Akhisar'da "Kur'an'a Göre Kavramlar" Semineri
Özgür-Der Akhisar Temsilciliğince bayanlara yönelik olarak düzenlenen "Kur'an'a göre kavramlar" başlıklı seminerler dizisinin dördüncüsü Özgür-Der İzmir şubesinden Elif Sağıroğlu'nun sunumuyla gerçekleştirildi.
Elif Sağıroğlu "Sabır ve dua" konulu seminerinde şunları söyledi:
"Kur'an, zulme uğradıklarında ya da bir imtihanla karşılaştıklarında müminlerin sabır ile verilecek bir mücadele ile kurtulabileceklerini söyler. Kur'an'da evrensel bir ilkenin verildiği her ayet pasajının sonunda 'sabretmek'ten ya da 'sabredenlerden olmak'tan bahsedilir.
Kur'an'ın sabır kelimesini kullanışı yaygın olarak Müslüman toplumlarda anlaşılan anlamın çok dışındadır. Maalesef gelenekte sabırlı olmak, güçsüz olanın güçlü karşısında hakkını korumaması, hakkından vazgeçmesi olarak anlaşılmıştır. Böylelikle Müslümanlar zulme seyirci kalmış, haksızlıklara karşı rıza göstererek boyun eğmiş, her türlü kötülüğe ve fitneye karşı sessiz hale getirilmiş, İslami kimliğin ya da sembollerin ayaklar altına alınmasına tepki göstermez hale gelmişlerdir. Müslüman halk arasında 'sabretmek', çoğunlukla sineye çekmek, ses çıkarmamak, karşılığının verilmesini ahirete bırakmak veya Allah'a havale etmek şeklinde anlaşılmıştır.
Oysa Kur'an'da sabrın en önemli anlamı karşılaşılan zorluk ve musibetler karşısında dayanmak ve kararlılık göstermektir:
"Andolsun sizi korku, açlık, mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele." (2/Bakara, 155)
"Senden önce de rasuller yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, nihayet onlara yardımımız yetişti. Allah'ın kelimelerini (yardım vaadini) değiştirebilecek kimse yoktur. Sana da rasullerin haberinden bir parça geldi." (6/En'am, 34)
"Andolsun biz sizi deneyeceğiz ki içinizden cihad edenleri, (güçlüklere) sabredenleri, sözlerinde doğru olup olmayanları bilelim." (47/Muhammed, 31)
Allah, zulme uğrayarak mustazaf olanların, içinde bulundukları durumdan ancak sabrederek ve direnerek kurtulabileceklerini söyler:
"Firavun (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlanıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı.
Biz ise istiyorduk ki o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, onları ötekilerin yerine aldıralım.
Ve o yerde onları hakim kılalım, Firavun ve Haman'a ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim." (28/Kasas, 4-6)
Allah insanlara sabretmelerini ve yalnızca Allah'tan korkmalarını öğütler. İnsan sabreder ve Allah'tan yardım dilerse Allah'a itaat etmiş olur. Bu noktada önemli olan husus Allah'a itaatten ayrılmamanın ve bu konuda ısrarcı olmanın sabır anlamına gelmesidir.
Müslüman zalimin zulmüyle karşılaştığında, o zalim otoriteye karşı ve onun işbirlikçilerine karşı yılmadan, yorulmadan hakkı haykırmak zorundadır. Allah, zulüm karşısında kurtuluşun tek yolunun sabır olduğunu belirtmiştir ayetlerinde.
Bu noktada Allah'ın, sünnetullah gereği insanları uyardığı bir diğer kanunu Allah'ın gazabına sadece zulmedenlerin değil, zulme rıza gösterenlerin de uğrayıp helak olacağıdır. Allah'ın azabından sadece sabredenler kurtulacaklardır. Allah sabretmenin gereği olarak öğüt verenleri, tebliğ edenleri ve sabırlarını eyleme dökenleri kurtarır.
Dua ise, sabırla ilintili bir kavramdır. Sabretmek fiili bir duadır. Rabbimiz, Kur'an'da kullarının dualarına karşılık vereceğinden, inananlara yardımından ve inkarcıları yok etmesinden söz etmektedir.
Hiç şüphesiz Allah Kur'an'da müminlerin duasını kabul edeceğini belirtmekle kalmaz, duaya icabet ettiğinin örneklerini de verir. Fakat tarihsel algılamada aynen sabır kelimesi gibi dua kelimesi de tahrife uğramıştır. Unutulmamalıdır ki Kur'an'da dua etme sadece "bir talepte bulunma" anlamına değil, aynı zamanda "ibadet etme" anlamına da gelir. Yani mü'minler her zaman bir 'dua' hali içinde olmalıdır. Sadece belirli kutsal addedilen gecelerde, sayılı ve kalıplaşmış metinleri okumak dua etmek anlamına gelmez. Bu konuda yine Kur'an'a başvurduğumuzda, Rabbimizin bizlere nasıl dua edeceğimizi de öğrettiğini görürüz."
Seminer programı, konuşmacının Al-i İmran Suresinden şu ayetleri okumasının ardından sona erdi:
"Onlar ki; ayaktayken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı anar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerine tefekkür ederler: Rabbimiz! Bütün bunları anlamsız ve amaçsız yaratmadın! Yücelikte eşsizsin! Bizi ateşin azabından koru!"
"Rabbimiz! Sen kimi ateşe mahkum edersen, kesinlikle onu rezil etmiş olursun; ve o zalimler yardımcı da bulamazlar!"
"Rabbimiz! Bizi,'Rabbinize iman edin!'diye imana çağıran bir davetçiyi duyduk ve hemen iman ettik! "Rabbimiz! Bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı erdemlilerle birlikteyken al!"
"Rabbimiz! Elçilerin aracılığıyla yaptığın vaadi bize bahşet ve Kıyamet günü bizi mahcup etme! Çünkü Sen, vaadinden asla caymazsın!"
Rableri de onların dualarına şöyle icabet etti:"Erkek olsun, kadın olsun, çaba gösteren hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım; sizler karşılıklı birbirinizi tamamlayan parçalarsınız. Kötülükten ve kötülük diyarından hicret edenlere, yurtlarından sürülenlere, yolumda eziyet çekenlere, savaşanlara ve öldürülenlere gelince: Onların kötülüklerini mutlaka örteceğim ve elbet onları Allah'tan bir ödül olarak içinden ırmaklar akan cennetlere sokacağım; zira ödüllerin en güzeli Allah katındadır." (Al-i İmran 191-195 )