Akhisar'da "Sünniliğin Oluşumu" Semineri
Akhisar Özgür-Der temsilciliğinde düzenlenen seminer programlarının onikincisi Serkan Dursun'un sunduğu 'Sünniliğin Oluşumu' başlıklı konuyla devam etti.
Serkan Dursun İslam tarihinde gerçekleşen Hz Osman'ın şehit edilmesi, Cemel ve Sıffin vakaları, Kerbela olayı, imametin saltanata dönüşmesi, Emevi yönetimine karşı müslümanların gerçekleştirdiği bir çok kıyam hareketi gibi önemli olaylar bilinmeden Şiilik, Sünnilik, haricilik gibi temelde siyasi bakışta farklılıklar taşıyan ekollerin oluşum sürecinin anlaşılamıyacağını belirterek konuşmasına başladı. Dursun özetle şunları anlattı:
Müslümanların fetihlerle İslama giren siyaseten kendilerine teslim olan insanları eğitememesi ve bu fetihler sonucu oluşan zenginleşmenin yol açtığı temel sorunlar şunlar olmuştur:
1.İlk dönem Müslümanlarının geliştirmeye çalıştığı halifelik sistemi tarihin yapraklarına gömüldü. Bundan sonra iktidarı ele geçiren Emevilerle birlikte saltanat rejimi; Müslüman siyaset tarihinde 1900'lere kadar tartışılamayan, değiştirilemeyen bir Sünni siyaset düşüncesi olarak yerini aldı.
2. Halife Ali'nin zenginleşenlerle, iktidarı kendisi ve çevresi için isteyenlerle olan mücadelesi sonuçsuz kalınca taraftarlarının oluşturduğu kesim, Emevi zulmünün etkisi ile farklı bir inanç sistemi üretti. Acılardan, zulümlerden, baskılardan siyasi, itikadi, sosyal ve kültürel bir ekol doğdu: Şia. Şia zaman içerisinde kendi inanç ve bilgi sistemini oluşturarak İslam dünyasının ikinci yarısını oluşturdu.
3. . Hariciler, "kendi gibi düşünmeyen herkesin düşman olduğu"ndan hareketle ortaya koydukları "tekfir" ideolojisini sert bir şekilde herkese uyguladılar. Onların bu ifratı, karşısında tefritini üretti: Mürcie. Haricilerin tekfirine karşı Mürcie, İman ettiğini söyleyen kimsenin ameli olsun, olmasın, ne yaparsa yapsın tekfir edilemeyeceğini iddia ettiler.
4. Sünni Düşünce sisteminin omurgasını oluşturacak olan Hadis Ekolü'nün "sahabe karizması" anlayışını geliştirmesi oldu. Bu ekol mensuplarının temel davranış biçimi, her türlü siyasal tartışmadan uzak durmaktı. Sahabenin her birinin doğruyu gösteren birer yıldız olduğu, onları sorgulamanın küstahlık olacağı söylemi, hadisçilerin en belirgin yanını oluşturdu.
Kaynaklarda, ilk defa 900'lü yıllarda kullanılmaya başlanan "Ehli Sünnet ve'l Cemaat" kavramını ve temsil ettiği düşünce yapısını anlamak için, ortaya çıkışını ve hazırlayıcı etmenlerini iyi tespit etmemiz gerekir.
Önce Ehli Sünnet'in omurgasını oluşturan 'Ehli Hadis' ten sözetmeliyiz. Onlar, Fetihler sonrası büyüyen İslam topraklarındaki siyasi çekişmeler, İslam'a yeni giren toplumlar ve yeni sorunlar karşısında geleneğin muhafazasını savundular. Geleneğin taşıyıcısı olarak ta hadislerin rivayetine büyük önem verdiler. Resulullah ve dört Halife dönemlerinde yazılmayan hadislerin yazılması ve okutulması ile uğraştılar. İmam Malik ile başlayan bu ekol, öğrencisi İmam Şafi ile en iddialı dönemine ulaştı. İmam Şafi'nin öğrencisi Ahmet b. Hanbel ile de daha katı bir hale büründü. Bu üç isim hadis ile meşgul olmanın yanı sıra fıkıh ile de uğraşarak kendilerine özgü fıkhi usüller geliştirdiler. Bu usüller ve görüşler, takipçileri tarafından daha sonraları fıkhi mezhep haline getirildi.
