Akhisar'da Hz. Süleyman Kıssası İşlendi

Akhisar'da Hz. Süleyman Kıssası İşlendi

Akhisar Özgür-Der temsilciliğinde düzenlenen seminer programlarının bu haftaki konusu Hz. Süleyman (a) kıssasını İsmail Kobak sundu.

İsmail Kobak konu hakkında özetle şunları anlattı:

Kıssalarda geçen olaylarla peygamberimiz ve ashabına gayret ve sabır müjde bildirilmekte; Allah'ın ayetlerini yalanlayıp küfürde direnenler de uyarılmaktadır.

Daha sonraki çağlarda gelecek olan müminler için de bu kıssalar durum ve şartlarına göre ibret örnekler vardır. Zaten müminler bunlar üzerinde düşünmeye ve öğüt almaya çağırılmaktadır.

Ağırlıklı olarak Mekki surelerden; Neml, Sebe, Enbiya surelerinde, kıssası anlatılan Süleyman @ hakkında, Kur’an-ı Kerim’in indiği dönemde Cahiliyye Araplarının bir takım bilgileri mevcuttu.Arap müşriklerinin bu bilgileri evvela; Kitap ehliyle olan münasebetleri esnasında Tevrat ve İncil'den aktarılan rivayetlerden kay­naklanıyordu. Bunun yanı sıra Ku­reys suresinde belirtilen; kışın Yemen'e yazın Şam’a yapılan ticaret kervanlarının seferleri esnasında da bilgiler ediniyorlardı. Yemen tarafına yaptıkları “kış sefer”lerinde o bölge içersinde bulunan Sebe ile ilgili rivayet ve kalıntıları; Şam’a yapılan yaz seferlerinde ise o bölge yakınlarında bulunan şimdiki Kudüs'te hükümranlık sürmüş olan Süleyman (a) hakkındaki riva­yet ve kalıntıları işitip görüyorlar­dı.

Böylece Cahiliyye toplumunun Süleyman (a) kıssası hakkındaki altyapısı, henüz Kur’an inmeden önce oluşmuştu. Ne var ki bu altya­pı hidayete sevk edecek Tevhidi çiz­giden uzaktı ve daha ziyade masa­lımsı ve efsaneviydi. Rivayetlerin kurgusu zen­ginlik, maddiyat ve aşk teması üzerineydi. Hz. Süleyman (a) hakkında bü­tün bu olumsuzluklara muhatap olan Cahiliye toplumuna Allah; Sü­leyman kıssasını vahyederek onlar­dan öğüt almalarını istedi. Bu kıs­sanın nüzulü, Müslümanlar için ib­ret ve öğüt, inanmayanlar için az­gınlıklarını daha da artıran sebep oldu.

Hz. Süleyman’dan evvel, babası Davud’un, büyük bir hükümdarlığı vardı. Davud (a) aynı zamanda resul seçilmiş ve kendisine kitap ve­rilmişti.

‘Andolsun ki biz, Resullerin kimini kimine üstün kıldık, Davud‘a da Zebur’u verdik.” (İsra/55).

Adil bir hükümdardı. Halkını ezmedi. “Ey Davud biz seni hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet "(Sad/26)

Allah’ın verdiği nimetler seve­sinde egemenliği oldukça genişle­mişti.

“Onun mülkünü güçlendirmiş­tik.”(Sad/20)

“Dağları ona ram et­miştik...”(Sad/18)

“Toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onun nağmesine ka­tılırlardı.. .“ (Sad/19).

Böylece otoritesini sağlamlaştı­ran Davud’a Allah; zırh yapımını öğretmek suretiyle savaşlarda üs­tünlük elde ederek egemenliğini daha da genişletmesini sağladı.

“Savaşın şiddetinden korunmak için zırh yapma sanatını öğretmiştik.” (En­biya/80)

Calut’la yaptığı savaşı an­latan ayetler (Bakara/249-250) onun savaşma sanatındaki mahare­tini bize gösterir.

