Akhisar’da ''Muhafazarlık ve İslam” konuşuldu
Özgür-Der Akhisar Temsilciliğinde yeni dönemin ilk programı İzmir Özgün-Der'den Kemal Songür'ün sunduğu ''Muhafazarlık ve İslam '' semineri ile başladı.
Songür Gazze ve müslümanlar için zafer duası ile başladığı konuşmada özetle şunları anlattı:
“Muhafazakârlık”; vahyin tanımladığı/onayladığı Din’e/İslâm’a ait bir kavram değildir.Muhafazakârlık, üretilmiş kültürün/geleneğin malıdır; Müslimlik ise değerin tanımıdır.
Muhafazakârlık; geleneksel sosyal değerlerin/olguların muhafaza edilmesini talep eden/hedefleyen politik-sosyal felsefe ve hayatı okuma biçimi olarak özetlenebilir. Toplumsal değişimlere ve özellikle köklü/kritik dönüşümlere direnç gösteren “adeta” fren fonksiyonu icra eden bir siyasi duruştur. Bu anlamda muhafazakârlık, değişime duyulan bir tepkiyi ifade etmek için kullanılır.
Muhafazakârlık ile ilgili en büyük yanılgı sağ kanat-milliyetçi-maneviyatçı ideolojisine/siyasetine indirgenmesidir. Oysa her düşünce akımının içinde bulunabilir; söz konusu düşünce akımının ya da kabullerinin değişmesini istemeyen her kişi/grup o düşüncenin muhafazakârıdır.
Bu topraklarda muhafazakârlığın hayatı okuma biçimine yönelik temel yaklaşımları ve kabullerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Bilinmeyenden korku duyarlar. Yeniliği güvenli bulmaz ve yenileceği endişesiyle üretilmiş/keşfedilmiş/test edilmiş olana sığınırlar.
2- İçine doğdukları yerleşik geleneği “güvenli liman” olarak görürler. Kimliklerini içlerine doğdukları kültürle tanımlarlar; değer yüklemeleri buradan neşet eder. “Milliyetçi-maneviyatçı-muhafazakâr-gelenekçi-devletçi-dindar/dine saygılı” vs. olarak kimliklerini tanımlarlar.
3- Var olan toplumsal düzeni “en iyi/ahlaklı/adil/ideal” olarak görmeseler de “daha kötüsü gelir” endişesiyle “ehven-i şer” kabulüyle düzenin devamından yana siyasi duruş sergilerler.
4- Dine dair yaklaşımı kitabi değil sözeldir; tahkike değil taklide dönüktür; “aklınızı kullanın” diyen ilahi uyarıya rağmen akıllarını kiraya vermeyi tercih ederler; sorgulamaz teslim olurlar; kıssayı değil menkıbeyi öncelerler; gerçeği hakikatte değil çoğunluğun kabulünde ararlar. Düşünsel çabayı donuklaştırma pahasına şahsiyeti körleştiren ve taklide endeksli bir din/yol tasavvurunu sahiplenirler.
5- Dünya menfaatine yönelik modern/yeni olan her ne varsa “kitaba uyma” endişesiyle değil “kitabına uydurma” kalkış noktasından hareket ederek tevil eder ve karşılaştıkları zorlukları “çağın gerekliliği” kılıfıyla meşrulaştırmanın yollarını arar ve çoğu kez “kendilerince” bulurlar. Örneğin; bayram-cuma namazlarına ve “daha koyu muhafazakârların” günlük namazların sünnetlerine/müstahaplarına gösterdikleri “titizliği” dinin kırmızıçizgilerine yönelik göstermezler yani faizi alıp vermenin “Allah’a ve Rasulü’ne savaş açmak” mesabesinde olduğu gerçeğini küçücük dünya çıkarına kurban edebilirler. Rasul’ün öncelikli sünneti olan “müşriklerle/zalimlerle mücadele sünnetini” göz ardı ederek Rasulullah’ın iklimsel/yöresel/zamansal olarak günlük hayata dönük yapıp-ettiği ne varsa “sünnet” yüklemesiyle “Rasulü takip ettikleri” zannıyla hareket ederler.
6- Dine dair yaklaşımları; dinin ruhu/içeriği/temeli ve bütün rasullerin gönderiliş gayesi olan, “La ilahe”ye tekabül eden şirk ve ondan neşet eden bütün yönelişlerden (tağutiyet/müstekbiriyet) azadeliği öngören/emreden vasfını göz ardı ederek tıpkı Protestan yaklaşımında olduğu gibi dini “ritüel/religion” tasavvuruna indirgerler. “Allah” tasavvurları “adeta” şöyledir: yaratan ama hükmetmeyen, kâinata nizam veren ama sosyal-siyasal-ekonomi alanına yönelik nizamâtı olmayan yani gökte ilah ama yerde ilah olmayan tasavvurlardır.