Ehli Hadis'in mensupları, Ehli Rey, Mu'tezile, Hariciler ve Şia'ya şiddetle karşı oldular. Onları Sahabenin yolundan ayrılmakla itham ettiler. Akıl yürütmenin ve eleştirinin yerine teslimiyeti ve taklidi öne çıkararak, dini konular üzerinde konuşmamayı ve ibadete ağırlık vermeyi savundular.
Ehli Hadis, Resulullah sonrası Sahabenin birbirini öldürdüğü 'Fitne dönemi olayları' karşısında Ehli Sünnete de miras kalacak bir suskunluk geliştirdi. Sahabenin dini anlamada ve yaşamada yanılmaz örnek olduğunu savunmalarına rağmen birbirlerini öldürmelerini izah edemediler. Hz. Ali'nin ve karşısındaki sahabe grubunun arasında tarafsız olduklarını ilan ettiler. Bunu "Sahabe fazileti" ile açıkladılar. Ehli Hadis'in Emevi ve Abbasi iktidarları karşısındaki temel davranış biçimi, her türlü siyasal tartışmadan uzak durmaktı. Onların iktidarlarının meşruluğunu sorgulamak, Müslümanlara yaptıkları zulümlere karşı çıkmak, hanedan'ın İslam dışı davranışlarını eleştirmek zor bir seçimdi. Bu seçimi tercih eden Şia, Hariciler, Mu'tezile gibi gruplar, Ebu Hanife gibi ferdi şahsiyetler karşı oldukları Saltanat tarafından şiddetle cezalandırıldılar.
Abbasiler, kendilerine muhalif fırkaları sindirdikten sonra ihtiyaç duydukları fikri desteği bulmak amacıyla Ehli hadis'le yakınlaşma içine girdiler. 847 yılında Mütevekkil'in Ehli Hadis üzerindeki 'mihne baskısı'nı kaldırarak onların fikirlerini benimsemesi ile Abbasilerin resmi mezhebi haline geldiler.
Abbasilerin Ehli Hadis'i seçmesindeki neden, Bu ekolün daha önce hiçbir siyasi isyana destek olmaması ve Hilafet meselesinde iddialı bir görüşlerinin olmaması idi. Ehli Hadis için Halife'nin ne şekilde seçildiği, nasıl biri olduğu artık birinci dereceden önemli bir konu değildi. Çünkü bu meseleler yüzünden iki yüzyıldır Müslümanlar birbirinin kanlarını akıtıyordu. Önemli olan, Müslümanların birlik içinde olmaları ve nasıl olursa olsun bir halifenin başlarında olması idi.
İktidarın şemsiyesi altına giren Ehli Hadis, Abbasilerin resmi fıkıhçıları olan Ehli Rey ile yakınlaşmak zorunda kaldı diyebiliriz. Harici tekfircilik karşısında iman - amel ayrımını öne çıkaran Mürcie ile de uzlaştılar. Bu tarihlerden itibaren Abbasi iktidarı, Ehli, hadis, Ehli Rey ve Mürcii unsurlardan oluşan koalisyon yeni bir isim kullanmaya başladı; Ehli Sünnet ve'l Cemaat.
Bu aşamadan sonra Ehli Sünnet; belirli bir mezhebi ifade etmekten öte, pek çok mezhep, görüş, zümre ve grubu çatısı altında toplayan şemsiye bir kavram haline geldi. Karşısında ise "Bidat Ehli" olarak isimlendirdikleri Şia ve Mu'tezile vardı. Şia, Abbasilere olan siyasal muhalefeti yüzünden, Mu'tezile ise akılcı olmaları ve felsefeye olan ilgileri nedeniyle gelenekçilerden veto yediler.