Davud’un bu muhteşem hü­kümranlığı altında yetişen Hz. Sü­leyman aynı zamanda onun karar­larına ortak oluyordu.

“Davud ve Süleyman da milletinin koyunlarının yayıldığı ekin hakkında hüküm veri­yorlarken, Biz onların hükmüne şahit­tik.”(Enbiya/78).

Babası Davud’un yanında tecrübe ve bilgisini gelişti­ren Hz. Süleyman, ülke yönetimin­de de derin bir tecrübe sahibi ol­muştu. Hz. Davud’un hükümdarlı­ğı ölümüne kadar sürdü. Onun ölümünden sonra tahtına Hz. Sü­leyman varis oldu. Kur’an-ı Ke­rim’in Nemi Suresi 15. ayeti bu hu­susa şöyle işaret eder:

“ Süleyman, Davud’a mirasçı oldu.”

Artık Süleyman (a) hem bir Melik, hem de resul olarak ülkesini yönetmeye başlamıştı. Babasından kalan hükümdarlıktan başka, Allah ona peygamberlik de vermişti. “Andolsun ki Davud ‘a ve Süleyman ‘a İLİM verdik.” (Neml/15).

Hz. Sü­leyman, Tevrat’ta " Fırat Irmağı'ndan Filistiler bölgesine, oradan da Mısır sınırına dek uzanan bölgedeki bütün krallara egemendi. " (2. Krallar,9/26)diye tarif edilen, bugünkü İs­rail topraklarından daha da büyük bir araziye sahip devletin başına geçmişti. Ülkenin batısını teşkil eden topraklar Akdeniz’e sınırdı. Bu kıyılar deniz ticaretinin limanla­rını oluşturuyordu. Ayrıca Kızılde­niz kıyısında da limanlar mevcuttu.

Şimdi Süleyman peygamberin sahip olduğu imparatorluğun ve ona Allah'ın bahşettiği nimetlerin ayrıntılı incelemesine gecelim.

a/ Rüzgar

Kur’an’ın gösterdiği işaretler­den bakacak olursak Süleyman (a) Allah’ın, kendisine bahşettiği rüzgara hakimiyet gücünü kullanarak; istediği tarafa sevk ettiği “rüzgar” sayesinde, denizde yelken açan bütün gemile­rin; rüzgarın itme gücü ile hareket ettiği o çağda, mallarla yüklü gemileri­nin daha hızlı seyretmesini sağla­yarak ticarette de büyük aşamalar kaydettiği düşünülebilir.

“Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman‘ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, Onun buyruğuna verdik...” (Enbi­ya/81).

“Bunun üzerine Biz de, iste­diği yere onun buyruğu ile kolayca gi­den rüzgarı verdik.” (Sad/36)

“Gün­düzün estiğinde bir aylık mesafeye gi­dip akşam da bir aylık mesafeden dö­nen rüzgarı Süleyman ‘in buyruğu al­tına verdik.”(Sebe/12)

“ O halde rüzgar Süleyman’ın emrindeydi ve o bir aylık uzağa deniz seferleri dü­zenleyebiliyordu. Çünkü rüzgar onun gemileri için istediği yönde esiyordu.”

Burada söylemek istediğimiz şudur: Hz Süleyman; Allah'ın kendisine tahsis ettiği egemenlikle rüzgara emrederek, yarım günde yani on iki saatte, bir aylık mesafe hızındaki rüzgarı, denizlerdeki gemileri için kullanarak ticari üstünlük sağlamıştı. Akdeniz kıyısındaki limanlar Çin ve Yemen üzerinden deniz ve kara ipek yolundan gelen ticari malları Afrika ve Avrupa'nın en ücra köşelerine hızla sevk edebiliyordu. Onun rüzgara hakimiyeti sadece denizler üzerindeydi.

b/ İnşaatçılık

Süleyman (a) aynı zamanda ya­pı işlerine de ağırlık vermişti. Yap­tırdığı binaların en görkemlisi Ku­düs’te inşasına başlanılan Mabeddi. Tevrat' ta Hz.Süleyman'ın inşaatlarının çok büyük ve yıllarca süren yapılar olduğu anlatılır.