7- Sekülerizmin/ladinîliğin belirlediği ekonomik, sosyal, siyasal düzen ahlakı/değeri olmayan ve çıkara/hazza endeksli bir yapılanmadır. Muhafazakâr bunu dönüştürmeyi değil, bilakis içine “bir çeşni olarak” ahlakilik katmanın derdindedir. Yani yönetsel mülkü edinme değil de o mülkte kendine yer ayrılmasını hedefler.
8- Seküler temelli bütün izm’ler, dini ve dine ait olan bütün değerleri reddeder; buna karşın muhafazakârlık, dini kabul eder ve/fakat değiştirir, dönüştürür ve hayatiyetini sürdürmek için bütün izm’lerle uzlaşmanın yollarını arar.
Özetle; muhafazakârlığın bu topraklardaki karşılığı ve din algısı; tasavvuf, türbe, menkıbe, hurafe, İsrailiyat, mitoloji ile bezeli olduğu gerçeğidir; milliyetçi-mukaddesatçı sağ eğilimlerle harmanlanmaktadır. Mezheplilikten çok öte mezhepçi tasavvurlar hakimdir; ümmetçilikten çok öte millilik refleksi ön plandadır; tahkike değil taklide dayalı dinsel aidiyet ve geleneği sorgulamaksızın tortularıyla/bidatleriyle süpürüp alan “atalar dini” diyebileceğimiz ve de ritüellere indirgenmiş dini tasavvurların sahibidirler.
Vahyin tanımladığı/onayladığı Mümin-Müslim kimliğidir:
‘Muhafazakârlık’ üretilmiş kültürün/geleneğin malıdır, Müslimlik ise değerin tanımıdır.
Değerin tanımladığı Müslüman kimlik muhafazakâr değil, sahih dinin müntesibi, eskimeyen/eskitilemeyecek yeninin yani tevhidin karşılığıdır.
Müslüman kimliği; zamanlarüstü ve her zamana hükmedecek değerin, hayatın her sahasını/safhasını düzenleyen; şahsiyetten aileye, toplumdan devlete bütün alanlara nizamât veren dinin/yolun temsilcisi/teslimiyetçisidir.
Müslüman kimliği; mutlak hakikati/değeri resmeden, nebileri tanımlayan ve inşa eden, hayatın kalkış ve varış noktası olarak tevhidi vaaz eden, bütüncül bir hayat tarzının ve hayatı okuma biçiminin yegâne kılavuzu ve biricik mihenk taşı/kıstas mercii hususiyetini vahye tevdi eden kimliğin adıdır.
Müslüman kimliği; “usvetun hasenetun/en güzel örneklik” olarak rasulü/rasulleri gören, bizlerden önce yaşayan Müslümanların tecrübelerinden/birikimlerinden yararlanan, geleneğin salih/sahih yaklaşımlarını sürdüren ve mümeyyiz akılla tortuları ayıklayabilen; taklidi değil tahkiki önceleyen, bütün edinimleri vahye arz eden ve oradan aldığı onayla bütün düşünsel/eylemsel yeniliklere/üretimlere açık olan, hasımlığı zalimlere hısımlığı Müslimlere gösteren, her türlü asabiyeyi ayaklarının altına alarak iman kardeşliğini her yakınlıktan öte/önce gören, dünyevi değil dünyalı olan ve bunu da “ahiretin tarlası” olarak görüp salih amel tohumlarıyla eken ve ahiretteki hasatını uman bir kimliğin adıdır.
Sözün özü; muhafazakârlığı aşmak ve aşılmasına katkı sunmak için vahyin tanımladığı sahih bir imanı ve salih amelleri önceleyen/örnekleyen, [وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطاً لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهٖيداًؕ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتٖي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِـعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِؕ وَاِنْ كَانَتْ لَكَبٖيرَةً اِلَّا عَلَى الَّذٖينَ هَدَى اللّٰهُؕ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضٖيعَ اٖيمَانَكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌ] “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak bir ümmet yaptık. Biz bu yöneldiğin kıbleyi özellikle resule uyanlarla sırt çevirenleri açıkça ayırt edelim diye belirledik. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelecektir. Allah imanınızı asla zayi edecek değildir. Çünkü Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” ilahi uyarısını hayatın amacı olarak gören ve yaşayan/yansıtan öncü-vasat-dengeli-adil şahsiyetlerin, elle tutulur/gözle görülür model cemaatin/ümmetin oluşması için cehdetmek hepimizin ibadi sorumluluğudur.
Program yapılan katkılar ile sona erdi...