900'lü yıllarda Eşari Irak'ta, Maturidi Maveraünnehir'de, Tahavi Sünniliğin kelami alt yapısını oluşturdular. Abbasi Halifesi ve bölge sultanlarının desteği ile Ehli Sünnetin yaygınlaşmasını sağladılar. 1100'lerde ise Gazzali Ehli Sünnet ile Tasavvufu uzlaştırdı. Bu bir bakıma Ehli Sünnet uleması nezdinde Tasavvufun meşrulaştırılması anlamına geliyordu. Bu tarihten sonra Tarikatler özellikle Selçuklu sınırları içinde daha aktif hale geldiler.
Müslümanların tarihi içinde oluşan bütün mezhepler, içinde bulundukları siyasal ortamda oluşan sorunlar karşısındaki farklı duruşları neticesinde şekillendiler. Diğer tüm siyasi, itikadi mezhep ve fikri akımlardan sonra ortaya çıkan Ehli Sünnet, daha çok mozaik bir yapı oluşturdu. Üzerinde uzlaşılan bir Ehli Sünnet tanımı yapılamadı. Hatta yapı içerisinde farklı olan diğerlerini Ehli Sünnet dışı sayan bir çok alim çıktı. Örneğin Eşari; Ebu Hanife ve ashabını Ehli Sünnet'ten saymamaktadır.
Sünni anlayışın temel parametleri ve zaafları şunlardır:
1- Ehli Sünnet'in hadisleri itikat esası kabul etmesi.
2- Ehli Sünnet'in her dönemde içinde bulunduğu siyasi otoriteyi meşrulaştırıcı bir rol oynaması: Ortaya çıktığı yıllarda İslam topraklarındaki parçalanmışlığa son vererek, siyasal bütünlüğü sağlamak ve dışarıdan gelen saldırılara karşı koyabilmek için, adalet ve dindarlıktan çok, kudretle donatılmış, güçlü bir sultana duyulan acil ihtiyaç, sünni siyaseti oluşturdu. Bu güç vurgusu, imamda bulunması gereken, adalet, ilm, ahlak gibi nitelikleri geri plana atılmasına yol açtı. Örneğin Tahavi şöyle demektedir: "Zulümde yapsalar, imamlarımıza ve emir sahiplerine isyanı caiz görmeyiz. Onlara beddua etmez, onlara itaatten el çekmeyiz."
3- Ehli Sünnet'in hadis ile sünneti eşit görmesi: Kur'an'ın pratiği olan sünnetin ne olduğu ve kaynağının neler olacağı tartışılagelmiştir. Sünnetin, Kur'an gibi Allah tarafından Resulullah'a indirilen fakat yazılmayan vahy (vahyi gayri metluv) olduğu, bunun da kaynağının hadisler olduğu fikri İmam Şafi'den beri önemli bir kısım ehli Sünnet uleması tarafından savunulmaktadır. Hatta bir kısım tarafından hadislerin de Allah tarafından Resullah'a indirildiği iddia edilmektedir.
4- Ehli Sünnet'in geleneği aşırı önemseyerek gelişmelere, yeni açılımlara, yorumlara açık olmaması: Ehli Sünnetin Müslüman topraklarda siyasi, kültürel ve toplumsal olarak hakimiyetini ilan ettiği 1200'lü yıllardan günümüze kadar, İslam dünyasında o güne kadar düşünülen, üretilen, yazılan eserlerin üzerine bir tuğla konulmadı.
Tek bir Sünni anlayış olduğunu iddia edemeyiz, Ebu hanife ve İbni teymiye örneklerindeki gibi kendisini Sünni olarak tanımlayan bir çok mücadeleci alim olduğunuda unutmamalıyız.
Soru cevap bölümünün yapılmasından sonra program sona erdi.