" Süleyman iki yapıyı - RAB'bin Tapınağı'yla kendi sarayını - yirmi yılda bitirdi. " (1.Krallar,9/10)

" Kral Süleyman RAB'bin Tapınağı'nı, kendi sarayını, Millo'yu ve Yeruşalim'in surlarını yaptırmak; ayrıca Hasor, Megiddo ve Gezer kentlerini onarıp güçlendirmek amacıyla angaryacıları toplamıştı. " (1.Krallar,9/15)

Emrinde inşaat işlerinde çalıştırdığı binlerce köle ve usta ve bunları gözetleyen kahyaları vardı. Kur'an bu hususu şöyle belirtiyor.

" Ve Şeytanları: Her bina ustasını ve dalgıcı. Ve zincirlerle birbirine bağlanmış di­ğerlerini buyruğu altına verdik." (Sad/37-38)

Bu sayede çok zor iş olan inşaatçılığa ağırlık verildi. Her şeyin insan emeğiyle yapıldığı o çağlarda başlanılan bir inşaat yıllarca sürüyordu. Binlerce köle besleyen, yıllarca süren yapılara, yığınlarca malzemeyi temin edebilen, Hz. Süleyman’ın hükümdarlığının istihdam gücünün ne denli büyük olduğu Tevrat’ın 1. Krallar bölümünde şöyle dile getiriliyor:

“Ve Süleyman’ın yük taşıyan yetmiş bin ve dağlarda taş kesen seksen bin adamı; bunlardan başka Süleyman’ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üç bin altı yüz baş kahyaları vardı... Ve Süleyman on yıldır evini yapıyordu.” (2. Tarihler, 2/2)

c./Bakır

“...Onun için su gibi erimiş bakır akıttık.”(Sebe/12)

Allah, Hz.Süleyman’a, bakır madenini bahşetti. Böylece babası Davud’a demiri yumuşatarak savaş malzemeleri yapma sanatını ihsan eden yüce Allah, Süleyman’a da bakır madenini su gibi akıtarak, Davud’dan kalan demircilik sanatının üzerine bakırcılığındaeklemesini sağladı. Böylece bakırcılık gelişti, bina dekorasvonları, heykeller, devasa kazan kaplar imal edilmeye başlandı.

“Süleyman için O ne dilerse; Mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı.”(Sebe/13)

Süleyman inşa ettiği mabedin süslemelerini bakırdan yaptırıyordu. inşaatlarda çalışan binlerce işçinin yemekleri için dev kazanlar ve günlük yaşamda kullanılan kap kacakları bakırdan döktürmüştü. Bakır artık günlük hayatın bir parçası olmuştu.

“Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rab­binin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bun­lardan buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık. Süleyman için, o ne dilerse, mabedler,heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. " (Sebe/12-13)

ç./ Atlar

Süleyman (a)’ın sahip olduğu nimetler arasında atlar da vardı.

Ordusunun süvari birliklerini, en iyi cins atlar olduğu bilinen Arap atları ile teçhiz etmişti.

" Süleyman savaş arabalarıyla atlarını topladı. Bin dört yüz savaş arabası, on iki bin atı vardı. Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim'e yerleştirdi. " (2.Krallar,1/14)

Kur'an'ı Kerim'de ise Süleyman'ın (a)atları ve onun bu hayvanlara olan sevgisi üzerinde durulur.

" Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu. Süleyman:

" Doğrusu, ben bu iyi malları, Rabbimi anmayı sağladıkları için severim." Demişti. " (Sad/31-32)

Bu ayet-i keri­me'den anlaşıldığı kadarıyla, kendi­sine bir beldeden (Tevrat’a göre Mı­sır’dan) getirilen cins atlarla, Hz. Süleyman bizzat ilgilenmiştir.

