ettiğine göre, Peygamber aleni/açık bir şekilde, halkın gözü önünde, Kabe'de namaz kılıyordu. İnsanları yalnızca Allah'a kulluk etmeye çağırıyor, şirkin ve putperestliğin her türünün çirkin olduğunu beyan ediyordu. İlk dönem surelerinin hemen hepsinde bu vurgulara rastlamak mümkündür. Buna mukabil, müşriklerden birisi O'nun namazını yani şahitliğini engelliyor ve açıkça O'na başkaldırıyordu. Alak suresinden anlaşıldığına göre bu adam müşriklerin önderlerinden birisi olsa gerektir. Zira, zenginliğinin ve makamının onu şımartmış ve azdırmış olduğunu ayetlerden öğreniyoruz. Hz. Peygamberi engelleme gücünü kendisinde bulması da zaten böyle bir gücü gerektirmektedir.
Alak suresinde bahsedilen duruma denk düşen birkaç rivayet siyer kitaplarında da yer alıyor. Rivayetlere göre; Ebu Cehil O'nun namaz kılmasından istifade ederek putlar için kesilen koyunların dişi cinsiyet uzuvlarını bulur ve bunu O'nun üzerine atardı. Peygamber ise bütün bu saldırganlıklara tahammül eder ve sebat gösterirdi.
İlk zamanlardaki bu engelleme girişimlerini, müslümanların o zamanki azlıkları ve imkanlarının yetersizliklerini de göz önüne alarak düşünürsek Rasul 'ün ve müslümanların karşı karşıya oldukları zorluğun boyutlarını ve bu başkaldırılarının büyük bir iman ve cesaret işi olduğunu daha iyi anlamamız mümkün olur.
Anlaşıldığı gibi, Ka'be'de kılınan namaza müşrik liderlerin ortaya koyduğu bu tepki ve ayetlerdeki ibareler göstermektedir ki, İslam daveti açıktan yapılmaktaydı. Bu anlayışa aykırı olarak tebliğin başlangıçta gizli yapıldığını söyleyenlerin inançları ise tamamen tarihi rivayetlere dayanmaktadır. Kaldı ki, bu rivayetleri de Hz, Peygamberin çağrısını gizlice yaptığı şeklinde değil de, arkadaşlarının güvenliği için duyarlı davrandığı şeklinde de yorumlamak mümkündür. Rahmetli Şehit Seyyid Kutub'un Kalem suresinin tefsirinde de belirttiği gibi, bu tedbirliliği davetin gizli yapıldığı şeklinde anlamak yerine, ilk dönemlerde fert fert muhataplarla ilgilenildiği şeklinde düşünmek gerekir. Yani, klasik söylemde yerleşmiş bulunan İslami tebliğin ilk üç yılının gizli yapıldığı, üç yıldan sonra açık tebliğin başladığı anlayışı, tarihsel verilerden kalkarak Kur'anı anlamaya çalışmış olmanın getirdiği bir yetersizlik ve tarihsel verileri doğru değerlendirmemenin bir sonucudur.
Verilen aradan sonra sorulan sorulara cevap verilmesiyle seminer sona erdi.