“Koşup, toz perdesi arkasında kay­boldukları zaman: ‘Artık yeter, onları bana getirin.’ dedi. Bacaklarını ve bo­yunlarını sıvazlamaya başlamıştı(Sad/33) Atları yarıştırıp deneyen Süleyman, onları yanına getirip ba­caklarını ve boyunlarını okşar. Bu ayetlerde belirtilen mal sevgisi; Al­lah tarafından verilen malların Al­lah’ı anmayı, onu hatırlamayı sağ­ladıkları için sevilmesi olayıdır; dünya hayatına tapan insanların mal sevgisi gibi olmadığını belirt­mesi içindir. Hz. Süleyman’ın mal sevgisi Allah’ın istediği nizamın te­mini için atların ve diğerlerinin bir vasıta olmasından dolayıdır. Hz. Süleyman her zaman Allah’a; ver­diği nimetler için şükreden bir kul­du. O denenmiş biriydi. Allah’a asi olması mümkün değildi. Bunu Al­lah, bir sonraki ayette şöyle belirtiyor:

“And olsun ki Süleyman ‘ı dene­dik, hükümranlığını zayıf düşürdük; sonra eski haline döndü. Süleyman:‘Rabbim, beni bağışla! Bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hü­kümranlık ver! Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın.’ dedi.” ( Sad/34-35)

Ayetlerde anlaşılması gereke­nin Süleyman’ın mal sevgisinin; Al­lah rızasını kazanma yolunda bu malların bir vesile olduğunu itiraf etmesi iken, olmadık yorumlara gi­dilmesi sonucu, ayetlerin asıl mesa­jı kaybolmaktadır. Dolayısı ile olay hidayetle ilgili olmaktan ziyade ta­rihsel boyutlarda kalmaktadır.

d./ Cinler

Hz. Süleyman babasının zama­nından devam ede gelen bir hü­kümdarlığın sahibi idi. Bu hükümdarlığı tesis ederlerken çeşitli sa­vaşlar yapmışlar, bu savaşlardan aldıkları ganimetler yanında sava­şan düşmanlardan esirler, köleler edinmişlerdi.

“Rabbinin izniyle, ya­nında iş gören CİNleri onun buyruğu altına verdik.”(Sebe/12)

“Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören ŞEYTAN1ardan da onun buyruğu altına verdik.”(Enbi­ya/82)

“Süleyman'ın CİNlerden, insan­lardan ve kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı.”(Nenıl/18)

“...Bina kuran ve dalgıçlık yapan ŞEYTANIarı, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına ver­dik.”(Sad/37-38)

Eğer emrinde böyle büyük bir güç mevcut olmasaydı, emeğe da­yalı işlerin yoğun olduğu o dönem­de Hz. Süleyman'ın yıllar sürecek binalar yapmaya girişmesi müm­kün olamaz. Ayrıca ticaret ve di­ğer el sanatlarının yoğun olarak ya­pılması mümkün olmazdı.

e./ Kuş Mantığı

“Ey insanlar. Bize Mantıkut-Tayr öğretildi.” (Neml/16).

Sebe Melikesi ile Hz. Süleyman arasına geçen olaylar öncesinde açıklanan

buözellik aynı zamanda Sebe’den haber getirip, diyalogu sağlayan Hüdhüd kuşunun Süleyman’la an­laşmasını izah etmiş oluyordu. “Şu yazımı onlara götür, onlara at. " (Neml/28)

Hz. Süleyman’ın kuşlarla olan ilişkisi, babası zamanında başlamış­tı:

“Doğrusu Biz, akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları, KUŞLARI da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik.”(Sad/18). Davud da kuşlarla ilgilenmişti, onun bu ilgisi Süleyman’da da devam etmişti. Da­ha sonraları Süleyman(a) , kuşların hareketlerini de anlamaya başlamış ve onları çeşitli işlerde kullanma imkanlarını elde etmişti.

“O yalnız kuşların sesleri veya hareketleri ile ifade ettikleri hisler­ini anlamakla kalmıyor, o hisleri idare eden mantıkı, ledünniyatı da biliyordu.”

“Binaenaleyh kuşun muhtelif hisleri arasındaki münasebatı idare eden hassasiyet kuvvesi kuş mantı­ğı ve hislerini izhar için çıkardığı sesler de kuş dili demek olur. Me­sela horozun yem aramak için de­şinmesinde bir mantık vardır. Yemi bulduğu zaman “dik, dik” diye ta­vukları çağırması da bir nutuk, bir dil demektir.”

Dolayısıyla kuş mantığını kav­rayan Süleyman (a) onları istediği yerlerde kullanmayı başarmıştı. “Hz. Süleyman (as.) bu kuş birlik­lerini, muhtemelen haberleşme, av­lanma ve buna benzer görevler için kullanıyordu.”

Neml Suresi’nde anlatılan, Sü­leyman (a) ve Sebe melikesi arasın­da geçen olaylar

“Hüdhüd’ün getirdiği haberde Sebe ile ilgili anlattığı detaylar Pey­gamberlik fonksiyonunun Allah ta­rafından Hüdhüd ağzıyla ifade edilmesidir. “Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm.”Sebe kav­minin Allah’ı tanımadıkları, Allah zannıyla güneşe taptıklarını anlatı­yor. Bunu niçin yapıyorlar? “...Şey­tan kendilerine, yaptıklarını güzel gös­termiş, onları doğru yoldan alıkoy­muştur.”O halde ne olacaktır? Şeytan onlara eğri yolu süslü gös­terdiği için, doğru yolu bulamaya­caklardır. Onlara Allah’ın dinini bildirecek bir resul gereklidir. İşte Allah’ın Süleyman’ı Sebe’ye sevk etmesi; onlara doğru yolu bildirmek istemesinden kaynaklanıyor. Tabii ki bu ayetler bize, aynı zamanda peygamberliğin toplumdaki fonksi­yonunu anlatmış oluyor.

Hüdhüd’ün Süleyman’a Sebe kavminin durumunu bildirdikten sonra;

Süleyman (a) Melike’ye Hüdhüd vasıtasıyla bir mektup gönderir. Mektubu alan Melike, he­men mele’sini toplar.

“Ey ileri ge­lenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm veremem. ” (27/32)

Bu ayet, Melikenin ülkeyi nasıl yönettiği hakkında bize bir fikir veriyor. Daha önce 23. ayette Melike'nin elde ettiği nimetler sayılır:

" Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum.”

Kendisine her şeyden bolca verilen, ifadesi Süleyman (a) için de kullanılır " Ey insanlar! Bize kuşdili öğre­tildi ve bize HER ŞEYDEN BOLCA VERİLDİ. " Şu halde Melike büyük bir servet sahibidir ve ülkesini şura ile yönetmektedir. Sebe Melikesi Belkıs ile Hz. Süleyman arasında yapılacak bir kıyaslamada, ülke yö­netimtarzları ile sahip oldukları servetlerin birbirlerine yakın olduğunu gösteren verilerle karşılaşıyo­ruz. Her iki yönetim birbirinin aynı kapasiteye sahiptirler. Ancak Belkıs'ın yönettiği devletve tebaası şirke düşmüş, Allah’a isyan etmişler­dir. Hz Süleyman’ın yönetimi ise adaletiile şöhret bulmuş, ele geçiri­len yerler ve tüm bölgede nam sal­mış, diğer idarelerin gözleri kork­muştu. Tabii bu Belkıs tarafından da duyulmuştu.

Yapılacak en iyi iş, Hz. Süley­man’ın mektubunu aldıktan sonra,

Süleyman’ın zayıf taraflarını yokla­maktı. Neticede şura, Hz. Süley­man’ın hediyelerle denenmesine karar verir. Bu kararda şu psikoloji vardır: Krallar her ne kadar büyük bir servete sahip olsalar da, tabaları tarafından saygı ile karşılansalar da, yine de içlerinden elde ettikleri bu nimetlerden daha da fazlasını isterler. Bu onların zayıf tarafları­dır. Dolayısı ile iyi bir yönetici olan Melike, Süleyman’ı denemek ister. Fakat umdukları gibi olmaz. Süley­man (a) mala düşkün biri değildir. Allah bunu daha önce anlatmıştı.

“ (Süleyman) Doğrusu ben bu iyi mal­ları Rabbimi anmayı sağladıkları için severim.”(Sad/32).

Hz. Süley­man’ın, malı Allah’a hizmette bir vasıta olduğu için sevdiğini bilme­yen melikeye cevabı çok serttir:

“Allah’ın bana verdiği size verdiğin­den daha iyidir. Ama belki de siz hedi­yenizle sevinirsiniz. Onlara dön! An­dolsun ki, güç yetiremeyecekleri bir or­du ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız.”(27/36)

Bu sert cevap içerisinde Melike’nin da­ha önce ifade ettiği bir husus yer alır. o da; “ Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bo­zarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. ”(27/34) şeklindeki hükümdarlar hakkındaki tanımıdır.

Hz. Süleyman, bu sert cevabı yolladıktan sonra, Melike’nin tes­lim olacağından o kadar emindir ki şöyle bir çağrı yapar.

“ Ey cemaat! Bana teslim olmalarından önce, hangi­niz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?” (27/38)

Amacı ona kudretinin bü­yüklüğünü göstermektir. Buna bile gerek kalmaz çok zeki biri olan Me­like; Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında tevatüren edindiği bilgi­lerle, bu mülkün Allah’ın yardımı olmadan olamayacağı kanaatine varır. Hz. Süleyman’la görüşmek üzere Kudüs’e doğru yola çıkar.

Belkıs Kudüs’e doğru yol alır­ken onun Müslüman olduğundan haberi olmayan Hz. Süleyman, Kitap ilmine sahip birisi sayesinde Belkıs’ın tahtını getirttirerek, tahtı melike tarafından tanınamayacak hale getirtir. Süleyman’ın Melike’ye ilk sorusu, yanı başlarında duran tahtın kime ait olduğu idi. Belkıs’ın cevabı ise tahttan ziyade Allah’a teslim olması ile ilgiliydi. “ Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk. ”Rivayeten aldığı bu bilgilerle teslim olan Melike, Hz. Süleyman’ın sahip olduğu eserleri görünce kalbi daha mutmain olur ve şöyle der:

“ Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum. ” (27/44)

Böylece Allah’ın verdiği nimet­leri, O’nun yolunda kullanan bir yöneticinin ve toplumun ulaştığı seviye Belkıs’a gösterilmiş, onun da elindeki serveti Allah yolunda kul­lanması gerektiği anlatılmış oluyor­du.

“ Süleyman‘ın ölümüne hükmetti­ğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere fark ettirdi. 0 ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azab içinde kalmaz­lardı.”(Sebe/14)

Süleyman , (a)babasından dev­raldığı hükümdarlığı adaletle; Al­lah’tan aldığı Resullüğü hak ile ye­rine getirip eceli geldiğinde vefat ettirilir. Emrindeki cinlerin bu olay­dan haberleri olmaz. Dolayısıyla azab içinde hayatları devam eder. Eğer Süleyman’ın ölümünden ha­berleri olsalardı isyan eder kurtu­lurlardı.

Ömer Rıza Doğrul’a göre: “Süleyman’ın dayandığı değnek, onun

saltanatıdır. değneğini yiyen kurt da oğlunun idaresizliği ve zaafıdır. Cinler de kendisinin emri altına gi­ren yabancılardır. Süleyman’ın ölü­münden sonra onun saltanatına musallat olan oğluRehoboam, sefa­ zevke daldığından, onun saltanatını kemirdi, çürüttü, sonunda İsrailoğulları’na hizmet eden, boyun eğen kabileler, artık onlara boyun eğmediler. "

Tevratta da Süleyman’ın ölümünden sonra yerine oğlu Rehobo­am'ın geçtiğini fakat; ülkeyi babasının yönettiği gibi iyi yönetemediği­ni anlatır.

Gerek müfessirlerin yaptığı yo­rumlar, gerekse Ömer Rıza Doğrul’un yaptığı izah, sonuçta vakıayı anla­maya yönelik ferdi görüşler olarak alınmalı, ama nihai tespit olarak de­ğerlendirilmemelidir. Zira Rabbi­miz bu detay üzerinde Kur'an'da fazla durma­mış, asıl mesajı, öne çıkarmıştır:

"...Şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı al­çak düşüren bir azab içinde kalmazlar­dı.”

Bizler için önemli olan husus budur. Ölümün nasıllığının bilin­mesi bizlere pek bir şey kazandır­mayacaktır. Hatta belki de gerek­sizdir.

Sonuç

Sonuç olarak Süleyman (a) kıs­sasının vermek istediği mesajları şöyle sıralayabiliriz:

a) Hz. Süleyman kıssasının nazil olmasının ilk sebebi Tevrat, İncil gi­bi muharref kitaplardan ve çeşitli rivayetlerden, Hz. Süleyman hak­kında bir takım yanlış fikirlere sa­hip olan cahiliyye toplumuna kıssa­nın doğrusunu bildirmektir. Çünkü hidayetle ilgili içerikten yoksun olan Süleyman (a)kıssasından insanlar öğüt ve ibret alamazlardı.

b) Mekke’yi kendi heva ve he­veslerine göre yöneten Mekke Me­lelerine, toplumu hak ve adaletle yönetmeleri kıssa yoluyla bildiril­miş oluyordu.

c) Hz. Süleyman’ın kıssasının bütünü, ülke yönetiminde bulunan bir yöneticinin Allah’ın emirlerini gerek kendisine, gerek toplumuna, gerekse diğer toplumlara uygula­malarını ibret olarak vermektedir.

d) “Ey Davud! Biz, seni yeryü­zünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet, hevana uyma yoksa seni Allah ‘in yolundan saptı­rır.”(Sad/26).

Babası Davud’a Al­lah’ın emrettiği bu ilke; Hz. Süley­man’ın da kavmini yönetirken uy­guladığı ilahi bir ilkedir. Allah böy­lece ülke yöneticilerinin toplumla­rına yapacakları davranışların nasıl olması gerektiğini iki İslami otorite olan Davud ve Süleyman’ın kıssası ile bildirmiş oluyordu.

e) Sebe melikesinin Melesi ile yaptığı istişare, ülke yönetiminde ŞURA prensibinin önemini göste­rir.

f) Allah’ın verdiği nimetleri onun kanunlarına göre değerlendi­rerek toplumun refahını artırmak... Diğer toplumların önüne geçmek...

Hz. Süleyman’ın gemiler inşa edip, rüzgarlardan faydalanarak ticarette ilerlemesi, zırh ve Arap atları ile teçhiz edilmiş kuvvetli bir orduya sa­hip olması, bakır madenini işleme sanatını geliştirmesi ve inşaat sanatını ilerleterek elde ettiği göz alıcı binalar sayesinde kurduğu medeniyet bizlere ibrettir. Böylece silah üs­tünlüğü sayesinde gelecek tehlike­lere karşı hem hazırlıklı olmak, hem de diğer kavimlere üstünlüğünü bu yolla kabul ettirmek mümkün olabilir. .

g) Yöneticiler geldikleri makama Allah’ın lutfu ile gelirler, dolayısıy­la böbürlenme, şöhret tutkusu ve tamahkarlık onlara yakışmaz. Elde ettikleri o mevkinin Allah’ın onlara bahşettiği ve sınandıkları bir mevki olduğunu her zaman hatırlamaları gerektiği kıssa yolu ile anlatılır.

h) Süleyman’ın (a) Sebe melike­sini, İslam’a çağrı metodu olan mektup gönderme metodunu, daha sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselat-u vesselam’ın; çağdaşları diğer hükümdarları İslam’a davet ederken kullandığını görmekteyiz.

ı) Davud ve Süleyman kıssası, Allah’ın yeryüzündeki halifesi ola­rak İslam otoritesinin yapması ge­reken davranışların neler olduğunun; olması gerektiğinin örnekleri­ni veren bir ibret ve nasihat vesika­sıdır. 

Önceki ve Sonraki Haberler